“Mostar’da üç savaş kurbanının kalıntıları bulundu...”
Dünyada geçmişle yüzleşme konusunda neler yapılıyor? Bosna-Hersek’in Mostar kentinde “kayıplar”ın bulunması için kazılar devam ederken, üç “kayıp” şahıstan geride kalanlara bu kazılar esnasında ulaşıldı.
Sözkonusu “kayıp” kalıntılarının 1993 yılında savaş esnasında “kayıp” edilmiş olan “kayıplar”a ait olduğu tahmin ediliyor. Bunun için DNA testlerinin yapılması ve kimliklendirmeye gidilmesi gerekecek.
Balkan Araştırmacı Gazeteciler Ağı’nda yer alan habere göre Mostar’da Miliykoviçi bölgesinde yapılan kazılarla ilgili olarak Bosna Kayıp Şahıslar Enstitüsü geçtiğimiz Çarşamba günü yaptığı açıklamada, sözkonusu insan kalıntılarının 1993 yılında Mostar bölgesinde “kayıp” edilmiş Boşnak savaş kurbanlarına ait olabileceğini belirtti.
Yapılan açıklamada, “Kazılar ardından bulunan insan kalıntıları Sutina Şehir Mezarlığı’na götürüldü – burada kriminal ve teknik incelemelerin yanısıra adli incelemeler de yapılacak ve kemik örnekleri alınarak DNA analizleri aracılığıyla kurbanların kimliklerinin belirlenmesine çalışılacaktır” denildi.
Bosna Kayıp Şahıslar Enstitüsü sözcüsü Emza Fazliç’in BİRN’e yaptığı açıklamada, bulunan “kayıp” şahıslardan bir tanesinin kısmi olarak yakılmış olduğunu fakat yine de DNA örneği almayı başarabileceklerini de belirtildi.
(BİRN’den Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).
Bosna'da yürütülen kazılardan görünüm...
“Katalonya, cadılıkla suçlanarak idam edilen 700 kadından özür diledi...”
Avrupa'da çoğu kadın on binlerce kişi cadılıkla suçlanarak yakılmış ya da boğulmuştu.
İspanya'da Katalonya Parlamentosu, 15. ve 18. yüzyıllar arasında büyücülük yaptıkları suçlamasıyla idam edilen yüzlerce kadını affetti. Solcu ve milliyetçi partilerin desteğiyle kabul edilen tasarıyla kadınlara itibarlarının iadesi amaçlanıyor.
Katalonya Özerk Yönetimi Başkanı Pere Aragones, 1424'te çıkarılan ve Avrupa'da türünün ilk örneği olan büyücülük yasası kapsamında başlatılan cadı avını "Kurumsal kadın cinayetleri" diye nitelemişti.
Bu dönemde şifacılık yapan ve çocukların ani ölümleriyle hasadın kötü olmasından sorumlu tutulan yaklaşık 700 kadının idam edildiği belirtiliyor.
İspanyol tarihçilere göre Avrupa'nın aksine Katalonya'da cadılıktan suçlu bulunan kadınların cezası "odunların ziyan edilmemesi için" yakılarak değil asılarak infaz ediliyordu.
Katalonya, Avrupa'da cadı avının başlatıldığı ilk bölgelerden biriydi.
'Adları caddelere verilsin'
Bağımsızlık yanlısı ve solcu gruplar, idam edilen kadınların, kadın düşmanlığının kurbanı olduğunu belirterek Katalonya'da caddelere bu kişilerin adlarının verilmesini istiyor.
Avrupa genelinde çoğu kadın on binlerce kişi cadılıkla suçlanarak ölüme mahkum edilmişti.
İskoçya, İsviçre ve Norveç'te de cadı avı kurbanları için af çıkarılmış ve bu kişilerden özür dilenmişti.
Barcelona Üniversitesi'nden modern tarih uzmanı Prof. Pau Castell, Katalonya'da kırsal bölgelerin derebeylerinin mutlak hakimiyetinde olması nedeniyle 15. yüzyıldan itibaren cadı avının çok daha yaygın olduğuna dikkat çekiyor.
Katalonya'daki cadı avıyla ilgili bir kitabı bulunan Ivet Eroles, Katalan feministlerin 'Biz yakamadıkları cadıların torunlarıyız'' sloganına gönderme yaparak ''Daha doğrusu biz onları katleden zalimlerin varisleriyiz'' diyor.
(BBC – 27.1.2022)
“Türkiye’de özel isimlerin tarihi...”
Nesi Altaras
Detaylı çalışmasında Türkiye’de şahıs isimlerindeki dalgalanmaları mercek altına alan Doğan Gürpınar yine arşivlik bir çalışma üretmiş. Türkiye Özel İsimlerin Tarihi’nin temel bilgi kaynağı farklı eğitim kurumlarının yıllıkları ve mezun listeleri ve bu verilere birbirinden ilginç anekdotlar eşlik ediyor. Araştırmada sistematik olarak ele alınmayan gayrimüslim isim pratikleriyse sürekli olarak Gürpınar’ın hikayesinin değişik yerlerinde beliriyor. Çünkü isimlerinin tarihini yazarken da görüldüğü gibi Türkiye’de tarih yazarken gayrimüslimleri görmezden gelmek, her zaman sadece Müslümanlardan müteşekkil bir ülkeymiş gibi ele almak mümkün değil.
