Mühür mü karma mı?
Oy nasıl kullanılır?
Bu soru her milletvekilliği genel seçimi öncesinde, sıkça gündeme geliyor. Çünkü seçim sistemimizin oy kullanma ve oy sayım prosedürü biraz karmaşık. Pek çok kişi her seferinde ‘acaba nasıldı?’ diyerek bir bilene danışma ihtiyacı hissediyor.
Ancak önceki seçimlerden farklı olarak bu kez, bu teknik konuya dair toplumda ideolojik bir tartışma da var.
Karma mı mühür mü?
Akademisyen Kudret Özersay önderliğinde yaklaşık bir yıldır faaliyet gösteren Toparlanıyoruz Hareketi seçmene, 28 Temmuz’da hiçbir siyasi partiye mühür vurmamaları, ülkenin yararına olacağına inandıkları adaylara karma oy vermeleri yönünde çağrı yapıyor. Bu çağrının gerekçesi ise siyaset ve siyasi partiler içerisinde yaşanan yozlaşma.
Ülkemizde ilkeli, istikrarlı, samimi ve icazetsiz siyaset yapanların sayısı her geçen gün azalıyor. Parti programlarının ve seçim sonrası bu programlarda yer alan vaatlerin ne kadarının hayata geçirildiğinin tartışıldığı değil, birine kızıp ötekine yol aldığımız, ötekiyle bozuşup berikini denediğimiz, o da olmazsa, niye kızdığımızı unutup gerisin geri ilk baştakine döndüğümüz bir oyun alanı gibi siyasi arenamız.
Bırakın geçmişte yaşananları, salt şu günlerde aday trafiğinde yaşanan anomalilere bile bakmak yetiyor vahametin boyutunu görebilmek için.
Adaylık sırasını beğenmeyip yıllarca ‘gönül’ verdiği partisini bırakıp rakip partiye irtica edenler, geçici hükümette bakanlık alamadığı için istifayı seçenler, bir gün önce ‘başka partiden aday olmak bana yakışmaz’ deyip ertesi gün o başka partide adaylık açıklayanlar, önceki seçimde sol bir partinin ‘imaj’ adaylarından biriyken bu kez sağ seçmende şans denemeye karar verenler…
Hiçbir parti kimsenin üzerine tapulu değil elbette, kimse de ömrü billah bir partiye hükümlü değil. Siyaseten ayrı noktalara düşülmüşse, birlikteliği sürdürmenin tabii ki gereği yok.
Ama ‘ben’ diye başlayan cümlelerle, başka siyasi oluşumlara yelken açmak, ya da verilenleri yeterli bulmayıp yarı yoldan dönmek, meselenin ‘politik ilkeler’ değil ‘kişisel beklentiler’ olduğunu gösteriyor çoğunlukla.
Ve siyasi partiler de hiç ama hiç masum değiller. Partilerin içerisinde dönen entrikalar, dereyi geçene kadar gani gani kullanılıp sonra bir kenara itilen insanlar, ‘aday ol’ diye pohpohlanıp sonra el altından dolaştırılan listelerde kesilenler…
O veya bu gerekçeyle bir partili partisiyle ilişkiyi koparıp başka partiye geçince onu ‘ilkesiz’ ilan edip de, aynı şekilde başka partiden devşirdiklerini büyük bir ‘gurur ve onurla’ kabul edenler…
Sözün özü, bu siyaset anlayışı ile bu yozlaşmaya bir dur demenin gerekliliği konusunda Özersay’a katılmamak mümkün değil.
Ancak karma oy kullanmak, siyasetteki bu gidişata dur demek için doğru yol mu? Bu konuda aynı fikirde değilim.
Karma oy, siyasi partilerin değil kişilerin tercih edildiği bir oy verme yöntemi.
Dolayısıyla bu yöntemle oy vermeyi seçenler, görünürde tercihlerini siyasal programlardan yana değil kişilerden yana kullanmışlar olacaklar.
Ama aslında, aynı anda birden fazla ve birbirinden farklı ve hatta belki birbirinin tamamen zıttı vaatler sunan siyasi programlara oy verecekler.
Nasıl mı?
Karma sistemde kişilere oy verdiğimiz doğru. Ama kişilere verdiğimiz her bir oy, o kişileri listesinde barındıran partiye de bir oy getiriyor.
Mesela bir bakıyoruz, TDP listesinde tam da kriterlerimize uygun, çok iyi bir aday var. Ve fakat aynı derecede iyi olduğunu düşündüğümüz bir başka aday da DP-UG’de. Madem ki karmacıyız o halde ikisine de oy vereceğiz. Ama bu adayların partileri örneğin Kıbrıs konusunda çok farklı görüşlere sahip. Peki o zaman ne olacak? Aynı anda hem federal hem de iki devletli çözüm politikasına mı oy vermiş olacağız?
Bu durumda şöyle diyebilir karma oyu savunanlar: ‘Hem sağ hem sol değil, sadece sağ ya da sadece sol partiler arasında karma kullanın!’
Ama o zaman en başta koyduğunuz, ‘partilere değil ülke için yararlı olacağına inandığımız adaylara oy verelim’ sloganı geçerliliğini yitiriyor, iş; ‘adayları önce ideolojilerine göre ayırın, ona göre karma yapın’ noktasına geliyor.
Peki öyle yaptık diyelim; bu kez oy verdiğimiz adayların (aslında partilerin) örneğin birbirinden farklı eğitim, trafik, turizm ya da sağlık politikalarına da aynı anda oy vermiş oluyoruz. Peki bu partilerin biri ‘kolejler açılsın’, diğeri ‘kolejler kapatılsın’ diyorsa ne olacak? Biz hangisini tercih etmiş olacağız?
Adaylar, siyasi partilerinden bağımsız bireyler değildirler. Kaliteli milletvekilleri elbette bir siyasi partinin kalitesini artırır. Mecliste görev yapacak milletvekillerinin karakteri, özellikleri pek tabii ki çok önemlidir. Bilgisi, görgüsü, kültürü, eğitimi, oturması, kalkması, yemesi, içmesi, konuşması ve hatta gerektiğinde susması…
Ama tercihler, bu noktada devreye girmek için yok mu zaten? Hangi partiye oy verirseniz verin, listeler içerisindeki tercihlerinizle, kendi temizliğinizi zaten yapacaksınız.
Ama meclis sadece ‘iyi’ insanlar kulübü değil.
Meclis aynı zamanda, ‘iyi’ insanların, iyi bir siyasi program altında birleşmesi gereken bir temsil alanı.
Hangi partinin programını, icraatlarını ve söylemlerini samimi, işleyebilir, adil ve doğru buluyorsanız, oylarınızı o yönde kullanmanız gerektiği inancındayım.
Mükemmel uyuşma mümkün mü? Sanmıyorum.
Bu küçücük nüfusta bu kadar çok siyasi partinin her birinin elli mükemmel adayla karşımıza çıkabilmesi de pek öyle gerçekçi bir beklenti olamayacağına göre, azami müşterek ve azami kalite kimdeyse, o siyasi partiye şans verilmeli.
Ha yok ‘hiçbirini hiç ama hiç beğenmedim’ diyorsanız da, o zaman takdir tabii ki sizindir.