Muhalif Söylem ve Ali Özgür Özkarcı Şiiri
Söylem, en basit anlamıyla dili kullanma biçimidir. Toplumsal dünyayı oluşturan ilişkilerin, pratiklerin, özne ve nesnelerin yeniden üretilmesine katkı yapar.
Emel Kaya
[email protected]
Şairin herhangi bir temada yazmaya/söylemeye başladığı anda karşılaştığı dil, toplumdaki hâkim ideolojinin dili ve bu ideolojinin söz konusu dili kullanım biçimleridir. Dolayısıyla şair, daha ilk adımda en temel konuda karar vermek durumundadır: Verili dil ile mi söyleyecektir yoksa kendine başka mecralar mı arayacaktır? Eğer başka bir mecra arayacaksa, bunu neye dayanarak yapacaktır? Bu soruyu şöyle de sorabiliriz: Dil, gerçekliğin üretilmesini sağlıyorsa ve ideoloji, gerçekliği kodlama sistemiyse, şair, gerçekliği nasıl ve hangi kodlarla üretecek? Bir başka deyişle, nasıl bir söylem tercih edecek?
Söylem, en basit anlamıyla dili kullanma biçimidir. Toplumsal dünyayı oluşturan ilişkilerin, pratiklerin, özne ve nesnelerin yeniden üretilmesine katkı yapar. Hâkim ideoloji, medya gibi çeşitli araçları kullanarak söylemler üretir, aynı zamanda bu söylemler de ideolojinin üretilmesini sağlar. Yani söylem ve ideoloji arasında diyalektik bir bağ vardır. Bu bağın en güzel örneğini her akşam dinlediğimiz haber bültenlerinde görürüz. Alıcının haberde en çok dikkat etmesi ya da göz ardı etmesi istenilen hususlar, söylem yardımıyla belirgin ya da görünmez kılınır. Söylem, ideolojileri alma, öğrenme ve şekillendirme aracıdır. Söylemi oluşturma yolu dilden geçtiğine göre, dil ideolojinin maddi bir biçimidir ve ideoloji tarafından kuşatılmıştır.
“İktidar” konusunda epeyce mesai harcamış olan Foucault, bilginin, toplumsal, kuramsal ve söylemsel baskının bir bileşkesi tarafından belirlendiğini söylerken iktidar mekanizmasının aslında dikey olarak işlemediğine, iktidarın toplum içinde dolaşmakta olduğuna vurgu yapar. İktidar, toplum içinde kendi söylemini üretip bilgiyi istediği gibi yönlendirebilmektedir.
Şair, yukarıda sözünü ettiğimiz toplumsal dünyayı hâkim ideoloji ve onun söylemi üzerinden yorumlamayı reddediyorsa, hâkim ideolojinin görmezden geldiği, es geçtiği, üstünü kapattığı ya da daha küçük ölçekte sunduğu konulara büyüteçlerle bakmaya, büyük puntolarla öne çıkardıklarının içini boşaltmaya ve bunları dile getirebilmek için de söylemini karşıt zeminde üretmeye girişecektir. Bu girişim, gerek temalar gerek söylem açısından, doğal olarak, muhalif bir alanı işaret eder.
Ali Özgür Özkarcı’nın şiirini kurduğu alan, tam da bu muhalif alandır. Söylemini şiirine konu ettiği tipler üzerine kurar; şiirindeki mekânlar, seçtiği sözcükler ve cümle yapıları hep tipler üzerinden geliştirilir. İlk kitabından son kitabına kadar şiirinde öne çıkan tipler, hâkim ideolojinin öngördüğü temiz, tertipli, burjuva ahlakı içinde yetişmiş, uyumlu, şekillenebilir kapitalist liberaller değil; bu ideoloji tarafından dışlanmış yahut hor görülmüş işçiler, taşralılar, sokak çocukları, azınlıklar, Doğulular, translar, köylüler, kapıcı çocukları, lümpenler…vs.dir. Okuyucu üzerindeki etkiyi artırmak için bu tipler şiirlerde ayrıntılı bir biçimde verilir. Bu ayrıntılar, okurun anlam ve değerler dünyasına göre üzerinde olumlu ya da olumsuz etkiler uyandırabilir. Şurası açıktır ki, okur, tercih edilen söylem ile muhalif alanın tam ortasına çekilir; orada okurun bir sürecin sonunda “vicdanıyla” bir tepki geliştirip ortaya koyması, anlam ve değerleri üzerinden kendiyle de yüzleşmesi beklenir.
“(…) Yaklaşık olarak şöyle biriyim/ Donla denize girdiğim için iğrenilen/ Tecavüz edilen turistteki ilk şüpheli olan köylüyüm./ Dağda dolaştığım için ilk vurulacak çoban, o benim./ Bu yüzden beni gösterecek bir imge henüz icat edilmedi/ (…) Ben, işte, malum devrimci./ Malum mülteci, malum Ermeni./ Malum Kürt, malum Aleviyim./ Sabaha kadar dövdüğünüz malum ibne benim./ Malum eşkıya, malum şahıs benim./ Aslında tanıyorsunuz beni, numara yapmayın.(…)” (Dikkat Köstebek Çıkabilir, s.21-22)
Özkarcı’nın ilk kitabı Yamuk’ta, daha çok kapitalist liberallerin merkeze alındığı bir şiir öne çıkar. Şair, bu tipler üzerinden memleketin içinde bulunduğu siyasi ve kültürel yapının bir fotoğrafını çeker. (Sonraki kitaplarda şiirin ibresi, hâkim ideolojinin dışladığı ikinci tipe kayacak ve şair, tam bu insanların ortasından konuşmaya başlayacaktır). Siyaset kurumu ve bu kurumun içinde “fink atanlar” mercek altındadır. Sisteme ayak uydurmuş eski devrimciler, medeniyet algısı üzerinde oynayanlar, dönüşüm projelerinin uygulayıcıları, paşalar, askerler, sosyal demokratlar…vs. alabildiğine eleştirel bir söylemle sunulur. Şairin eleştiri oklarından en büyük payı alanlardan biri de sisteme uyum sağlamış, kalemini sisteme satmış olan eski devrimci şair ve yazarlardır. Şiirlerde bugünü ve geçmişi siyasi ve toplumsal bakımdan kodlayan birtakım sözcükler kullanılarak geleceğin muhtemel krizleri/ açmazları işaretlenir:
“Ontolojiniz batsın, bayım! Çengelköy’deki apartmanınızın irtifa kaybı/ Son çıkardığınız kitabın altın portakalı/ Artık eskisi gibi şairlerden reklamcı/ Kadınlardan doğurganlık umulmuyor, bayım!/ İmge bankalarının önünde eskisi gibi kuyruklar da yok // (…) Belli ki eskiden devrimci, şimdi aydınlanmacı/ Çok para kazanıyorsunuz ama/ Hâlâ içtiğiniz Samsun/ Yudumladığınız köpek öldüren/ Eski devrimciliğin loşluğunu okşuyorsunuz/ Her siyasete el attığınızda ulusalcı olma riskiniz/ Bu yüzden papazı bulmuşsunuz/ Desek fena olmaz, bayım!(…)” (Yamuk, s.34-35)
İkinci kitap Yetmez Ama Evet, Yamuk’taki temanın devamı gibi görünse de, Özkarcı, şiirinin merkezine hâkim ideolojinin dışladığı tipleri oturtup sistemle bu toplumsal kesim arasındaki uçurumu göstermeye, derinleştirmeye başlar. Söylemi kurumlar, mekanlar, eylemler, kişiler arası zıtlıklar üzerine kuruludur. Kozmik Keramet şiirinin ikinci bölümü, bu zıtlıkların çok doğal bir üslupla işlendiği tipik bir örnektir:
“Ahmet ayakkabıları parlatıyor/ Bu sefer Köyceğiz’de resim yapan paşa ihtimalleri konuşuluyor/ Ahmet moloz döküyor/ TEKEL meselesinde sadece bütçeler konuşuluyor/ Ahmet çöp topluyor/ Aileyle okunacak kitap listeleri hazırlanıyor/ Ahmet porno film satıyor/ TÜSİAD gerilimin piyasalara faydası yok diyor/ Ahmet sadece parklarda sosyalleşebiliyor/ Nail Koç yat kazası geçiriyor/ Ahmet karısını gündeliğe gönderiyor/ Anayasa kısmi değiştiriliyor/ Ahmet korsan kitap satıyor/ Büyükelçilerin anıları çok satıyor/ Ahmet çok çocuk yapıyor/ ÇYD raporları nüfusun kontrol altına alınmasını istiyor/ Ahmet: Ammına Kodduklarım diyor/ Ahmet siyasi bir tespit yapıyor./ Çıt Çıt.” (Yetmez Ama Hayır, s.15)
Dikkat Köstebek Çıkabilir kitabının odağı tamamiyle “Ahmet”tir artık. Doğu-Batı, merkez-taşra, köy-kent ayrımı üzerinden tanımlanan birbirine zıt iki tip arasında toplumsal ilişkiler içerisinde oluşmuş gerilim, şiirdeki söylemin oldukça sert, ironik ve yer yer tehditkâr bir zeminde şekillenmesini beraberinde getirir. Kitap, başlı başına bu söylemin üretilip çoğaltıldığı bir şiiri içerir.
“(…) Çünkü bir böcek ve köstebek kılınmışsak,/ Onlar, bizim semtimize uğramadıkları içindir./ Gettolarında yaşarız, onun için böceğiz, köstebeğiz, cardonuz/ Böcek yahut Cardon fark etmiyor,/ Sürünsek de enternasyonalistiz,/ Bizde ayrım yok!” (Dikkat Köstebek Çıkabilir, s.69.)
Şiirlerde, hâkim ideoloji tarafından oluşturulmuş birinci tip (kapitalist liberaller), bu ideolojinin reddettiği ve “köstebek” metaforuyla temsil edilen ikinci tip tarafından tanımlanır ve aslında kitap boyunca gizliden yahut açıktan kontrol altında tutulur. Diyalektik yapı gereği kitapta “köstebek” de hâkim ideoloji tarafından tanımlanışı üzerinden yer alır ancak kontrol edilebildiği, sisteme uyum sağladığı düşünülüyorsa da, öyle olmadığı kitap boyunca açıkça ifade edilir.
“(…) Ama işte şimdilik buradayım, kravatla dolaşabilirim/ Bakmayın, konut kredisiyle TOKİ’li olduğuma./ Bakmayın kredi kartları kullanmama, araba kullanmama/ Bakmayın askere gitmeme, bakmayın/ Aranızdayım ve hiçbir şey olmamış gibi yapmama, bence kanmayın/ Bir gün çıkarım, çıkış o çıkış olur/ “Aranızdayım”, diyorum “Lan Müdür!”/ Öyle rahatta beklemeyin beni!” (Dikkat Köstebek Çıkabilir, s.22)
Köstebek, bildiğimiz üzere yer altında yaşayıp tüneller kazan, insanın en temel yaşam alanı olan toprağın üzerinde irili ufaklı delikler açarak yerin hem altını hem de üstünü şekillendiren bir canlı. Köstebeğin bu başat özelliği vasıtasıyla şiirler okura aslında açıkça şunu söyler: “Kapitalist sistem ve bunun üreticisi/ pazarlayıcısı olan burjuva ahlakınız/yaşamınızla kurduğunuz yeryüzü, yer altına ittiğiniz “bizler” tarafından açılacak koca bir çukurla her an yerle bir olabilir, yutulabilir.” Özkarcı’nın köstebek metaforuyla verdiği bu mesajı, Ulrike Meinhoff üzerinden somutlaması, hem muhalif söyleminin, hem de kitapta bir potansiyel halinde duran, büyüyen, genişleyen müteharrik fakat şimdilik edilgen bir “kıyamet” beklentisinin gücünü artırır. (Bu, elbette hâkim ideolojinin, kapitalist sistemin kıyametidir ve bu kıyameti başlatacak olan bombanın pimi köstebeğin elindedir.) Meinhoff, 60'ların başında sosyalist bir Alman dergisinin editörlüğünü yapıp iki çocuğu ve kocasıyla orta sınıf bir Alman hayatı yaşarken, gittikçe radikalleşen ve 70'lerin başında hapisten yeni çıkmış Andreas Baader ile örgüt kurup yer altına inen, “şehir gerillası” gibi metinler kaleme almış, Almanya’da pek çok banka soygunu ve cinayet eylemine katılmış bir anarşisttir.
“(…) reddettiğinle, karar verdiğin arasında uçurum olmalı,/ Köstebeklerin tarafına geçmek için./ Çok şeyden vazgeçmek demektir Ulrike/ Karanlığa atladı, kendine yakışan karanlığı buldu./ İstese kıpırdamazdı, söyleşi masasında öylece dursaydı,/ hiçbir şey değişmezdi// (…) Ama Ulrike öyle yapmadı, vicdanını dinledi, “iğreti” durmayı seçti,/ Herkes ona “Pencereden atlamak tehlikeli ve yasaktır” dedi./ Ama çizilen çizgi geçildi bir kere.(…)” (Dikkat Köstebek Çıkabilir, s.68).
Özkarcı, son kitabı Bi Müddet Aranızda Olamayacağım’da “Herkes biraz hurdalığına çekilmeli bence” diyerek şiirin ibresini kendine doğru çevirir. Şiirlerdeki “taşra” vurgusu hemen öne çıkar. Toplumdaki genel geçer doğrular, hâkim ideoloji ve onun söylemiyle kuşatılmış bir dünyada, yer üstünde yaşamaya kalkışmış bir taşralı “köstebek”in, kendiyle ve toplumla yüzleşmesi, hesaplaşması, birtürlü uzlaş(a)mamasının şiirini okuruz kitapta.
“Yani ben taşralı ve güneyli bir çocuk./ Annesine sapkınlık derecesinde bağlı./ Muhtemelen sütten erken kesilmiş./ ve bu yüzden kadınların memelerine/ karşı huysuz, hırçın ve hoyrat./ Her an köpürmeye meyilli./ Bu yüzden güneyli ve taşralı bir çocuk./Sürekli kendini bırakacağı uçurumunu arayan” (BMAO, s. 14)
Şiirlerdeki mekanlar diğer kitaplarındaki sokaklar, kanalizasyonlar, otoban kenarları, parklar, bahçeler, açık alanlar…vs.den ziyade ev içleri, odalar, holler, üç oda bir salonlardır. Şairin kendine kapanması gibi, mekanlar da daha çok içe dönüktür ve sistemle kişisel hesaplaşma alanlarıdır.
Kitap, iktidar baskısı ile rıza mekanizması arasındaki ilişkinin ironik bir dille şiirler üzerinden somutlanmasını içerir. Bireyler, iktidarın ikna ve manipülasyonuyla daha ailelerinde karşılaşmakta, bireylerin inançları ve eylemleri yavaşça egemen çıkar gruplarının lehine çevrilmektedir. Alışmam gereken şeyler üzerine şiiri, rıza mekanizmasının eleştirildiği tipik örneklerden biridir.
Seni itiraf edemedim bin türlü ülke karıştı şiiri, taşrada yaşanan bir aşka, Gezi isyanından Malatya’daki füze rampalarına kadar ülke gündeminin nasıl bulaştığını anlatır. Aşkın kişiselliği, naifliği ve içedönüklüğü ile hâkim ideoloji tarafından üretilen gündemin ağırlığı ve dışadönüklüğü arasındaki ikilem, muhalif söylemin farklı açıdan işlenebildiği bir zemin oluşturur:
“Sonra Patriot ihalesi tamamlandı bu ismi sana ben koydum./ Tuttum seni köşelerinden/ İçimiz geniş 3 artı bir kombili yine sana Arzu/ Başka başka evler oldu sadece bir yatağa sıkışılan/ Sana kimse Arzu demedi ben sana bu ismi koydum/ Üstüne vapurlarda sigara içmek yasaklandı.//Ben sana gene Arzu dedim Reyhanlı’da bomba patladı/ Önce burukluğuma sarıldım herkes içine burktu bir şeyleri/ Burkulan bir yerlerim olmalı şimdi/ o kadar sıkışığım ki sıkı sıkıya bir/ Herkesin kendine ayırdığı bir ölüm senaryosu arasında/ Ben sana bu ismi koydum/ Suriye sınırında biri vuruldu.”
İdeolojiler dil ile inşa edilir, iletilir ve böylece hegemonyanın devamlılığı sağlanır. Özkarcı, gerek temaları gerekse dili kullanma biçimiyle, hegemonyanın karşısında, “mutlu, huzurlu, refah içinde bir toplum” söylemindeki ikiyüzlülüğü ezilenler üzerinden somutlayan muhalif bir söylem üretmiş; Yamuk’tan Bi Müddet Aranızda Olamayacağım’a kadar tüm kitaplarında, bu söylemi daha da işleyip derinleştirmiştir. Çünkü elbette “bir alegori olsun diye değildir köstebek” ve “bunları imgeyle bile anlatmak mümkün değildi”r.