Başlık Türkiye’de isimlere odaklanacağı iddiasında ve gerçekten de kitap sadece Türk isimlerini ele almakla da kalmıyor. ‘Etnik ve Kimlik Temelli İsimler’ başlığı altında bir kısımda Kürtçe, Çerkes, Alevi ve Bölgesel isimleri de inceliyor. Ancak böyle bir başlık açmasına rağmen Gürpınar Türkiyeli Yahudilerin, çifte isim pratiği akademik çalışmalara konu olmuş Ermenilerin, Rumların isimlerini anekdot seviyesinde tutuyor.
Bunu şaşırtıcı yapan şey ise aslında kullandığı elit liseler örnekleminin gayrimüslim isimleri, özellikle 1800lerin sonu 1900lerin başı arasında irdelemeye çok müsait olması. Odaklandığı Galatasaray Lisesi, Robert Kolej, Notre Dame de Sion (NDS) ve Şişli Terakki öğrenci listeleri tarihlerinin özellikle ilk başlarında ağırlıklı olarak gayrimüslimlerin devam ettiği okullardı. Hatta gayrimüslimleri kenara koymanın araştırma için daha fazla iş yükü yarattığını görüyoruz: NDS’de Türkan isminin izini sürerken yazar şöyle diyor: ‘Gayrimüslim mezunları ayıkladığımızda bu beş Türkan 400 Türk isimli mezunların arasında %1,3 oranına denk düşer.’ (s. 278) Yani yekpare bir Türk ismi analizi (yahut Müslüman ismi analizi) elde etmek ancak geçmişten gayrimüslimleri ayıklanmasıyla yapılabiliyor.
Galata İlkokulu’na Türkçe İsim Operasyonu, 1933
Bu ayrılmazlığın en belirgin örneği 1933 yılında bir haberden karşımıza çıkıyor. Bu anekdotun açıklayıcı gücünü gören yazar neredeyse iki sayfayı Yahudilerin ismen Türkleşmesine ayrıyor. ‘Çocuk Sesi dergisinin 1933 Nisan sayısında… ’40 Talebenin ismi Türkçeye çevrildi: Vekalet teşekkür etti’ altbaşlıklı’ (s. 234) bir haber var. Galata ilkokulunda adlarında da büyük bir kısmının Yahudi olduğu anlaşılan öğrencilerin adları Türkçe’ye çevrilmiş. Bu işlem ne kadar baskı altında gerçekleşmiş veya ailelerin bilgisi dışında mı gerçekleşmiş meçhul.
‘Değişen isimlerden erkek olan yirmi yedisinin dokuz tanesi ismi olarak Türk kahramanlarının isimlerini almıştır: Cengiz, Yavuz, Yıldırım, Orhan (İsak’in yeni adı), Atilla, Selçuk (Mişon’un yeni adı), Turgut, Ertuğrul (Avram’in yeni adı), Mete…Tekin (Eliz’in yeni ad)…Alp, Kaya (Hayim’ in yeni adı)…Yahudi kız çocuğu Roza, Gül oluverirken Estrea Yıldız olmuş, isimleri Türkçe’ye çevrilmiştir. (s. 234-235)
Galata’da 1933’te gerçekleşen bu başarılı ismen Türkleştirme operasyonu üzerine Maarif Vekili Reşid Galip ‘Yahudi vatandaşlara’ teşekkür ediyor ve çocukları tebrik ediyor. İsim verme pratiğinin asimilasyondaki öncü rolü de bu anekdotla ortaya konmuş. Aynı yıllarda başlayan ve artarak devam eden gerçek ise Orhan, Selçuk ve Ertuğrul gibi ‘Türk büyükleri’ isimleriyle olmasa da, bu listeden Alp ve Yıldız gibi isimler Yahudiler tarafından bilerek çocuklara verilir hale geldi.
Erollar, Selinler, Rahmiler
Bu ismen Türkleşme hikayesi özellikle İslam’a geçen ve Türk olmak için ciddi çaba sarf eden Haker (Adato) ailesinde görülüyor. Yazar olarak tanınacak Erol Haker Elio isminden ayrılırken kardeşi Moris belki de daha çarpıcı bir kopuş ile Altan oluyor. İhtida etmeyen Kırklarelili amcası Yako ise (en azından sokakta) Aykut oluyor. (s. 265-266). Ancak bu isim değişiklikleri Hakerleri ayrımcılıktan tamamen izole etmiyor ve buna dayanamayan Erol Haker İsrail’e göç ediyor. Gürpınar’ın bu örneğini ise bir başka Türkleşen Erol, Erol Güney takip ediyor. Onun da ilginç yaşamı İsrail’e göç etmek zorunda kalmasıyla değişecektir. Ancak Erol ismi Yahudi toplumunda bu iki ünlü örnekle sınırlı kalmamış, Yahudiler arasında kabul gören bir Türk isimlerinden biri olmuş. (Belki de ilhamın dışarıdan Erol Flynn’den gelmesi ise bilinmeyen bir enteresanlık olarak kalmış.)
