Mülteci Haberleri ve Medya
Mülteci Haberleri ve Medya
Hakan Karahasan
[email protected]
“Her ülke, bir insana vatandır/Bir başkasına da sürgün yeri.” T. S. Eliot’un “Afrika’da Ölen Hintliler İçin” adlı şiiri, doğup büyüdüğü topraklardan kopmak zorunda bırakılan insanların sayısının gün geçtikçe arttığı bölgemizde, daha da dikkat edilmesi gereken bir duruma işaret ediyor: Sığınmacı ve/ya mülteci olmak aslında hepimizin yaşayabileceği ve tarihin başından bu yana da, yaşanılmakta olan bir durum. Bilindiği üzere, yaşadıkları ülkeleri terk etmek zorunda kalan insanlar, ne yazık ki, sahip oldukları en önemli değer olan hayatlarını riske atma pahasına, daha güvenli bir yere gitmenin yolunu aramaya devam ediyor. Bu noktada, gittikleri ya da gitmeye çalıştıkları ülke kamuoyunun yaklaşımı sığınmacı ve mültecilerin daha sağlıklı ve güvenli bir yaşam sürdürebilmeleri açısından son derece büyük bir önem taşıyor. Örneğin, geçtiğimiz aylarda Sırbistan-Macaristan sınırında yaşanan o üzücü olayı neredeyse hepimiz bir şekilde duyduk veya izledik. Macaristan’a girmeye çalışırken, “habercilik yapan” bir televizyon muhabiri, sınırı geçen baba ve oğluna çelme takarken, aslında insanlar/toplumlar/kültürlerarası önyargıların nasıl içselleştirildiğini gösteriyor bizlere. Örnek üzerinden yola çıkılacak olursak, sığınmacı ve mülteci olan insanların kamuoyu tarafından nasıl algılandığı noktasında medyaya çok önemli bir görev düşüyor. Peki, medya kamuoyunu var olan bir durum ile ilgili bilgilendirmeye çalışırken, bunu kamuoyuna olumsuz bir şekil yansıtmak ve algıyı şekillendirmek yerine ne yapmalı? Medyada kullanılan dil bu noktada ciddi bir önem arz etmekte. Tabii, medya ve kamuoyu konusunda birçok farklı görüş mevcut. Bunlardan bazılarına göre, medya hiç de sanıldığı kadar güçlü değil, aksine, bireyler kendi istedikleri anlamı üretebilme kapasitesine sahip. Ancak diğer yandan, günümüzde neredeyse her şeyi ilk duyduğumuz, gördüğümüz yer olan medya, ister istemez, algı şekillenmesinde önemli bir role sahip.
İşte tam da bu noktada, sığınmacı ve mülteci sözcüklerinin ne anlama geldiğini biraz açmak, sığınmacı ve mülteci olmanın temel bir insan hakkı olduğunu anlayabilmek açısından gerekli. Sığınmacı ve mülteci olarak adlandırılan kişilerin kim olduğu sorusuna bakıldığı takdirde, Birleşmiş Milletler (BM) 1951 Mülteciler Sözleşmesi’ne göre mülteci “ırkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönemeyen veya dönmek istemeyen kişi” olarak tanımlamıştır” (Polili, 10). Sığınmacı ise, “Yukarıdaki nedenlerden dolayı ülkesini terkeden ve henüz sığınma talebi, sığındığı ülkenin yetkilileri tarafından 'soruşturma' safhasında olan kişidir” (http://www.mhdkibris.org/). Her iki tanımdan da görüleceği üzere, sığınmacı ve mülteci olarak adlandırılan kişiler insandır ve 1948 yılında BM tarafından onaylanan “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” bize bu konuda önemli bir referans noktası aslında. Beyanname’nin 14. Maddesinin birinci fıkrasına göre: “Herkes zulüm karşısında başka memleketlerden mülteci olarak kabulü talep etmek ve memleketler tarafından mülteci muamelesi görmek hakkını haizdir.” Beyanname’den de anlaşılacağı üzere, sığınmacı ya da mülteci olmak son derece insani bir durum olup, her bir bireyin doğup büyüdüğü veya yaşadığı ülkeden ayrılıp, başka bir ülkeden mülteci muamelesi görme hakkı vardır. Başka bir deyişle, herhangi bir ülke uyruğuna sahip olunması, bu maddeyi hiçbir şekilde değiştirmez!
Hâl böyle olunca, mülteci olarak tanımlanan kişilere yönelik dünyanın farklı ülkelerinde var olan yaklaşımların temeline bakıldığında, ötekileştirmenin belki de en önemli sebeplerinden birisini psikanaliz kuramı üzerinden açıklıyor Slavoj Žižek. “Milletinin Keyfini Çıkar, Kendinmiş Gibi!” adlı yazısında, yabancı düşmanlığı ve ötekileştirme olgusunu açıklarken, “biz”im sahip olduğumuz “hazzın,” “başkaları” tarafından çalınacağı fikrinin yattığının altını çizmek suretiyle, ötekileştirmenin sebeplerinden birisini psikanaliz açısından açıklıyor. Žižek’in yazısı, doğup büyüdüğü veya yaşadığı topraklardan ayılmak zorunda kalan kişilere karşı var olan nefretin kökenini açıklamaya çalışan ve bizi düşünmeye sevk eden önemli bir yazı. Başka bir deyişle, “biz” ve “onlar” karşıtlığı neden var ve bu konuda medyanın rolü acaba nedir?
Žižek’in yazısından yola çıkıp, konunun farklı bir tarafına, medya ve toplum ilişkilerine baktığımız zaman ise günümüzde neredeyse herşeyimiz olan medya (özellikle sosyal medya ve internet gazeteleri ile “geleneksel basın”), gelişmeleri takip ettiğimiz tek kaynak konumunda. Diğer bir şekilde ifade etmek gerekirse, sahip olduğumuz gerçeklik algısını şekillendirme kapasitesi/gücüne sahip olan medya mensuplarına bu konuda çok önemli görevler düşmekte. Özellikle sığınmacı ve mültecilerin mevzu bahis olduğu haberlerde kullanılacak olan dilin, toplumu ayrıştırıcı ve kışkırtmak yerine, bütünleştirici olması, gerek etik, gerekse insani açıdan yaklaşıldığı takdirde, gerekiyor.
Konuya Kıbrıs özelinden yaklaşıldığı takdirde, adanın kuzeyindeki durum dünyadaki birçok ülkeye göre farklı: Tanınmamış bir devlet olunası hasebiyle, resmi anlamda mülteci statüsü yok, lakin, coğrafi yakınlık ve başka gerekçelerle, adamıza sığınmacılar gelmeye devam ediyor. Sığınmak amacıyla adamıza gelen insanların sayıları gün geçtikçe artarken, var olan durumun aslında bir insan hakkı olduğu ve toplumsal anlamda bir sorun olmadığını, sığınmacılara kucak açmanın bir insanlık görevi olduğunun görülmesi konusunda medyanın rolü çok önemli. Birçok ülkede medyanın sahip olduğu karne, ne yazık ki, çok da iyi değil bu konuda. Medyanın birleştirme yerine, çatışma ve ayırımcılıktan beslenmesinin, uzun vadede toplumsal açıdan tehlike yarattığı iddia edilebilir. Ayırımcılık yaparken medyada karşılaşılan en önemli sorunlardan bir tanesi, belli grupları toplum içerisinde “olumsuz” olarak lanse etmek, Sevilay Çelenk’in deyimiyle: “Olumsuzlukların konusu yapmak.”
Bunun önüne geçebilmek ve sığınmacı ile mültecilerin de birer insan olduklarını, her insanın bir gün gelip benzer bir duruma düşebileceği noktasından hareketle, Mülteci Hakları Derneği (MHD), bir süre önce yayımlamış olduğu bildiride, bu konuda yapılmakta olan haberler ile ilgili var olan yanlış kullanımların önüne nasıl geçmemiz gerektiğini örneklerle açıklıyor. “Sığınmacıları Suçlulaştıran Medya” adlı bildiride, “kaçak göçmen” veya “kaçak mülteci” gibi kullanımların toplum geneline suçluluk ile bağdaştırıldığını, böylece de toplumun genelinde sığınmacı ve mültecilere yönelik negatif bir algı yaratıldığı ifade edilmekte. Bu sözcükler yerine “belgesiz” sözcüğünün kullanılabileceğinin aktarıldığı bildiride, zulüm veya savaştan kaçan bir bireyin, süresi dolan belgesinin süresini yeniletmek ya da pasaportunu aramak gibi bir fırsatı olamayacağı noktasının göz ardı edilmemesi gerektiğinin altı çizilmekte. Ayrıca, kimliğin deşifre edilmesinin ciddi bir sorun olacağı belirtilirken, sebep olarak da ifşa edilen kişilerin geri gönderilip hayatlarının risk altında olması sorunu gösteriliyor.
Medyanın kullandığı dil üzerine atılan önemli adımlardan bir tanesi de, yine MHD tarafından basına duyurulan “Roma Sözleşmesi”dir. “Sığınmacılar, mülteciler, insan ticareti mağdurları ve göçmenlerle ilgili davranış kuralları” olarak onaylanan Sözleşme, konu ile ilgili medyanın nasıl bir dil kullanması üzerine bir dizi öneri sunmaktadır. MHD tarafından daha önce basına duyurulan “Roma Sözleşmesi”nin adamızda bulunan medya kuruluşları tarafından Kabul görüp uygulanması durumunda, mevcut sorunların üstesinden gelmede önemli bir fayda sağlayacağı kuşkusuzdur. Kıbrıs’ın kuzeyindeki medya kuruluşlarının konu hakkında daha bilinçli olması konusunda, şu sıralar bir çalışma yapan Medya Etik Kurulu (MEK), yakın zamanda konu ile ilgili yapmış olduğu çalışmaları kamuoyu ile paylaşacaktır. Şüphesiz, buradaki amaç, sığınmacı ve mülteciler ile ilgili haberlerin son derece insani bir durum teşkil ettiği ve haber yapılırken her bir bireyin hassasiyetlerinin göz önünde bulundurulmasıdır.
-----------------------------------------------------
Kaynakça
Birleşmiş Milletler (1948). “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi.” http://www.unicef.org/turkey/udhr/_gi17.html. Çevrimiçi: 7/10/2015.
Mülteci Hakları Derneği (tarihsiz). “Sığınmacıları Suçlulaştıran Medya.”
Mülteci Hakları Derneği (tarihsiz). “Sığınmacı Kimdir?” http://www.mhdkibris.org/. Çevrimiçi: 7/10/2015.
Öncel Polili (2012). Kuzey Kıbrıs’ta Mülteci Hakları. Lefkoşa: Kıbrıslı Türk İnsan Hakları Vakfı Yayınları.
Slavoj Žižek (2011). Milletinin “Keyfini Çıkar, Kendinmiş Gibi!” Kırılgan Temas: Žižek’ten Seçme Yazılar. Bülent Somay & Tuncay Birkan (haz). Çev. Tuncay Birkan., s. 211-258.
T. S. Eliot (1997). “Afrika’da Ölen Hintliler İçin.” David Morley & Kevin Robins. Kimlik Mekânları: Küresel Medya, Elektronik Ortamlar ve Kültürel Sınırlar. Çev. Emrehan Zeybekoğlu, İstanbul: Ayrıntı., s.123