Milliyetiniz, Dininiz, Renginiz, Cinsiyetiniz ne? ‘İnsan’
Fatma Vurana: Adem’le Havva olduğunu varsayarsak ilk insanların şimdi Adem oğulları ve Havva kızlarını; rengine, milliyetine, dinine ve ekonomik statülerine göre sınıflandırmanın anlamı ne?
Fatma Vurana
Adem’le Havva olduğunu varsayarsak ilk insanların şimdi Adem oğulları ve Havva kızlarını; rengine, milliyetine, dinine ve ekonomik statülerine göre sınıflandırmanın anlamı ne? Birçok elbise giydirmişler üzerimize. Modası geçince ya başkasını üretiyorlar ya da eskileri çıkarıp tekrardan moda yapıyorlar. Bu kıyafetler çoğaldıkça da insanlar arasındaki uçurum derinleşiyor. Yaşamda da öyle değil mi?
Kimi eteği beğenir, elbiseyi beğenmez
Kimi beyazı sever, siyahı sevmez
Kimi kürk ister, kimi ipek
Kimi de bulamaz bir parça ekmek
Dünyaya egemen olmak isteyen güçler kendilerine pek çok piyon yaratmışlar. İnsanları; rengine, milliyetine, dinine, statülerine göre sınıflamışlar:
Sarı, siyah, beyaz ırklar
Türk, Kürt, Ermeni, Rum milliyetler
Müslüman, Hıristiyan, Yahudi, Musevi dinler
Patron, emekçi, zengin, fakir ekonomik statüler…
Demokrasi adına (Gerçekte ENERJİyi kontrol edebilme) oyun oynayan bu güçler bir din piyonunu, bir milliyetçilik piyonunu öne sürüyorlar ama sonunda bölüyorlar ve yönetiyorlar. Bu maskeli balonun en değerli kıyafetiyse “Milliyetçilik”… Zamanı geldikçe vitrinlere dizilen, üzerine giyene ayrıcalıklar verdiren, belli bir kesimin her zaman gözdesi olmuş milliyetçilik.
Tarih sahnesine baktığımızda 50-70 milyon insanın yaşamına mal olmuş bir savaşın tetikleyicisi milliyetçilik… Hitler’in üstün Alman ırkını yaratmak amacıyla; ışığı olmayan bir tünele girdiği, milyonlarca Yahudi’nin, Çingene’nin acımasızca öldürüldüğü bir savaş… Zihinsel engellilerin bile saf Alman ırkını bozmasın diye gizli emirlerle öldürüldüğü bir yıkım… Bu savaş sırasında Almanlar pek çok toplama kampı (Auschwitz, Sachsenhausen, Dachau, Terezin…) oluşturmuş, buralarda insanlık adına utanç verici şeyler yaşanmış.
Bir yıl önce…
Ağustos ayının sonu… Prag’dan birkaç saat uzaklıktaki TEREZİN kampına doğru yola çıktık. Bir yandan çevreyi izliyor, bir yandan da karşılaşacaklarımı ve dinleyeceklerimi tahmin etmeye çalışıyordum. Hafiften yağmur çiselemeye başladı, birden ürperdim. Otobüs durduğunda önümde çimlerle kaplı upuzun bir alan vardı. Çimler üzerinde yüzlerce mezar taşı… Hepsinin üzerinde sahibine ait bilgiler, yanlarında açmış kırmızı güller… Kendimi onların yaşamını hayal ederken buldum. İlerledim sessizce. Kaçmaya olanak tanımayan, surlarla kaplı bir alana küçük bir kapıdan girdik.
Kampı yönetenlerin bakımlı odaları çıktı önce karşımıza. Sonra esirlerin tutulduğu, içler acısı odalar… Kaçmaya çalışanların vurulduğu; gözetleme kulesi meydan da yukarıda… İki ve üç katlı tahta ranzalarda; çok küçük alanlara sıkıştırılan, tarihin tanık olduğu birçok işkenceye maruz bırakılan aynı yerde yemek yiyen aynı yerde uyuyan ve aynı yerde tuvaletini yapmak zorunda bırakılıp ölüme terk edilen binlerce insanın hikayesini dinledik hüzünle. Işık almayan, küçücük koğuşlar… Kapkaranlık hücreler, yer altı tünelleri... Büyük kazanların olduğu yıkama odaları… Yıkananlar ise insanlar değil, kıyafetleri… Aç, susuz bırakılıp çalıştırılan; iskelete dönüşen bedenler… Şimdi kampın bahçesinde heykelleri dikilmiş iskelet bedenler… İdam sehpası, yanında nişan alma tahtası… Trajedilerin yaşandığı yerin on metre ötesinde ise gardiyanların ve kamp yöneticilerinin kaldığı bakımlı villalar ve kocaman bir havuz… Ne tezat değil mi?
Şimdi çimenlerle ve güllerle bezenmiş bu topraklarda kaç İNSANın bedeni göçtü sonsuzluğa?
Peki, insanlık ders çıkardı mı bu acılardan? Koskoca bir HAYIR.
Bir daha izlemeyeceğim dercesine bakıyorum televizyon ekranlarından DÜNYAYA, sizler gibi ben de. Hayırlı bir haber yok mu şu televizyonlarda, radyolarda ya da gazete sayfalarında? Soruyorum nasıl oluyor da insan(lar) / ülke(ler) bir başka insan(lar)ın / ülke(ler)in yok olmasına neden olabiliyor ya da seyirci kalabiliyor.
Orta Doğu kaynıyor; adına Arap Baharı demişler
Avrupa kaynıyor; adına ekonomik kriz demişler
Türkiye kaynıyor; adına Türk- Kürt çatışması demişler
Kıbrıs’ta adına Türk- Rum anlaşmazlığı demişler
Demişler de demişler… Bunları yönetenler, dünyayı şekillendirenler KİMLER?
Güzelim adamızda Türk-Rum milliyetçileri olmasaydı bugün adayı yönetmek ve Kıbrıs halklarına ait olan petrolü ve doğal gazı paylaşmak bu kadar kolay olur muydu? Biz kavga ederken hakkı olan olmayan; iki parsel sana, iki parsel bana bölüşüyorlar zenginliklerimizi. İki halk da milliyetçilikle oyalanıyor…
Sadece dünya egemenlerinin değil; ülke egemenlerinin de başvurduğu bir silah milliyetçilik. “Sen milliyetçisin, bizdensin.”, “Sen milliyetçi değilsin; o zaman vatan hainisin.” diye sindirdiler insanlarımızı. Yıllarca milliyetçiliğin kıskacında yaşadı Kıbrıs, Türkiye, Yunan, Rum halkları, dünya yaşayanları… Yaşayanları diyorum çünkü “İnsan olmayı ne kadar başardık acaba, insanca yaşamayı ve sadece Adem’le Havva olmayı”
Yaşam… Nereden, nasıl başlangıç yapacağımız belli olmayan YOLCULUK:
Bir sarayda, köşkte, zengin bir ülkede doğabilirsiniz; bir beyaz olabilirsiniz.
Bir fakirhanede, iki odalı bir kulübede, çatışmaların olduğu bir ülkede de doğabilirsiniz; bir siyah olabilirsiniz. Bu, kimsenin suçu olmamalı.
Anlayamazsak siyahken beyazın, beyazken siyahın acılarını
Anlayamazsak Müslümanken Hıristiyan’ın, Hıristiyanken Müslüman’ın çilelerini
Türkken Rum’un Rumken Türk’ün hislerini
O zaman nasıl huzura erebiliriz ki?
Statülere, etiketlere, üzerimize giydirilen pek çok ayrıştırmaya hayır demeliyiz.
Milliyetimiz, “İNSAN”
Rengimiz, “İNSAN”
Dinimiz, “İNSAN”
Cinsiyetimiz, “İNSAN”
Tek cevap sadece “İNSAN” .
Yalın, basit ve çok güzel. Bırakalım isimlerimizin önündeki sıfatları, toplumdaki statülerimizi ve bizi birbirimizden uzaklaştıran pek çok etiketi.