Benzer bir ayrılmazlık halini Selin isminin popülerleşmesine bakarken de görüyoruz. Selin ve Selina isimlerinin yarıştığı geç 60’lar ve 70’ler döneminde NDS ‘üç tane Selina mezun etmiştir…(üçü de gayrimüslim)’ (s. 337). Bu örnek üzerinden Gürpınar Yahudi isim pratiklerine yarım sayfa ayırıyor. Burada 1800’lerde Tevrat isimlerinin yerini Jak, Albert, Moiz gibi Fransızca isimlerin alışını açıklıyor. Ardından cumhuriyet dönemini hızlıca özetliyor: ’20. yüzyılda ise Türkçe isim verme de hem (kısmen gönüllü kısmen gönülsüz) asimilasyon baskısı ve beklentisi sebebiyle ama aynı zamanda Yahudi modernleşmesinin bir etkisi olarak yeni bir yönelim olacaktır.’ (s. 337)
Yahudilerin ismen Türkleşme dalgasının son örnekleri Gürpınar’ın anlattığı İslami bağlantısı olmayan, şehirli, Türkçe isimlerin yayılmasıyla özellikle erkek isimlerinde ciddi paralellik gösteriyor. Daha önceden Yahudiler arasında kullanılmaya başlanan Türkçe Tevrat isimlerine örnek olarak Davut (David), Yakup (Yaakov), İzzet (İsrael veya İzak), Yusuf (Yosef veya Yasef), sayılabilir. Daha önce popüler olan Avram, Salamon ve Moşe gibi isimlerin yerine İbrahim, Süleyman ve Musa ise nadiren gelmiş. Bu ikinci gruptaki isimler daha çok İstanbul dışında, özellikle Aramice konuşan Vanlılar ve Arapça konuşanlar arasında öne çıkıyor. Bu gruplarda yaygın olan Rahamim isminin Rahmi olarak kullanımı da bir örnek olarak eklenebilir.
Gürpınar 70’leri ele alırken Batılı, Fransız esintili ama Türkler’in de kullandığı Melis ve Selin isimlerin Yahudiler arasında popülerleştiğini not ediyor. Bu örneklere aynı dönemde Türkler arasında da popülerleşen Leyla, Verda, Dalya gibi isimler de eklenebilir. Bunlarda bir Fransız esintisinden bahsedemeyiz ancak bir Leyla dışındaki isimlerde geleneksel bir kök de yok. Buna kıyasla özellikle kadın isimlerinde geleneksel Sefarad isimlerinde hatırı sayılır bir azalma söz konusu. 70’lerden sonra doğanlarda önceden popüler olan Ester veya Raşel gibi isimler iyice görünmez oluyor.
Erkek isimlerindeyse 60’lar ve 70’lerde yükselişe geçen Türkçe isimlere Vedat eklenebilir. 1940’lardan beri Rafael yerine geçen Rıfat ismi içinse bu yıllar son dönem. Ancak Gürpınar’ın belirttiği, 90’lardan sonraki dönemin kısa ‘öz-Türkçe’ isim repertuarı erkek isimlerinde (sağlam bir veri olmadan kestirmesi zor olsa da) kapsamlı bir Türkleşme dalgası yaratıyor. Bu döneme damgasını vuran isimlerden bazıları Eren, Mert, Alp. Bu isimlerin Yahudiler arasında çabucak ‘Yahudilere uygun’ isimler olarak görülmeye başladığını söylemek abartı olmaz. Ermeni toplumunda yaygın olan çift isim pratiği ise Yahudiler arasında nadiren görülen bir durum yani Türkçe ismi olan Yahudiler tek isim kullanıyor.
Sonuç
Doğan Gürpınar’ın isimler tarihi çalışması zengin bir literatür taramasıyla başlayan, detaylı bir araştırma. Başlığında Türkiye’de isimlerin tarihini söz verse de kitap sistematik olarak Türkiye’de Müslüman isimlerindeki trendleri mercek altına alıyor. Ancak gayrimüslimlerin Türkiye tarihyazımından ayrılmazlığını gösterir bir şekilde isimlerin tarihini anlatırken sadece Müslümanlar’dan bahsetmek, hele ki Gürpınar’ın kullandığı örneklem ile, pek de mümkün değil. Bu nedenle birçok noktada anekdot seviyesinde Yahudiler görüyoruz. Yahudilerin isim pratiklerine dair kapsamlı bir çalışma ise hala yazılabilir. Böyle bir iş mutlaka Gürpınar’ın eserinden hem içerik hem de metodolojik olarak çok şey öğrenecektir.
(AVLAREMOZ – Nesi ALTARAS – 15.2.2022)