1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Mültecilik –Hukuki çerçeve ve temel kavramlar
Mültecilik  –Hukuki çerçeve ve temel kavramlar

Mültecilik –Hukuki çerçeve ve temel kavramlar

Mültecilik –Hukuki çerçeve ve temel kavramlar

A+A-

 

Yiğit KADER & Meltem HAMİT
[email protected]
[email protected]

Modern insanlık tarihinin temel olgularından olan, fakat özellikle Suriye Krizi gibi geniş çaplı ve trajik sonuçlar doğuran insanlık krizleri ardından çokça gündeme gelen ‘mültecilik’ aslında sınırları uluslararası hukukla belirlenmiş, uluslararası koruma ihtiyacı içerisindeki kişilere işaret eden bir hukuk kavramıdır. Çoğu konuda olduğu gibi, mültecilik ve iltica konusunda da bilgi kirliliği kendini yoğun bir kavram kargaşası şeklinde göstermekte, göçmenlik ve mültecilik gibi farklı kapsamları olan kavramların birbiri yerine kullanılmasının yanı sıra, ‘kaçak mülteci’ gibi hiçbir hukuki karşılığı bulunmayan uydurma terimler de özellikle medyada yer almaktadır. Bu bağlamda, kavramların birbiri içine geçtiği bir ortamda bu yazının amacı mülteci statüsünü mümkün olduğunca basit şekilde ele almak ve temel hukuki çerçeveyi özetlemektir. Çok boyutlu bu meseleyi hukuk temelinde incelemek tek başına yeterli olmamakla birlikte, en azından kavramların temel düzeyde açıklanması ve anlam kargaşasının giderilmesi açısından bir nebze faydalı olacaktır. 

Uluslararası Göç Örgütü (IOM) tanımlarına göre uluslarası göç, bireylerin ve insan gruplarının çeşitli nedenlerle ülkelerini terk etmeleri anlamına gelmekte ve hareketin gönüllü olup olmamasından; hareket sebebinin nedenlerinden ve varılan ülkedeki kalış süresinden bağımsız olarak; uluslarası sınır geçmiş ya da geçmekte olan veya mutad meskeni dışındaki bir ülke içinde bulunan her bir kişi ve çocukları göçmen tanımına girebilmektedir[1]. Diğer bir deyişle, kötü ekonomik koşullardan kaçan, iş arayan ya da eğitim maksatlı veya doğal ya da insan eliyle gerçekleşmiş afetler...vb gibi sebeplerin biri ya da birden fazlası nedeniyle ülkesini terkeden kişileri kapsayabilen uluslarası göç hareketleri içinde mülteciler, uluslarası hukuk çerçevesinde kapsamı açıkça belirlenmiş olan yalnızca belirli bir grubu ifade etmektedir. Mülteciler, tüm insanlar gibi tabiiyet ayrımı gözetmeyen uluslararası insan hakları hukuku çerçevesi tarafından kapsanmanın yanı sıra, temeli uluslararası sözleşmelerle atılmış olan uluslararası mülteci hukukunun prensiplerine uygun bir muameleye tabi tutulmalı ve bu doğrultuda korumaya erişebilmelidirler.

1951 Cenevre Sözleşmesi ve Mülteci Tanımı
Uluslararası mülteci hukukunun temelini oluşturan Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin 1951 Cenevre Sözleşmesi ve 1967 Protokolü[2], kimlerin mülteci tanımı altına girdiğini, mülteci statüsünün sona erme koşullarını, mülteci statüsünden hariçte bırakılma nedenlerini, geri göndermeme ilkesini,  mülteci statüsü tanınan kişilere hangi hakların sağlanacağı konusundaki asgari standartları ve mültecilerin korunmasına ilişkin sorumluluğa sahip uluslararası kuruluş olan BMMYK ile devletler arasındaki ilişkiyi belirlemektedir. Cenevre Sözleşmesi mülteciyi “ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan, ya da söz konusu korku nedeniyle , yararlanmak istemeyen; yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen”[3] kişi olarak tanımlar. Bu kişilere, uluslararası insan hakları ve mülteci hukukuna uygun olarak uluslararası koruma sağlanması gerekmektedir ki, bu korumanın ilk adımı vardıkları ülke tarafından sınırlardan geçişlerine izin verilmesi ve kaçtıkları ülkeye geri gönderilmeyerek güvenliklerinin sağlanmasıdır.

Diğer bir deyişle, bir kişinin mülteci olarak değerlendirilmesi için kişinin yukarıda sayılan beş ana sebepten (ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti, siyasi görüşü) biri/birkaçı ile ilişkili olarak zulme uğraması/zulüm riski altında olması ve ülkesi dışında bulunuyor olması gerekmektedir. Bu bağlamda, temel insan haklarının kasıtlı ya da sistematik ihlali, yaşam ya da özgürlüğün tehdit altında olması, ciddi zarar, ciddi ayrımcılık gibi eylemlerin yetkililer tarafından kasıtlı olarak hoşgörülmesi veya bu eylemlere karşı devlet tarafından koruma sağlanamaması zulüm kapsamına girmektedir. 

Bu mülteci tanımı ve uluslararası koruma çerçevesi zaman içerisinde, ilgili BM Genel Kurul kararları ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ile, genel ve ayrım gözetmeyen şiddet, iç çatışmalar, yoğun insan hakları ihlalleri veya kamu düzenini ciddi biçimde bozan diğer koşullar nedeniyle hayatları, güvenlikleri veya özgürlükleri tehdit altında olduğu için ülkelerinden kaçanları da kapsayacak şekilde genişlemiştir. 1951 Sözleşmesi’ndeki mülteci tanımına girmediği halde bu belirtilen sebeplerle uluslararası koruma verilmesi gereken kişilerle ilgili olarak ‘ikincil koruma’, ‘insancıl koruma’ gibi hukuki statüler üretilmiştir ki, bu statüleri alan kişiler de uluslararası koruma ve dolayısıyla mülteci hukukunun özneleridirler. Bu noktada muhtemel bir karışıklığı engellemek için altı çizilmesi gereken husus, 1951 Cenevre Sözleşmesi ve 1967 Protokolü ile yapılan mülteci tanımına uyan veya ülkelerinde yaşanmakta olan genel ve ayrım gözetmeyen şiddet, iç çatışmalar, yoğun insan hakları ihlalleri ve benzeri durumlar sebebiyle ülkelerinden kaçarak başka bir ülkenin korumasını arayan kişilerin uluslararası koruma ve mülteci hukuku kapsamında oldukları, ancak yalnızca ekonomik sebeplerle menşe ülkelerini terkeden kişilerin bu kapsamda olmadıkları ve uluslararası korumadan faydalanamadıklarıdır. Bu “ekonomik göçmenler”, vardıkları ülkelerce öngörülen vize, belge ve diğer benzeri yükümlülükleri yerine getirmedikleri durumlarda, insan hakları gözetilmek kaydıyla, sınır dışı işlemlerine tabi olabilmektedirler.

Uluslararası koruma nedir?
Vatandaşların korunması ve haklarının temin edilmesi devletlerin sorumluluğu altındadır. Devletlerin vatandaşlarının temel insan haklarını koruma görevini yerine getiremediği ya da korumaya isteksiz olduğu koşullarda, kişiler ciddi hak ihlalleri ve zulüm riski ile karşı karşıya kalabilir ve vatandaşı oldukları ülkeyi terk edip başka bir ülkede sığınma aramak zorunda kalabilirler. En basit tanımıyla uluslarası koruma, kişilerin vatandaşı oldukları devletin sağla(ya)madığı korumayı ikame eden ve mültecilerin güvenli biçimde ülkelerine geri dönebileceği ya da yeni bir ülkenin koruması altında oluncaya kadar devam eden koruma biçimidir. Diğer bir deyişle, uluslarası korumanın sona ermesi ancak söz konusu kişilere kalıcı çözümlerin sağlanması ile mümkündür.  Uluslarası korumanın temel bileşenleri mültecilerin güvenli topraklara erişiminin sağlanması; zulüm görme riski olan topraklara geri gönderilmemesi (Geri Göndermeme – Non-refoulement İlkesi) ve temel insan haklarından faydalanmalarının temin edilmesidir.

Geri Göndermeme İlkesi
1951 Sözleşmesi madde 33(1), hiçbir taraf devlet, “bir mülteciyi, ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatı ya da özgürlüğü tehdit altında olacak ülkelerin sınırlarına, her ne şekilde olursa olsun geri göndermeyecek veya iade etmeyecektir” der. İşkenceye Karşı BM Sözleşmesi ve Medeni ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi gibi diğer uluslararası insan hakları belgelerinde ve çok sayıda, emsal teşkil eden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararında da garanti altına alınan bu ilkenin artık uluslararası teamül hukukunun bir normu haline geldiği kabul edilmektedir. Bu ilke kişilerin belirtilen durumlarda geri gönderilmemelerini amaçlamakla birlikte, uluslararası koruma talebinde bulunan kişilerin ülke sınırlarından veya uluslararası sulardan geri çevrilmemesini/itilmemesini de içerir. [4] Unutulmaması gereken nokta, ülkelerinden kaçan mültecilerin çoğu zaman, acil kaçış ihtiyacı sebebiyle, düzensiz göç yollarını tercih etmek ve gerekli seyahat belgeleri bulunmadan seyahat etmek zorunda kalabildikleridir. 1951 Sözleşmesi mültecilerin bu gibi durumlarda yalnızca ülkeye yasal giriş ve ülkede yasal bulunuş için gerekli şartları yerine getirmemeleri sebebiyle cezalandırılmamalarını da garanti altına almaktadır. [5] 

Mültecilerin Hakları
Uluslararası korumanın temel ve ilk adımı güvenli topraklara erişim ve mültecilerin geri gönderilmemesi olmakla birlikte, uluslarası koruma fiziksel güvenliğin temin edilmesinden ibaret değildir. Mültecilerin, düşünce özgürlüğü, hareket özgürlüğü, zülüm ve kötü muameleye maruz bırakılmamak başta olmak üzere, temel kişisel hakları ve temel sağlık hizmetlerine erişim, temel eğitime erişim gibi ekonomik ve toplumsal hakları bulunmaktadır. Zaten uluslararası insan hakları kapsamında sahip oldukları haklara destekleyici olarak, 1951 Sözleşmesi mültecilerin haklarını şu şekilde öngörmektedir: Din özgürlüğü (madde 4), medeni haklardan yararlanma özgürlüğü (madde 12), menkul ve gayrimenkul edinme hakkı (madde 13), fikri ve sınai mülkiyet hakkı (madde 14), dernek hakları (madde 15), mahkemelerde taraf olma hakkı (madde 16), çalışma hakkı (madde 17), tarım, sanayi, sanat ve ticaret sahalarında iş yeri açmak ve şirket kurma hakkı (madde 18), ihtisas mesleğini icra etmek hakkı (madde 19), vesika (karne) hakkı (madde 20), mesken edinme hakkı (madde 21), eğitim hakkı (madde 22), sosyal yardım hakkı (madde 23), sosyal sigorta ve çalışma mevzuatından yararlanma hakkı (madde 24), seyahat özgürlüğü (madde 26).  Sözü geçen hakların yanı sıra sözleşmeye göre, her mültecinin bulunduğu ülkenin yasalarına, yönetmeliklerine ve kamu düzenine ilişkin önlemlere uymayı öngören yükümlüğü de bulunmaktadır (madde 2).

Kalıcı Çözümler Nelerdir?
Daha önce de değinildiği gibi, uluslarası korumanın ulusal korumayı ikame eden geçici bir önlem olması öngörülmektedir. Bu bağlamda, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK), mültecilerin kalıcı ulusal koruma veya ona eşdeğer bir korumaya ulaşmaları bağlamında üç çeşit kalıcı çözüm yöntemi öne sürmektedir.  Bu çözümler menşe ülkeye gönüllü geri dönüş, sığınma ülkesinde kalıcı ikamet ve yerel entegrasyon ya da üçüncü bir ülkeye yeniden yerleştirilmeyi içermektedir. Birinci çözüm, uluslarası hukuk kapsamında kişinin kendi ülkesine dönme hakkıyla ilişkilidir ve bunun için kişinin fiziksel, hukuki ve maddi güvenliği temin edilerek ve güvenlilik esası ile kendi ülkesiye yeniden yerleşmesini işaret eder. İkinci kalıcı çözüm, mültecilere ilerleyen zamanlarda vatandaşlık hakkı verilmesi ile kalıcı ikametin ve mültecilerin yerel entegrasyonunun sağlanmasıdır. Mültecilere artan biçimde vatandaşlık haklarına benzer hakların verilmesi; mültecilerin verilen yardımlara bağımlı olmadan kendi kendine yeterli duruma gelecek ekonomik hayata katılımı ve hiçbir ayrımcılık korkusu olmadan topluma eşit katılımı yerel entegrasyon süreci içinde gerçekleşmesi beklenmektedir. Mültecilere ilişkin sorumluluk paylaşımına katkı sağlayan ve başta acil ve ciddi koruma sounları olan mültecilerin sığındıkları ülkeden onları kalıcı olarak kabul etmeye istekli üçüncü bir devlete nakledilmesi ise son kalıcı çözüm alternatifidir. [6] 

Sığınmacı
Son olarak, en azından kısaca değinilmesi gereken hususlar ise sığınmacı kavramıdır. Temel olarak sığınmacı, iltica talebi başvurduğu ülke makamlarınca halen değerlendirme aşamasında olan, mülteci olup olmadığı henüz nihai olarak karara bağlanmamış kişi anlamına gelmektedir. 1951 Sözleşmesi sığınmacı kavramından bahsetmez, yalnızca mülteciliğin tanımını yapar. Sığınmacılık statüsü, kişilerin mülteci statüsünün tanınıp tanınmayacağı değerlendirilirken geçen sürede hukuki bir statü altında uluslararası korumadan faydalanmaları için oluşturulmuş geçici bir statüdür. Sahip oldukları haklar, özellikle geri göndermeme ilkesi doğrultusunda korumaya erişim, temelde mültecilerle aynı olup, bulundukları ülkenin ulusal hukukuna bağlı olarak çalışma, temel ve acil olmayan sağlık hizmetlerine erişim, sosyal yardımlar gibi konularda mültecilerle aralarında farklar olabilmektedir.

Son Söz
Yukarıda temel özellikleri özetlenmeye çalışılan uluslararası koruma yasal çerçevesi Kıbrıs’ın kuzeyinde maalesef halen mevcut değildir. Bu sebeple de sığınma mekanizmasının etkin bir biçimde çalıştırılıp mültecilerin hakların temin edilmesinde ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Yazının başında da belirtildiği üzere, konuya yalnızca hukuk temelinde yaklaşmak yetersiz olsa bile, verili koşullarda bu eksikliğin bir an önce giderilmesi şarttır.

---------------------------------------------


Referanslar
[1] https://www.iom.int/key-migration-terms#Migration
[2] Uluslararası Mülteci Hukukunun bir diğer temel belgesi ve mülteci tanımı için ayrıca bakınız: Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği Tüzüğü; http://www.unhcr.org/3b66c39e1.html .
[3] 1951 tarihli "Mültecilerin Hukuki Durumuna İlişkin Sözleşme" (Cenevre Sözleşmesi) Madde 1/A (2); http://www.unhcr.org/3b66c2aa10.html .
[4]  UNHCR Excom 1981: II.2.
[5]  1951 Sözleşmesi Madde 31, bakınız not [3]
[6]  Kalıcı çözümlerle ilgili daha geniş bilgi için bakınız: http://www.refworld.org/docid/4124b6a04.html .

Bu haber toplam 5369 defa okunmuştur
Gaile 338. Sayısı

Gaile 338. Sayısı