“Monagrulli’den Vasili Yeorgiu’nun öyküsü...” (2)
Avustralya’dan çok değerli arkadaşımız, grafik sanatçısı, araştırmacı-yazar Konstantinos Emmanuelle, Monagrulli’den Vasili Yeorgiu’nun öyküsünü kaleme aldı geçtiğimiz günlerde, “Tales of Cyprus” yani “Kıbrıs’tan Hikayeler” sayfası için... Biz de Konstantinos Emmanuelle’in bu ilginç öyküsünü okurlarımız için derleyip özetle Türkçeleştirdik. Monagrulli’den Vasili Yeorgiu’nun öyküsünün devamı şöyle:
*** 1955 yılının Şubat ayında, Vasili ve Eleni’nin oğlucukları Yorgos dünyaya gelecekti. Ertesi sene Vasilis, İngiltere’ye gitmeye karar verecekti. “Neden Kıbrıs’tan ayrılmaya karar vermiştin ki? Özellikle de oğlun doğduktan sonra?” diye soruyorum Vasili’ye... “Kendim ve ailem için daha iyi bir hayat kurmak maksadıyla adadan ayrıldım” diye yanıtlıyor... “Adadaki durum dengesizleşmişti. İngilizler’e karşı savaş başlamıştı. Görümcem Panayota’nın eşi Petri, kardeşi Hristos’la birlikte yaşıyordu, benim de göç kağıtlarımı düzenleyerek Londra’ya gitmemi ayarladı. Petri bana mektuplar gönderiyor ve Londra’da çok iş bulunabildğinden söz ediyordu. Eşi Panayota ise Eleni’yle birlikte köyde kalıyordu. Ben adadan ayrıldığımda oğlum Yorgos henüz dokuz aylıktı. Gemi parasını ödeyebilmek için 40 lira borçlanmam gerekecekti...”
*** Vasili, Protea gemisiyle Fransa’nın Calais limanına gidecek ve oradan da feribotla İngiltere’nin Kent bölgesindeki Dover limanına varacaktı. Sonra bir trene atlayıp Londra’daki Viktorya İstasyonu’na varacaktı – Petri ve kardeşi Hristos onu bekliyorlardı. “Beni Güneydoğu Londra’da North Woolwich’e götüreceklerdi” diye hatırlıyor. “Tam da askeri barakaların karşsında yaşıyorduk. İkinci Dünya Savaşı esnasında yok edilmiş binalarla çevriliydik. Yavaş yavaş bunları tamir ediyorlardı. Tek bir yatakta yattık, üçümüz de. Ne yapabilirdik ki... Sonra hemen Petri ve birkaç diğer Kıbrıslı göçmenle birlikte Thames nehri kıyısında iskelelerin tahtalarını tamirat işi bulacaktık. Haftada sekiz lira kazanıyordum ve bunun bir lirasını kiraya veriyordum. Londra çok sisliydi ve oraya gittiğimde çok fazla is vardı. Altı ayak önünüzü bile göremiyordunuz. Oysa ben bu kentin çok büyük ve temiz bir yer olacağını zannetmiştim...”
*** Londra’da Vasili, Petri ve Hristos hep dışarıda yemeğe çıkıyorlardı. “Kiraladığımız yerde mutfak olmadığı için Thames nehri yakınında Savva adlı bir Kıbrıslı adamın çalıştırdığı lokantaya yemeğe gidiyorduk. Soyadını hatırlamam. Oraya çok giderdik. Savva’nın lokantası her zaman dolu olurdu. İngilizler doldururdu lokantayı. Kıbrıslı aşçı tabaklara yemekleri yığardı ve her zaman iki büyük kaşık da bulgur pilavı koyardı... İnsanlar tabaklarını yalardı, o kadar iyiydi bu yemekler...”
*** Eleni köyde annesi-babasıyla kalıyordu, Vasili ise İngiltere’deydi... Eleni, şöyle anlatıyor: “Babam marangoz olarak çalışmaya devam ediyordu, annemle ben ise kahvehaneyi çalıştırıyorduk. Çok şükür Vasilis bana çok mektup yazardı, hatta bazan telefon da ederdi. Kahvehanemizde köyün tek telefonu vardı... Vasili bana para gönderdiğinde, Leymosun’daki bankaya gider, çeki bozdururdum. Her zaman yanımda görümcemi de götürürdüm. Eşim yurtdışındayken benim tek başıma seyahat etmem uygunuksuzdu. Bir adam dönüp bana baksa, insanların dedikodu başlatmasına bu bile yeteri olurdu çünkü...”
*** İngiltere’ye göç etmesinden 16 ay sonra Vasili, eşi ve oğlunun kendisine katılabilmesi için gereki düzenlemeleri yapabilecekti. “Yorgos henüz iki yaşındaydı Kıbrıs’tan ayrıldığımızda” diye anlatıyor Eleni. “Gemiyle Yunanistan’a, sonra Venediğe, oradan da Calais limanına gittik. Oradan bir feribotla Dover’e, sonra da trenle Londra’ya gittik. Monagrulli’den Hristo adlı genç bir adam da bizimle birlikte seyahat ediyordu. Babama, bana ve oğluma bakmaya söz vermişti ancak gemiye biner binmez kızları kovalamaya başlamıştı. Bir daha onu görmemiştik. O seyahatte çok korkmuştum, bana yardım edecek kimsecikler yoktu. Fransa ile İngiltere arasında seyahat ederken denizdeki o dalgaları hiç unutamıyorum. Oğlum Yorgos güverteden denize düşmesin diye onu sıkı sıkıya tutuyordum, çok tehlikeliydi...”
*** Eleni ve Yorgos Londra’daki Viktorya İstasyonu’na vardıklarında onları Vasilis karşılamıştı, Londra’nın kuzeyinde bir oda kiralamıştı... “Öyle bir düşkırılığına uğradıydım ki...” diyor Eleni... “Orayı hiç beğenmemiştim. Vasili işe gidiyordu ve ben bütün gün oğlumla evde kalıyordum. Bu tuhaf yerde nereye gidebilirdim ki? Hiçbir yere gidemezdim. İngilizce konuşmayı bile bilmiyordum...” Woolwich’ten sonra Vasilis, Londra’nın kuzeyinde Holloway’e taşınmıştı. “Kostas adlı bir arkadaşım vardı Aşşa’dan, Holloway’de bir evin üst katında kalıyordu. Eleni Kıbrıs’tan geldikten sonra aynı evin alt katına taşındık. Kostas, yakınlarda bir Yahudi’ye ait bir fabrikada çalışıyordu eşi Marina’yla birlikte. Bu fabrika, palto üretiyordu. Elenime orada bir iş bulmakta yardımcı oldular. Fabrikanın adı “London Made in Aldgate” idi.” “Orada pek çok Kıbrıslı kadın çalışmaktaydı, böylece ahbaplık edeceğim insanlar vardı” diye anlatıyor Eleni... “Çok iyi bir işti...”
1965 yılında Avustralya'ya göç ettikten hemen sonra, Eleni ve Vasili...
*** Vasili de Thames nehri üzerindeki iskeleleri tamir işinden ayrılmıştı ailesi 80 Westbourne Caddesi, Kuzey Londra adresindeki kiralık evlerine taşınınca – bir hurdacıda, kaynakçı olarak iş bulmuştu. “Orada on kadar Kıbrıslı daha çalışıyordu. Kendime bir steyşın vagon satın aldım ve beş-altı çalışanı da hurdacı deposuna götürüp getiriyordum. Steyşın vagondan önce bir motosikletim vardı, bazan Eleni’yi de motosikletin arkasına bindirirdim...”
*** Vasili ve ailesi, Arsenal futbol sahaları yakında yaşıyorlardı ve zaman zaman arkadaşları, Vasili’nin kardeşi Pavlu ve oğlu Yorgos ile birlikte maçları seyretmeye gidiyorlardı. “Westbourne Road’tan Holloway Caddesi karşsındaki sahaya kadar yürüyorduk. Bir keresinde Georgie Best ve Bobby Charlton’un da futbol oynadığını görmüştük. Arsenal’ın en iyi oyuncusu George Easton idi. Takım kaptanıydı o...”
*** 1959 yılında Eleni, ikinci evlatları Hristakis’i dünyaya getirecekti. Ne yazık ki henüz 11 aylıkken bu bebek vefat edecekti... Eleni, “Bebeğimi kaybetmek benim için tam bir yıkımdı” diye anlatıyor, gözyaşlarını bastırarak. “Hayatımın en zor dönemiydi. İnsanın evladını kaybetmesi gibi bu kadar büyük bir kalp yarasıyla hiç karşılaşmadım bir daha... Bebeğim hastalandığında onu doktorlara götürmüştük ancak ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Polonyalı bir doktor bize bazı haplar vermişti, inanıyorum ki bu haplar evladımı iyileştirmekten çok kötüleştirmişti...”
*** Vasili, “Nikolaidis adlı Kıbrıslı bir hekim bulduk, bize yardım etmeye çalıştı” diye anlatıyor. Ancak Hristakis kurtarılamamış, vefat etmişti... 1960 yılında Eleni ve Vasili’nin bir oğluları daha oldu, onun adını da kaybettikleri evlatlarının anısına yine Hristakis koydular. Vasili ve ailesi, Londra’yı 1964 yılında terkederek Melburn’a gittiler... Küçük kardeşi Pavlos da katılmıştı Vasilis’e... “Neden İngiltere’den ayrılıp Avustralya’ya gittiniz?” diye soruyorum Vasili’ye. “Kardeşim Nisiforos zaten Melburn’daydı ve bana mektup yazarak Avustralya’nın yaşanacak çok daha iyi bir ülke olduğunu anlatmıştı. Üç amcam yani Dimosthenis, Stefanos ve Yannis de Melburn’da yaşıyordu. Bunlar babamın erkek kardeşleri idi. Ailemin bulunduğu bir yere gitmek önemliydi. Pavlos da Londra’da ailesiyle birlikte yaşıyordu, hep beraber gitmeye karar verdik. Pavlos, eşi Athina ve üç oğluları, ben ve eşim ve iki oğlumuz. Yorgos 9 yaşındaydı, Hristakis henüz 4 yaşındaydı...”
2023'te Eleni ve Vasili...
*** “Southampton limanından Chandras’lara ait Ellenis gemisiyle ayrıldık. Çok iyi bir gemiydi bu... Sineması, barları, yüzme havuzları, herşeyi vardı, yiyecek de çok iyiydi... Bir zamanlar Ellnis’in bir kargo gemisi olduğunu ve Amerikalı sahiplerinden Yunanlılar satın almadan önce hayvan nakliyatında kullanıldığını öğrendim – sonra da lüks bir yolcu gemisine dönüştürülmüştü. Gemi çok kalabalıktı. 900 yolcu olması gerekiyordu ancak sanırım 1200 kadar yolcu vardı. İngiltere’den yolculara en iyi kamaralar verilmişti...”
*** Ellinis gemisi İngiltere’den ayrıldıktan 29 gün sonra Melburn limanına varacaktı... “Melburn’a vardığımızda kardeşim Nisiforos, bizi karşılamak üzere iskelede bekliyordu. Bir steyşın vagonu olan bir arkadaşıyla birlikte oradaydı. Hepmiz de bu arabaya tıkıştık ve kardeşimin arkadaşı bizi West Brunswick’te 18 Cook Sokağı’ndaki kardeşimin evine götürdü. Hatırlarım da ertesi günü valizlerimizi almak üzere tekrardan limana gitmem gerekecekti. Bir sene boyunca Nisiforos’un evinde kalacaktık, eşi eleni ve iki kızı Athulla ve Erione ile birlikte. Ailemiz bir odayı paylaşıyordu. Kardeşim Nisiforos, Melburn’daki Kıbrıs Toplumu’nun aktif bir üyesiydi yıllar boyunca ve onun aracılığıyla pek çok önde gelen insanla tanışacaktım...”
*** 1965 yılında Vasili ve ailesi, North Fitzroy’da, Ray Sokağı’nda kendi evlerini kiraladılar ve iki sene boyunca burada yaşadılar, sonra da Abbottsford’taki Park Sokağı’nda bir başka kiralık eve geçtiler. Abbotsford’tayken Eleni, ayakkabılara topuk üreten bir fabirkada iş bulacaktı. Sonra da Ring Grip adlı bir başka fabrikada çalışmaya başlayacaktı... Burada 15 sene boyunca çalışacaktı. Vasili ise, kardeşi Nisiforos’un çalıştığı bir döküm fabrikasında iş bulacaktı. Holden marka arabalar için kapı elleri, metal kapı parçaları ve rozetler ürettikleri bir fabrikaydı bu ve Vasili burada 19 sene boyunca çalışacaktı.
*** Melburn’a geldikten hemen sonra Vasili’nin oğlu Yorgos, North Brunswick Devlet Okulu’na yazılacaktı... Yorgos, “Bu deneyim, Kuzey Londra’daki okulla ilgili deneyimimden çok farklıydı. Londra’da hafta başında beş şilin öderdiniz ve öğleyin yemeklerinizi sıcak sıcak okulun yemek odasında yerdiniz. Tüm diğer çocuklarla birlikte oturup her gün farklı bir yemek yerdiniz, mesela greyvili rosto ve tatlı olarak da mahallebi. Oysa Avustralya’da okulun mağazasında sıraya giriyor ve sandviç, çörek ya da etli turta satın alıyordunuz...”
*** Eleni, Avustralya’ya gelmekten mutlu değildi. Londra’da kalmayı tercih ederdi. “Petri’yle evli olan kızkardeşim Panayota ile Hristo’yla evli olan kızkardeşim Hristalla, her ikisi de Londra’daydı. Onları Kıbrıs’tan ben getirtmiştim Londra'ya, son’a da onları geride bırakıp gitmiştim...” Vasili ve Eleni, ilk evlerini 1971 yılında Northocote’ta 210 Mitchell Sokağı’nda satın almayı başaracaklardı... “Çok güzel, mavi taşı bir evdi” diye hatırlıyor Vasili... “Ev için 10 bin dolar ödemiştim ve orada 31 sene boyunca yaşadık. Eminim ki şimdilerde bir milyon dolardan fazla eder...”
*** Vasili ve Eleni, 1977 yılında Kıbrıs’a dönmeyi başardılar. Eleni için bu mayhoş bir deneyimdi... “Annemi onca yıl sonra tekrar görmek harikaydı ancak ben yurtdışında yaşarken babam vefat etmişti. Onu bir daha görememiştim. 1965 yılında ölmüştü ancak annem 104 yaşına kadar yaşadı. Ondan sonra annemi dört defa daha görecektim...”
*** 2002 yılında Vasili ve Eleni Northcote’taki evlerini sattılar ve Pascoe Vale’de bugün de yaşadıkları eve geçtiler. Kıbrıs’tan ayrılmaktan hiç pişman olup olmadıklarını soruyorum Vasili ve Eleni’ye... Vasili, “Tek pişmanlığım ailemizin dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış olması ve birlikte çok zaman geçiremeyişimizdi” diyor. “Göçteki sorun işte budur. Pek çoğumuz 1950’li ve 60’lı yıllarda politikadan ve toplumsal ajitasyonlardan yorulduğumuz için Kıbrıs’tan ayrılmıştık. Solcular sağcılara ve tüm faşistlere karşıydılar. Kıbrıs herkes için mahvoldu. Kıbrıs’ta kalanlar darbe ve savaş esnasında oğlularını ve babalarını kaybettiler. Bu, biz de olabilirdik. Bu açıdan, Kıbrıs’tan ayrıldığımız için memnunum” diyor...
*** Eleni ise, “İngiltere’de evladımı kaybetmek, hayatımda en zor andı” diyor. “Onun öldüğü gün kalmış, ona bir biberon süt vermiştim. O sabah yalnızca üç ons içmişti. Yüzüne bakmıştım ve yüzünün karardığını görmüştüm... Ve durup dururken bebeğim “mama” (“anne”) demişti. İnanılmazdı bu. Bu, söylediği ilk sözcüktü. Hemen onu sarıp sarmalamış ve doktora götürmek üzere evden çıkmıştım. Otobüs durağına geldiğimde bebeğim kollarımda ölmüştü. O günü hiç atlatamadım. O her zaman benimle birliktedir. Benim küçük meleğim...”
*** “Hayatımız boyunca çok acı çektik” diye anlatıyor Vasili... “Babamı o kadar trajik biçimde kaybetmem, beni ve kardeşlerimi yıkmıştı... O kaybı hiçbir zaman atlatamadık. Ve bu darbenin en zalim yanı da bu kazanın önlenebilir olmasıydı. Eğer Fandakis doğru düzgün materyaller kullanmış olsaydı kuyu içerisinde, babamın ayağı kayıp o kuyuda ölmeyecekti. Babamın ölmüş olduğu o günü hiç unutmadım...”
*** Vasili ve Eleni Yeorgiu’ya, hayat hikayelerini “Kıbrıs’ın Hikayeleri”nde (“Tales of Cyprus”) yayınlamama izin verdikleri için teşekkür ederim. Oğluları Yorgos ve Kris’e ve gelinleri Andrea’ya da bu süreçteki yardımları ve destekleri için özel teşekkürler...
(TALES OF CYPRUS’ta Konstantinos Emmanuelle’in yazısını özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).