Milletin vicdanının vekili Doğuş Derya ve geçmişle hesaplaşmaya dair...
Milletin vicdanının vekili Doğuş Derya ve geçmişle hesaplaşmaya dair...
Umut BOZKURT
[email protected]
CTP-BG Lefkoşa Milletvekili Doğuş Derya’nın 15 Aralık tarihinde Kuzey Kıbrıs meclisinde yaptığı konuşmasının yankıları sürüyor. Derya, mecliste alternatif yeminini edip, tozu dumana kattığından beridir istikrarlı bir çizgi izliyor: kendi partisindeki iktidar odaklarıyla da, 1974 sonrası oluşturulan düzenden nemalanan milliyetçi egemenlerle de çatışmaktan imtina etmiyor. Yeniden seçilme, parti liderliğiyle çatışmama, seçilebilmek için popülist davranma gibi kaygıları yok. Siyaseti, inandığı dünyayı yaratmaya yönelik bir mücadele alanı olarak görüyor. İktidarda kalmak için türlü hesaplar içine girmeye, merkeze yaklaşmaya, kendini korumaya almaya niyeti yok. İşte bu yüzden Doğuş Derya, milletin vicdanının vekilidir, ve düşünceleriyle çelişenlerde bile bir saygı, hatta bir ‘helal olsun be kadına!’ duygusu uyandırıyor.
Ben kendi adıma, yakın dostum da olan bu kadını gittikçe artan bir hayranlık duygusuyla izliyorum. Ezber bozmasından, Kıbrıs Türk siyasetinde hakim olan siyaset dilini darmadağın edişinden büyük bir keyif alıyorum. Evet evet, hem sağda hem de sol gösterip sağ vuran solumtrak partilerdeki vekillerin kullandıkları o dilden bahsediyorum; hani ağzında laf geveleyip, aslında dişe dokunur hiçbirşey söylemeyen, diplomatik ve fena halde sıkıcı o dilden. Kıbrıslı Türkler, ne İngiltere’nin bu adadaki sömürgeciliğiyle, ne Türkiye’nin 1974’den sonra burada oluşturduğu vesayet rejimiyle aslında yüzleşememiş bir toplum. Ama açıktan açığa yüzleşememiş olmak, yeri geldiğinde iktidara biat etmeye teşne olmak, Kıbrıslı Türklerin siyasette bir alan açılmasını, yeni sözler söylenmesini beklemedikleri anlamına gelmiyor. 2013 seçimlerinde 2009 seçimine göre 50 sandalyeden 23’ü değişti. Bu, seçmenin, yeni sözler söyleyen yeni temsilciler istediğinin kanıtıydı. Seçimin üzerinden neredeyse bir buçuk yıl geçti. 2015 cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde ise yine siyaset seçim kaygılarına yenik düştü. O denge gözeten, AKP’ye göz kırpan, ölçülü tartılı,”KKTC” güzellemesi yapan, yeri geldiğinde federal çözümü de sosyal adalet kaygılarını da öteleyen söylem yine siyasete damgasını vurdu. İşte böyle bir ortam içinde, Derya’nın kendi partisindekilerle de ters düşmeyi göze alarak ülkede tabu sayılan bir meseleye değinmesi, sadece siyasetin çıkmazını açığa çıkarması açısından önemli değil, vesayet altında bir yerde bile bu siyaset yapma tarzına alternatif bir siyasetin geliştirilebileceğini göstermesi açısından umut vericidir.
Derya, meclisteki konuşmasında; “sadece Türk tarafının değil, Rumların, Ermenilerin de kayıplar yaşadığını ve tecavüzlere maruz kaldığını” söylemiş, “kendi hakikatlerimizi haykırırken bir başkasının da acı çektiğini, düşman edebiyatı içinde görmezden geldiklerimizin de insan olduğunu unutmamamız lazım” demiştir. Derya’nın dile getirdiği bu geçmişle yüzleşme çağrısı, bir süredir araştırmacı gazeteciler, bazı kayıp yakınları, akademisyenler ve sivil toplum örgütü üyeleri tarafından dillendirilmekteydi. Ama bu sözlerin millet meclisinde milleti temsil eden bir vekil tarafından dile getirilmesi bambaşka bir etki yarattı ve hem Türk, hem de Rum toplumlarında bir geçmişle yüzleşme çağrısının yapılmasına vesile oldu. AKEL ve Hristofyas’ın, Rum toplumunun da Kıbrıslı Türklere yaşatılan insanlık suçlarıyla hesaplaşması gerektiğine ilişkin çağrısı bu anlamda önemliydi.
Çatışma ve travma geçmişi olan bölünmüş toplumlarda geçmişle hesaplaşmanın uzlaşmaya yönelik katkısına ilişkin hatırı sayılır bir literatür oluşmuş durumda. Bu araştırmalar, ötekinin acısını tanımanın, insanların kendi etnik cemaatini kurban, diğer cemaati ise cellat olarak görmesini sorgulamasına yol açtığını, ve ötekinin yaşadığı acıyı kabullenmenin de bir uzlaşmaya katkı yapabileceğini söylüyor. Bana öyle geliyor ki özellikle Sevgül Uludağ’ın yıllardır büyük bir sabır ve çabayla yürüttüğü çalışmaları en azından Kıbrıs’ta meyvesini veriyor. Muhtemelen suçların faillerini içlerinde barındırdıkları için Derya’yı eleştiren bazı örgütler dışında Kıbrıs’ta yaşayan pek çok insanın aslında bu suçların işlendiğini bilmekten gelen bir bilgiyle Doğuş’a açık ya da üstü kapalı bir onay verdiklerini düşünüyorum.
Bitirirken, Derya’nın bu ezber bozan söyleminin hem Kıbrıs Türk siyasetine yeni bir soluk getirmesi, hem de Kıbrıs’ta yaşayan iki toplumun geçmişiyle yüzleşme sürecine ivme kazandırmasından ötürü kutlanması gereken bir gelişme olduğunu düşündüğümü belirtmek istiyorum. Doğuş Derya’ya cinsiyetçi küfürler eden, belden aşağı saldırılarda bulunan faşizmin kurşun askerlerine, medya etiğine sığmaz bir tutumla söylediklerini çarpıtan ve onu hedef gösteren gazetelere ise sosyal medyada son dönemde çok sık söylenen sözlerle yanıt vermek istiyorum: Doğuş Derya yalnız değildir ve hepimiz Doğuş Derya’yız...