1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Mora’da, Strovulo’da, Dikmen’de, Boğaz’da, Minareliköy’de kazılara devam...
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Mora’da, Strovulo’da, Dikmen’de, Boğaz’da, Minareliköy’de kazılara devam...

A+A-

Kayıplar Komitesi’nin adamızın kuzeyinde ve güneyinde yürütmekte olduğu kazılar devam ediyor. Lefkoşa’da bir “kayıp” şahıstan geride kalanların bulunmuş olduğu Domuzcular Burnu’nda (Trahonas askeri bölgesi) devam eden kazı çalışmaları tamamlanarak kazı kapatılırken, Omorfo’da da 1963 “kaybı” bir Kıbrıslıtürk’ün olası gömü yeri olarak gösterilen iki farklı kuyudan ikincisindeki kazı çalışmaları da tamamlanarak kazı sona erdirilmiş bulunuyor. Aynı şekilde Çamlıbel’de (Mirtu) bir “kayıp” Kıbrıslırum’un olası gömü yerinde yürütülen kazılar da tamamlandı ve herhangi bir sonuca ulaşılamadı.

Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üye Ofisi Kazılar Koordinatörü Arkeolog Gülseren Baranhan’dan aldığımız bilgilere göre, halen Meriç’te (Mora) bir grup “kayıp” Kıbrıslırum’un Mora’da Kıbrıslıtürk mezarlığı arkasında gömülü olabileceği bilgisiyle başlatılmış olan kazı çalışmaları sürüyor. Aynı şekilde Minareliköy’de (Neahorgo Kitrea) başlatılmış olan ve bir grup “kayıp” Kıbrıslırum’un aranmakta olduğu olası gömü yerlerinden ikinci kuyuda da kazılar sürüyor. Bölgede başka kuyular da bulunuyor ve kuyu kazılarının devam etmesi bekleniyor.

Dikmen’de (Dikomo) bazı Kıbrıslırum “kayıplar”ın arandığı bir diğer kazı devam ederken, Girne Boğazı’nda iki “kayıp” şahıstan geride kalanların dağınık biçimde bulunduğu kazı da sürüyor.

Kıbrıs’ın güneyinde 1963 “kaybı” bazı Kıbrıslıtürkler için Strovulo’da bir olası gömü yerinde de kazılar devam ediyor.

Kazı ekiplerindeki tüm arkeologlarımıza, şirocularımıza ve diğer çalışanlara “Çok kolay gelsin” diyoruz.

11-043.jpg


“Tarihin tırnakları ve Annan Planı’nda kaybettiklerimiz...”

Andreas PARASKOS

Elitis, "Ara sıra tarihin tırnaklarını kesmeye bak, yoksa uzar ve hem seni hem de gerçeği boğar" diye yazmıştı. Biz bu ülkede sadece işimize geldiği zaman şairlere atıfta bulunduğumuz için de, 7 Nisan'da 17. yılını tamamlayan Tassos Papadopulos'un "Hayır"ıyla neler kaybettiğimizi görmek için bugün "tarihin tırnaklarını kesmeye" çalışacağım.

Gözlerinde yaşlarla, o pek görkemli "Uluslararası kabul görmüş bir devlet aldım. Uluslararası alanda konuşma hakkı olmayan ve bir vasiye gereksinim duyan bir Toplum teslim etmeyeceğim" sözleriyle Papadopulos Kıbrıslı Rumlara Annan planını reddetme çağrısında bulunmuştu. Aynı Papadopulos Miloseviç’le işbirliği yaparak Sırp halkının milyonlarının çalınmasına ortaklık etmişti.

Adamızın işgal altındaki kuzey kesiminin insan kayıplarını, kayıp mallarını ve güzelliklerini hesaba katmayanların masrafsız konuşmalarında ve şaşaalı analizlerinde, bir "Hayır", "Evet" demiş olduğumuz takdirde nelere sahip olacağımızı düşündüğümüzde ancak siyasi saflık olarak nitelendirilebilir. Maraş ve Koççina bizim olacaktı. Atienu, Mammari, Pile ve Trulli'nin bugün işgal altındaki bölümleri. Agios Nikolaos, Petrofani, Selemani, Varişa, Ahna, Petra, Lefke Agios Georgios, Galini, Lutro, Piroi ve Timbu… Ta baştan.

1 Mayıs 2006'dan itibaren Aheritu, Ammadion, Avlona, Kalopsida, Kondea, Limnidi, Lisi, Makrasiga ve Kserovuno’nun iadesine başlanacaktı. 1 Ekim 2006'dan itibaren Yerolakkos, Aşağı ve Yukarı Zodya, Mia Milia ve Maraş'ın kuzeybatı kesimi sakinleri geri dönecekti. 2007’nin yılbaşından itibaren Omorfo ve köylerinin sakinleri, Aya Marina, Ayios Ermolaos, Ayvasıl, Ağridaki, Argaki, Aşa, Asomatos, Vadili, Filia, Gayduras, Kalo Horyo, Karavostasi, Karpaşa, Katokopya, Kondmenos, Kormacit, Kira, Larnaka Laptası, Mirtu, Nikitas, Pendaya, Potamos tu Kambu, Omorfo Prastio’su, Mağusa Prastio’su, Pirga, Sisklipos ve Şillura sakinleri köylerine geri dönecekti. Geriye kalan 900 Yunan askeriyle 600 Türk askeri en son 2019'da adayı terk edecekti.

Zaman ne kadar hızlı geçiyor sahi ve onunla birlikte kabul edilemez olarak adlandırılan planların reddedilmesiyle, şehirler, köyler, mülkler ve özellikle insanlar ne kadar hızlı yok oluyor. Planı reddedenlerse ülkeyi yönetmeye devam ederek kontrolsüz bir şekilde ve kimse onlara dokunamadan servetlerine servet katıyor. Miloseviç skandalını Kıbrıs’ın varlıklı orta sınıfının kan kaybına neden olan borsa skandalının takip ettiğini bu noktada hatırlatırım.

Sonra, Kıbrıs olarak yaptığımız ve gişe rekorları kıran Çamaşırhane filmine konuk olan kara para aklama geldi. Ardından yüksek politik denetim ve Kıbrıs bankalarında korunaklı bir liman bulan oligark Rus-Ukraynalı işadamlarıyla bağlantıları olan golden boys oyunu geldi. Sonra Cumhurbaşkanının yakınlarının dahi paralarını yurt dışına kaçırdığı tıraşlama geldi. Büyük final, hâlâ devam eden 10 milyarlık "altın pasaport" skandalı… Araştırma komitesinin ilgili çalışmaları halen sürüyor!

Bu koşullarda Kıbrıs sorununun çözülmesini niye istesinler ki? Tassos Papadopulos 6.7.2005 tarihinde "Annan Planı'nın yeni bir müzakere turu için temel oluşturabileceğine inanıyoruz, çünkü ilk önce önemli ölçüde iyileştirilmiş ve değiştirilmiş olacaktır" demişti. Diplomatik ofisinin yöneticisi Tassos Conis ise 13 Kasım 2005'te "Fileleftheros"a şunları söyledi: "Planın müzakerenin temeli olduğu ne anlama gelir? Bu, diğer tarafla birlikte Plan metnini görmek ve anlaşmanın mümkün olduğu noktalarda değişiklikler yapmak için masaya oturacağız demekse eğer, bu durumda da kapana kısılmamak imkansız olur. Öncelikle bu zemini kabul etmekle, uluslararası topluma Annan Planı ile ilgili sorunumuzun ciddi olmadığı ve bu nedenle onu reddetmekle yanlış yaptığımız izlenimini yaratacağız ki bu durumda da bizden sadece birkaç küçük talebimizin olmasını bekleyecekler» .

Ertesi gün Tassos, Cionis'in izinden gitti: "Şu anda müzakerelerin yeniden başlaması ihtimali yok ve bu nedenle Kıbrıs Rum tarafının tam olarak ne istediği kamuoyuna söylenmemelidir" dedi. İşte bugün Nikos Anastasiadis de tam aynısını yapıyor. Tassos'u taklit ediyor. Tassos Kıbrıs sorunuyla ilgili tüm tarafların bulunduğu İsviçre'nin Burgenştok kentinde sadece müzakere etmemekle kalmadı, kalkıp ülke lideri olarak AB zirvesine katılmak için toplantıdan ayrıldı. Öte yandan "hafif bir hayır" diyen Hristofyas, Tassos'un Annan planını yeniden müzakere edeceğini ve onu sağlamlaştıracağını ilan ediyordu!

Referandumdan altı ay sonra, Hristofyas’ı gerçeğe döndüren yine Tassos'un kendisi oldu. 11.10.2004’te Finlandiya'daki "Paasikivi" örgütünün etkinliğinde yaptığı konuşmada, mevcut durumun herkes için en iyi ikinci çözüm olduğunu” söyledi. 17 yıl sonra, Nikos Anastasiadis'in iki devletli çözüme rıza göstermesiyle tarihin tırnakları Kıbrıs Cumhuriyeti'ni boğacak kadar uzadı. Tassos Papadopulos tarafından devralınan devleti Anastasiadis’in, çocuklarımıza bir topluma çevirerek devredeceğine dair en ufak bir kuşkum kalmadı. Çünkü deyimin de dediği gibi parayı sevenler çok oldu ama hiçbiri Kıbrıs Cumhuriyetini sevmedi...

(FİLELEFTHEROS – Andreas Paraskos – Çeviri: Vulla Harana/RIK – 11.4.2021)


“Komşun berbat haldeyken, nasıl mutlu olabilirsin?”

Beş yıldır Bakü’de fiili olarak ev hapsinde yaşayan Azerbaycanlı yazar Ekrem Eylisli, geçen Aralık ayında, Columbia Üniversitesi ve PEN Amerika’nın desteğiyle düzenlenen çevrimiçi bir etkinliğe konuk oldu. Ermenistan ile Azerbaycan arasında geçen yıl sonbaharda yaşanan savaşın yanı sıra edebiyat, ülkesinde yaşadığı hukuki sorunlar ve insanların empati duygusuna duyduğu güven üzerine de konuşan yazar, Mark Lipotevsky’nin moderatörlüğünde, dünyanın çeşitli yerlerinden okurlarının sorularını yanıtladı. Amerikalı Azeri gazeteci Alex Raufoğlu ve çevirmen Katherine E. Young’ın da katıldığı etkinliğin bir bölümü, Rusçadan İngilizceye aktarılarak Los Angeles Review of Books adlı internet dergisinin 27 Şubat tarihli sayısında yayımlandı. Metnin geniş bir özetini sunuyoruz:

9 Şubat 2013’te, Azerbaycan’da yazar Ekrem Eylisli’nin eserleri hükümeti rahatsız ettiği için yakılmış; Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, Eylisli’den ‘halkın yazarı’ unvanını geri almış ve Cumhurbaşkanlığı’nın bağladığı özel maaşı kesmiş; Eylisli’nin eşi ve oğlu işlerinden atılmıştı. Ölüm tehditleri alan Eylisli, 2014 yılında, çeşitli ülkelerden destekçileri tarafından Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterildi. Mart 2016’da, davet edildiği bir edebiyat festivaline katılmak üzere Venedik’e gidecekken Bakü Havaalanı’nda tutuklanan 79 yaşındaki yazar hakkında asılsız suçlamalarla davalar açıldı. Bu davalar hâlâ karara bağlanmış değil.

 

***Böyle bir dönemde yazar olmak nasıl bir şey?

Öncelikle, içinde bulunduğum duruma açıklık getirmek isterim. Bana seyhat etmeyeceğime dair bir anlaşma imzalattılar, dolayısıyla Bakü sınırları dışına çıkamıyorum. Dahası, savcılık kimlik belgeme el koydu. O belge olmayınca fiilen hiçbir hakkınız olmuyor; oy kullanamıyorsunuz, hiçbir şey yapamıyorsunuz. Azerbaycan yasaları uyarınca, savcılığın benimle ilgili davayı bir yıl içinde incelemesi gerekiyordu. Ama, Mart 2016’da açılan dava hâlâ görülmedi. İşleme almıyorlar dosyayı. Bu durum bana psikolojik olarak çok ağır geliyor ve üzerimde baskı oluşturuyor. Fakat bazı kişiler, sanırım, Azerbaycan topraklarının bir kısmının Ermenistan’ın denetiminde (öyle diyelim) olmasından kaynaklanan endişelerini yenmeye başladılar, biraz sakinleştiler. Sanırım [gülüyor] bu durum benim hayatımda bir şeyleri değiştirecek. Sakinleşip, nihayet “Bu adam ne yaptı ki? Onu toplumdan daha ne kadar koparabiliriz? Bu onun için iyi değil” diyecekler. Bence tüm bunlar geçecek. Bundan eminim.

Bu zor zamanlarda nasıl yaşadığım sorusuna gelince; bana öyle geliyor ki, hangi şartlar altında olursa olsun, bir yazar hep kendi dünyasında yaşar. Örneğin, benden alınan şeylere dair çok derin bir kayıp hissi yaşamadım, moralim de bozulmadı, çünkü hiçbir zaman özgür olmadım zaten. Okulda da, üniversitede de, işte de hiç böyle bir şey hissetmedim. Sadece yazı masamda, biraz… Onu benden alamadılar. Hiçbir yazarın elinden alınamaz o his. Şu anda edebiyat aracılığıyla yaşıyorum. Evet, bu mümkün. Edebiyatta oksijen bol; hatta, özellikle pandemi şartlarında, sokaklara göre daha fazla.

 

*** ‘Elveda Eylis’ başlıklı üçlemenizi oluşturan romanlardan (‘Yemen’, ‘Taştan Rüyalar’, ‘Fantastik Bir Trafik Sıkışıklığı’) en önemlisi hangisi sizin için?

Düşündüğümde, ‘Taştan Rüyalar’… Bu romanı Ermeniler değil Azeriler için yazdım. Halklarımız arasındaki tüm köprülerin yıkılmaması, özellikle kültürel olarak derin bir yabancılaşma yaşanmaması arzusuyla yazdım. Biz Türki bir halkız ama asıl olarak bir Kafkas halkıyız. Türklere ya da Orta Asya’ya değil, Kafkasya’ya özgü bir düşünce yapımız var. ‘Taştan Rüyalar’ı, insanların birbirimize hakaret etmek, birbirimizi öldürmek zorunda olduğumuzu düşünmesinler diye, halkları birbirine yaklaştırma arzusuyla kaleme aldım.

 

***  Dünyanın çeşitli yerlerinden okurlar olarak size nasıl yardım edebiliriz?

Burada oturuyoruz, siz iyi yürekli insanların yüzlerine bakıyorum. Bunun keyfi bana yatar, birkaç gün de olsa. İnsan bazen aniden böyle güzel anları hatırlayarak yaşama gücü buluyor. Okurların bana nasıl yardımcı olabileceğini bilmiyorum. Birçok kuruluş yardım etmek istedi. Hatta Noveç’ten mükemmel bir pozisyon teklifi geldi, oraya taşınabilmem için. Gitmedim, çünkü bir gün bu insanlar, yetkililer benim Azerbaycan’ı onlardan daha çok sevdiğimi anlayacaklar. Azeri halkı içinde bunu bilenler olduğunu düşünüyorum. Bunu söylemek tehlikeli [gülüyor] ama gerekli.

 

***  Yazar olarak kimlerden etkilendiniz?

Farklı dönemlerde farklı yazarlardan etkilendim. İlk olarak Heinrich Böll büyülemiştir beni. Onun eserlerini kendime o kadar yakın hissederdim ki, aynı yerde doğmuşuz, aynı köyde yaşayan insanlarmışız gibi gelirdi bana. Sonra, Gorki’nin erken dönem eserlerini hakikaten çok sevdim. Şimdilerde, Rus yazarlardan en çok İvan Bunin’i beğeniyorum. O da ruhumda bir yerlere dokunuyor. Kurduğu gündüz düşleri, kendine has, sakin üslubuyla, bana hitap ediyor. En çok sevdiğim Amerikalı yazar ise Steinbeck.

Beni her şeyden çok Azeri destanları etkilemiştir. Bir hayali olan, kahraman olmak, başkaları için iyi bir şey yapmak isteyen kişilerin anlatıldığı türden destanlar… Çocukluğumda özellikle masalları severdim, hâlâ severim. Yazdığımız her şey masalmış gibi geliyor bana. Örneğin Marquez mükemmel bir hikaye anlatıcısıdır, özellikle de tam anlamıyla bir masal olan ‘Yüz Yıllık Yalnızlık’ta.

 

***  Zoom üzerinden gelen bazı soruları yönelteceğim size. Azerbaycanlılar arasında neden Ermenilere dönük bu kadar büyük bir nefret var? Tarih neden çarpıtılıyor?

Tanıdığım Ermenilerden, Azerbaycanlılara karşı nefret besleyebilecek ancak birkaç kişi vardır. Azeri arkadaşlarım da Ermenilere karşı herhangi bir nefret beslemiyor. Bence, Ermenistan’la aramızdaki kültürel bağları kimse yok edemez. O kültür bizi bir araya getirdi ve yine getirecek; böyle ümit etmek istiyorum. Bu günlerde siyasetçilerden ümit yok. Tek ümit kültürde; nesilden nesle aktarılan şarkılarımız, aynı ezgiler eşliğinde yaptığımız danslar gibi değerlerde. Türki halklar arasında, yalnızca Azeriler bu tür müziklerle dans edebilir. Ümidimi koruyorum, çünkü kültür, siyasetten daha güçlü bir malzeme. Siyaset hep hareket halindedir, sürekli değişir, kültürde ise gelip geçicilik diye bir şey yoktur. Ümidim o ki, kültür bizi bir gün iyiliğe davet ederek bir araya getirecek.

 

***  Ermenistan ile Azerbaycan araındaki son savaştan sonra, Karabağ’da insan hakları ihlalleri sürerken diyalog nasıl yeniden kurulabilir?

Ermeni halkı ciddi bir travma yaşadı. Bu travmayı en kısa sürede atlatmalarını diliyorum. Son savaş sırasında herkes Ermenistan’a yardım edecek gibi görünüyordu ama hiçbir yerden yardım gelmedi. Rus Ordusu olmasaydı, Rus barış güçleri Karabağ’a girmeseydi, bence orada korkunç bir katliam olurdu. Şükür ki böyle bir şey olmadı. Ama Ermenistan çok derin yaralar aldı. Bu yaraları ancak Ermeni halkı, halkın ruhu, kendi tarihine ve gücüne duyduğu güven sağaltabilir. Bazı Ermeni liderler, fanatik vatanseverlikte bizim bazı liderlerimizin gerisinde kalmıyor. Bu, normale dönüşün sağlanması açısından çok zararlı. Siyasi açıdan, fikrim hâlâ şu: Ermeniler siyasetçilerine güvenmemelilerdi. Ermenilerin kalkıp ayakları üzerinde durmalarını, sorunlarını çözmelerini arzu eden Azerilerin de olduğuna inanıyorum. Tüm bu savaşları, kişilerin çektiği acıları, genç ölümleri, kendi kederim olarak yaşıyorum. Geçmişte olduğu gibi şimdi de böyle bu. Başka nasıl yardımcı olabileceğimi bilmiyorum.

 

***  Bir ütopya yazıp, görmeyi hayal ettiğiniz Azerbaycan ya da Kafkasya’yı anlatmak ister miydiniz?

Çok isterdim. Yaradılış itibariyle idealist biriyim. Bence Kafkas kültürümüz ve bu coğrafyaya özgü zihniyet, ülkelerin liderlerine kendi sorunlarını çözme konusunda yardımcı olacaktır. Hep şöyle düşünmüşümdür: Bu sorunları onlar çözmezse kimse çözmez. Kimse de çözmedi. Sizin iç meselelerinize kim çözüm getirebilir? Dünya açısından Kafkasya, gezegenin küçücük bir parçası. ‘Taştan Rüyalar’ı, Ermeniler ve Azeriler birbirine ebediyen düşman olmasın diye yazdım. Yaptığım şeyi kahramanlık olarak görmüyorum. Sadece, bu iki halkın birbirini ve kendi hafızasını kaybetmemesini istedim.

 

***  Azerbaycan’da kalma kararınız, öğrencilerinin Yunanistan’dan kaçmasını önerdiği Sokrates’in kararına benziyor. Bu güç durumda size örnek olan tarihsel figürler var mı?

Benden daha kötü şeyler yaşayan birçok yazarın başına gelenleri düşünmek, şimdi de, geçmişte de hiç yalnız olmadığımı hatırlatıyor, iyi geliyor bana. Bir insanın kutsal, büyük bir şey düşünmüş, diğerlerinin bunu akıl edememiş olması imkânsızdır. Bir yazarın aklına güzel bir şey gelmiş olması, bunu yalnızca o yazarın değil birçok insanın düşündüğü anlamına gelir Yazarların yaptığı, halkın ruhunu ifade etmekten ibarettir. Hakiki bir yazar hiçbir zaman yalnız değildir.

 

***  Venedik’te yapmak üzere hazırladığınız konuşmada, yalnızca içinde yaşadığınız toplumun değil bütün dünyanın bir çıkmaza girdiğini, bir boşluktan muzdarip olduğunu ve bu boşluğun milliyetçilikle doldurulduğunu belirtiyorsunuz. Aradan geçen beş yıl içinde bu teşhisiniz değişti mi?

Hala böyle düşünüyorum. Şeytan hep görev başındadır; nerede boşluk varsa oraya sinsice girip iğrenç işlerini yapar. Şeytanın beyhudeliği, boşluğu, aşırı vatanperverlikte vücut bulur. Her hükümet “Benim için en kıymetli şey milli çıkarımdır” diyor. Bundan daha zararlı bir şey olamaz. Tüm milletler, bir salgın hastalık deneyimi yaşarken, salgını kimsen kendinden uzak tutamazken ne tür bir milli çıkardan söz edilebilir? Bu gurur, bu “Benim ülkem her şeyden üstündür” zihniyeti insanlığı öldürüyor. Bütün dünya tehlikeyle karşı karşıya kalmışken senin halkının ne gibi bir çıkarı olabilir? Gezegenin tamamı, tek bir toprak parçası olarak tehdit altındayken, toprak bütünlüğü nasıl bir anlam taşıyabilir? Şimdi tüm liderlerin, tüm devletlerin sloganı “Milli çıkarlarımızın arkasındayız.” Bir parodi bu, bana göre. Hatta Tanrı’nın, tabiatın, insanlığın yüzüne tükürmek gibi bir şey. “Kendi çıkarım benim için daha önemli”… Ne çıkarı? Eğer insansan, komşun berbat haldeyken sen nasıl mutlu olabilirsin?

(İngilizceden çeviren: Altuğ Yılmaz)

(AGOS – 13.3.2021)

PAZARTESİ DEVAM EDECEK

Bu yazı toplam 1331 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar