1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Monagrulli’den Vasili Yeorgiu’nun öyküsü...” (1)
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Monagrulli’den Vasili Yeorgiu’nun öyküsü...” (1)

A+A-

Avustralya’dan çok değerli arkadaşımız, grafik sanatçısı, araştırmacı-yazar Konstantinos Emmanuelle, Monagrulli’den Vasili Yeorgiu’nun öyküsünü kaleme aldı geçtiğimiz günlerde, “Tales of Cyprus” yani “Kıbrıs’tan Hikayeler” sayfası için... Biz de Konstantinos Emmanuelle’in bu ilginç öyküsünü okurlarımız için derleyip özetle Türkçeleştirdik. Monagrulli’den Vasili Yeorgiu’nun öyküsü şöyle:

***  Vasilis Yeorgiu, 11 Aralık 1933 tarihinde, Leymosun’daki Monagrulli köyünde dünyaya gelmişti. Yorgos Nisiforos ve Mirianti Yuannu’nu altı çocuğundan ikincisi idi. Kardeşleri, Theodossis, Konstantinos, Anastasi (Stasu), Nisiforos ve Pavlos idi... “Ne yazık ki annem en küçük kardeşimiz Pavlos’u dünyaya getirdikten kısa süre sonra ölmüştü” diye anlatıyor. “Annemi hatırlamıyorum çünkü öldüğü zaman ben henüz üç yaşlarındaydım... Hatırladığım tek şey, annemin hasta yatağının yanında yere diz çökmüş olan babamın gölgesiydi... Annem vefat ettikten sonra kızkardeşim Stasu, bana ve diğer kardeşçiklerimize bakıp bizi yetiştirmeye çalıştı” diyor.

***  Vasili’ye, “Kıbrıs’taki o yıllardan neler hatırlıyorsun?” diye soruyorum. “Çok fakir bir aileydik” diye yanıtlıyor... “Dul kalmış olan babam, hayatını kazanmakta zorlanıyordu. Yapıcıydı ancak ailemizi hayatta tutacak parayı zar zor kazanıyordu. Hatırladığım kadaıryla günde beş şilin kazanıyordu iş bulabildiği zamanlarda. Aletlerini toparlayıp komşu köylere gidiyor ve inşa edecek ya da tamir edecek ev arıyordu... Günlerden bir gün bana “Oğlum, bu ailede altı kişi var, ben hepimizi yedirecek kadar zar zor para kazanırım. Seni okuldan almaktan başka seçeneğim yoktur” demişti. O günlerde durum böyleydi. Her yerde fakirlik vardı... Okulda üçüncü sınıfa yeni başlamıştım ki okuldan ayrılarak babama ve tarlalarda çalışan kardeşlerime yardım etmeye başladım. Hatta bir çift öküzle tarla sürmeyi bile öğrenmeyi başardıydım. İşte o zaman benim için zor bir hayat başlamıştı. O kadar küçük yaşta, yalınayak ve aç olarak tarlalarda çalışmanın ne demek olduğunu düşünebilir misiniz? Abim Nisiforos ise Leymosun’a, çangar olmaya (çizme yapanlara çangar denir) gönderilmişti. Benim için bir çift çizme yapmaya çalışmıştı fakat kullandığı deri kötü olduğu için bunları giymeyi reddetmiştim...”

***  Vasilis, bir kuyu yapımı esnasında babasının trajik bir kazaya kurban giderek öldüğü günü de hatırlıyor... “Köyümüzde Fandakis adlı bir adam vardı, Afrika’ya giderek çok para kazanmıştı. 1945 yılında Monagrulli’ye döndüğünde aklında köye pek çok şey inşa etmek vardı, mesela bir un değirmeni, bir yağ değirmeni ve bir kuyu yaptırmak istiyordu. Köyün hemen dışında bir arazi satın almıştı ve babama da kuyu açma işini vermişti. Babam tereddütlüydü çünkü arazinin çok sağlam olmadığını biliyordu fakat Fandakis, onun mutlaka kuyu çıkarmasında ısrarlıydı. Dokuz metre derinliğinde bir kuyu yapacaktı. Köyde hiç kimse bu kuyuyu yapmak istememişti. Babam kuyunun duvarlarını her güçlendirmeye çalıştığında duvarlar çöküyordu. Ben de eşekle babama odun taşıyordum ki bunları kuyu kazısında kullanabilsin, ilk elden bu kuyu inşaatının ne kadar zor olduğuna tanık oluyordum. Yeraltında çok su vardı ve bu su da, kuyunun açılmasını daha da dengesiz ve tehlikeli hale getiriyordu... Bazan kuyudan içeriye giriyor ve duvarları kontrol ediyordum. Dışarıya çıktığımda babam bana “Ne diyorsun oğlum? Durum nedir?” diye soruyorud. Ben de ona, “Çok tehlikelidir baba, çok tehlikelidir” diyordum. Babam bunu duyunca yine bu işten sıyrılmaya çalışacaktı fakat Fandakis onun ayrılmasına izin vermiyordu. Kuyunun çöktüğü gün oradaydım...”

***  Vasilis durup soluklanıyor uzun süre, öyküsüne devam etmeden önce... Bu hatırayı anımsamak onun için çok zor ve çok duygusal anlar yaşıyor... “Babam, Humbis adlı bir adamla birlikte kuyuya inmişti” diye anlatıyor. “Humbis’in küçük kardeşiyle birlikte kuyunun başındaydık. Bizim görevimiz, onlara taşları vermekti, böylece babam ve Humbis, bu taşlarla kuyuyu öreceklerdi. Bu taşların Dohni’den getirilmiş olduğunu hatırlarım. Birden çok büyük bir ses duyduk... Humbis babama “Çabuk’” diye bağırdı, “diri diri gömülmeden dışarı çıkalım!”

***  “Ve Humbis, babamın önünde merdiveni tırmandı, neredeyse kuyunun ağzına gelmişken duvar yeniden inilemeye başlamıştı. Babamın ayağı kaymış ve merdiveni duvardan uzaklaştıracak şekilde bir tekme atmıştı. Düşmüştü ve kuyunun duvarları da üstüne çökmüştü... Ağır bir tahta kiriş kolunu ve göğsünü sıkıştırmıştı. Hayattaydı ama durumu çok kötüydü... Humbis kuyudan çıkmıştı, köpek gibi titriyordu... Kısa süre sonra polis gelmişti, kardeşim Theodossis de gelmişti... Theodossis, Kavason madeninde çalışmaktaydı, oradan Monagrulli’ye gelmişti. “Eğer ben onu çıkaramazsam, hiç kimsecikler çıkaramaz” demişti polise ve onu kuyuya indirmişlerdi. Babama ulaşmıştı, onunla konuşuyordu fakat o kirişi ve çevresindeki yıkıntıları kaldırmaya çalışmak boşunaydı. Babam yattığı yerde hayatını kaybetti. Üç gün sonra İngiliz yetkililer, bir vinç kullanarak babamın cesedini kuyudan çıkarmışlardı. 57 yaşındaydı. Kardeşlerimle birlikte şimdi artık tamamen öksüz kalmıştık...”

***  Anlaşılacağı gibi, Vasilis ve kardeşçikleri, babalarının bu şekilde vefatı nedeniyle travmaya uğramışlardı. Akrabaları, destek olmak üzere yanlarına koşmuştu. Vasili’nin amcası Yannis, ona Leymosun’da bir lokantada iş bulmuştu... “Lokanta, Leymosun’un Türk mahallesi yakınındaydı” diye anlatıyor Vasilis... “Eski kalenin yanındaydı. Yannis Amca beni oraya bir çırak olarak çalışmaya götürmüştü fakat hiçbir zaman yemek yapmayı öğrenmeme izin vermediler. Lokantanın sahibi dostça davranan, popüler bir Kıbrıslıtürk’tü, adı da Hüseyin Kayumuş idi... Yemek yaparken her zaman mutfağın kapısını kapatırdı, böylece yemekleri nasıl pişirdiğini hiç göremezdim. Hüseyin Usta, Leymosun’un en iyi aşçılarından biriydi. Benim işim temizlik yapmak, müşterilere servis yapmak ve mutfak için malzemeleri hazırlamaktı. Neredeyse günde 24 saat çalışıyordum, sabah saat 5’ten geceyarısını geçinceye kadar ve tüm bu emeğime karşılık günde bir şilin alıyordum. Yalnızca dört saat uyuyordum.  Nihayetinde, kardeşim Pavlos’u, lokantada bana katılmaya ikna ettim. Benden üç yaş küçüktü. Hüseyin Usta evliydi ve iki çocuğu vardı fakat eşinden ayrılmıştı. Sonra tekrar evlenmişti. Çok iyi bir adamdı... Kardeşi Hasan, ondan daha da iyi bir adamdı... Onun da Baf’a giden eski yol üzerinde bir lokantası vardı. Her ikisi de çok iyi insanlardı...”

***  “O günlerde Leymosun nasıldı?” diyorum. “Sana şunu söyleyebilirim ki” diye devam ediyor Vasili anlatmaya, “çalıştığım lokanta her zaman müşteri doluydu. Hristiyanlar’la Müslümanlar orada birlikte yemek yiyordu. O günlerde durum farklıydı. İki toplum arasında uyum vardı. Herkes iyi geçinirdi. Hatırlarım da, lokantanın yanında Emine adlı bir kadının sahibi olduğu bir dizi ev vardı. Leymosun’da kalması gereken insanlara, seyahat edenlere odalar kiralardı... Burada kalanlar da gelip bizim lokantada yemek yerdi...”

***  Vasilis, Hüseyin Usta’nın lokantasında üç sene çalışacaktı, 16 yaşına gelinceye kadar... “Lokantadaki çıraklığımdan sonra bir sene boyunca Leymosun’da Lanitis’te üzüm işinde çalıştım, sonra da Monagrulli’ye dönerek Stasu’nun eşi eniştemiz Mihalis’le tarlalarda çalışmaya başladım. 17 yaşıma gelince, abim Theodossis beni Karavostasi’de (Gemikonağı) Mangli’nin madenlerine götürecekti. Köy muhtarımızdan doğum kağıdımdaki yaşımı değştirmesini ve beni 18 yaşında göstermesini isteyecektim çünkü aksi halde “kalamaralar” (Yunanistan’dan gelen Yunanlılar) beni işe almayacaktı.”

***  “Madenin en üstünden en dibine kadar toplamda 130 düzey vardı. 130uncu düzey, madenin en dibindeki düzeydi. Benim işim, madenleri taşıyan vagonları çalıştırmaktı... Daha çok 25 ve 30uncu düzeyde çalışıyordum. Pirit madeniyle dolu vagonlar bir trene yükleniyor, sonra da gemilere götürülüyordu. İki sene boyunca madende çalıştım. Sonra evlendim ve İngiliz hükümeti için telefon direği dikeceğim işte çalışmaya başladım...”

***  “Bana eşini de anlat” diyorum Vasili’ye... “Erkek kardeşimin görümcesi Polimyo, eşim Eleni’yi küçük yaştan beri tanıyordu” diye anlatmaya başlıyor. “Ben 19 yaşına geldiğim zaman, onunla tanışmamı ayarladı. Eleni benden dört yaş büyüktü. Pek çok genç adamın onunla tanıştırıldığını öğrenecektim. Benden önce tanıştırılmış olduğu beş genç erkeğe hayır cevabı vermişti Eleni...”

***  “Evlenmek istemiyordum” diyor Eleni gülümseyerek... “Vasili’nin benden küçük olduğunu öğrenince anneme ona ilgi duymadığımı söyledim. Ancak babam ve yeğenim Kosta, onunla evlenmemde ısrarlıydılar. Herşeyi ayarlayıp sonra da bana ‘Kabul ediyor musun?’ diye sordular. Ne söyleyebilirdim ki, tamam dedim. Vasili’yle ve kardeşi Kosta’yla el sıkıştılar ve böylece bu “düzenlenmiş evlilik” (“prokseniyo”) de nihayete kavuşturulmuş oldu. Annemle babam Vasili’nin biz henüz evlenmeden bizim evde kalmasını bile ayarlamışlardı ancak elbette ayrı odalarda kalacaktık...”

***  Eleni Nikolau, 24 Mart 1929’da Monagrulli’de dünyaya gelmişti. Hristoforos Konstantinu ve Maria’nın dört kızından en küçüğüydü... Eleni, “Yetiştirilmeme dair çok hoş hatıralarım vardır” diyor. “Babam Hristoforos dülgerdi ve mesleği nedeniyle köydeki diğer insanlar gibi fakirlik çekmiyorduk. Genel olarak iyi bir hayatımız vardı...”

***  Eleni de, üçüncü sınıfa geldiğinde okuldan alınmıştı. “Tarlalarda ekip biçmeye ve buğday hasadında anneme yardım etmek zorundaydım. O günlerde hayat böyleydi. O günlerde herşeyimizi kendimiz yetiştirirdik. Herhangi bir şey satın almamız gerekmezdi. Geceleyin herkes evine dönerdi. Önce yemek yer, sonra temizlenir ve hepimiz de uyumaya giderdik. Yapacak başka bir şey yoktu. O günlerde herkes erken yatırdı...”

***  Eleni, her zaman Amerika’ya gitmek istediğini anlatıyor... “Teyzem orada yaşıyordu, gidip onu ziyaret etmek istiyordum ancak annem gitmeme izin vermiyordu. Ablam Hristodora evlendiğinde ben 10 yaşındaydım. Eşiyle birlikte Leymosun'da Me’a Yetonya’da yaşamaya gitmişti, böylece ergenlik yıllarımı diğer iki kızkardeşim olan Panayota ve Hristallu’yla geçirecektim. O günlerde bırakın konuşmayı, bir oğlana bakmak bile yasaktı. Bir oğlanla konuştuğunuzu görürlerse hemen iyi bir kız olmadığınıza dair dedikodular yayılırdı... “Kutsomboliyo” ise (“dedikodu”) evlenme şansınızı yokedebilirdi... Evet, o günlerde insanlar çok katıydı...”

***  Vasili Yeorgiu ve Eleni Nikolau, 25 Ekim 1953 tarihinde, Monagrulli’deki Ayios Theodoru Kilisesi’nde evlenecekti... “Bizi evlendiren papazın adı Papaz Dimitri idi ve düğün ziyafetimiz de üç gün boyunca, Pazar’dan Salı’ya kadar devam etmişti...”

***  Eleni’yle evlendikten sonra Vasili, madenlerden ayrılmış ve İngiliz hükümeti için telefon direkleri dikme işine girişmişti... “Telefon direklerine kedi gibi tırmanırdım” diye anlatıyor Vasili gülerek. “Bir gözü kör olan bir adamla birlikte çalışıyordum. Onun adı da Vasili idi. Larnaka’nın Anglisidis köyündendi. Özel çizmeler giyiyordum, metal dişleri vardı bu çizmelerin ve tahtaya yapışıyor ve tırmanmamı kolaylaştırıyordu. Öteki Vasili benimle yarışmak istiyordu ve o da bu direklere tırmanmak istiyordu. Ben ise ona, “Unutma, tek gözün vardır. Bu, kolay bir iş değildir. Ne yaptığını görmen lazım.  Eğer çizmendeki dişliler yanlışlıkla direkteki bir çatlağa rastgelirse, o zaman tutunamayacak ve düşebilirsin” diyordum. Onunla her zaman kimin direğe tırmanacağı konusunda kavga ederdik. Bir gün İngiliz ustamız bize çok öfkelendi... “Bir dakika çocuklar” dedi bize, “bir dakika...” Başka bir Kıbrıslı söylediklerini bize tercüme ediyordu. İngiliz usta direklere tırmanmamızı ve ilk tırmanacak olanın, işini koruyacağını, kaybedenin de evine gönderileceğini söyledi. Yakın yakın duran iki direk vardı, biz de direklerin altında yerlerimizi aldık. Öteki Vasili kararlı ve inatçı bir adamdı. Beni dinlemiyordu ve gerçekten de tırmanmaya geçtiğinde çizmesindeki dişli kerestedeki bir boşluğa rastgeldi, dengesini kaybederek direk boyunca aşağıya kaydı, elleri kıynık dolmuştu. Bu direkleri dikmeden önce kimyasal maddelere yatırırlardı, bunların kıymıkları daha da kötü olurdu. Böylece zavallı tek gözlü Vasili, bu olaydan sonra evine gönderilmişti...”

jjj-010.jpg

(TALES OF CYPRUS’ta Konstantinos Emmanuelle’in yazısını özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).

(Devam edecek)

Bu yazı toplam 1349 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar