Mümkün, biliyorum!
Tanıştığım ilk Kıbrıslı Rum bir papazdı. Karpaz’da Apostolos Andreas Manastırı’nın papazı. 12-13 yaşlarındaydım. Çocuk aklımla yaşadığım şaşkınlığı hatırlıyorum. O bir Rumdu ve bana benziyordu. İnsandı, garip bir yaratık filan değil, canavar değil. Düpedüz insan, benim gibi. Ne şaşırmıştım, ah.
Babam ile sohbet ediyordu Papaz, Rumca. Evet, babamın anadili Rumca, Türkçe’yi ilkokulda öğrendi, anne evinde hep Rumca konuşuldu. Halen öyle. Babaannem 93 yaşında, bildiği yarım Türkçe’yi de artık hatırlamıyor. İletişimimiz etrafta Rumca bilen birinin müdahalesine kalmış, bugün. Annemin evinde durum biraz daha farklıymış. Dedem ve anneannem Türkçe öğrenmeye merak sarmışlar 74 sonrası. Çocuklarından öğrenmişler, önce konuşmayı, ardından okuma, yazmayı. Kendi aralarında Rumca konuşmaya devam ettiler hep. Dedem radyoda dinlediği Türkçe haberlere Rumca yorumlar yaptı.
Bize düşman dili diye, Rumca öğretilmedi, bir kaç kelime kaptık arada, o kadar. Hoş, bu kelimeleri Yunan dostlarıma tekrarladığım zaman bana anlamsız gözler ile bakıyorlar. Kıbrıslıların konuştukları Rumca ile Yunanca ciddi fark gösteriyormuş, böyle öğreniyorum.
Birlikte büyümüş babam Rum çocuklar ile, Baf’ın bir köyünde. Afrodit’in yıkandığı sulara Andreas ile dalmış neşeyle. Pirilli oynamışlar, keçi gütmüşler yan yana. Bana Rumların canavar olduğu anlatılmış okulda, halam Agni ile paylaşmış en mahrem gençlik düşlerini. Benim, kahrolsun barbar Rumlar diye şiirler yazdığım yaştayken, annem Yiannis amcanın kendine taşıdığı şekerleri heyecanla beklemiş, kucağında masallar dinlemiş. ‘O zaman Rum, Türk diye bir ayrım yapmıyorduk ki’ diye anlatıyor bana o günleri, ısrarlı sorularım karşısında.
Şimdi ben de yapmıyorum. Artık bütün bir toplumu iyi veya kötü olarak değerlendiremeyeceğimi biliyorum. İnsanları ayırıyorum onun yerine, iyi ve kötü diye. Elena ile, Giorgos ile paylaştığım sıcaklık Gamze’ninkinden geriye düşmüyor. Anna’ya da sıkı sıkı sarılıyorum ayrılırken, Berrak’a sarıldığım gibi. Özlüyorum. Kostas ile birlikte attığımız kahkahaların milliyeti yok ki. Hasta yatağımın başucunda Alkis bekliyor gurbette, beni adamıza çabucak göndermek için telefon trafiği yaşıyor elçiliklerle, havayolu şirketleri ile. Yeğenim Lara’nın Georgette’in oğlu Michalis ile dondurma arayışına çıktığı yollardan geçiyor bugün Nicos ile Mustafa, New York’ta. Üçlü görüşmeye gidiyorlar. Nefesimi tutmuş bekliyorum ben, bugün. Birleşik Federal Kıbrıs mümkün, biliyorum.
‘Korkmuyor musun Rumlardan?’ diye soruyor başka bir Mustafa, Torosların ardından. Hayır, Korkmuyorum! Aynı adada yaşıyoruz, avuç içi kadar bir ada. Aynı havayı soluyor, aynı kültürü yaşıyoruz, gün be gün. Paylaşabiliriz, yapabiliriz, biliyorum. Birlikte üretip, birlikte büyüyebiliriz. Zaman barış zamanı, dostluk zamanı. Eşitlik istiyorum, adalet istiyorum. Bunları garanti altına alacak bir Cumhurbaşkanım var, biliyorum. Ben artık Dünya’ya açılmak istiyorum.
Yarım asır önce büyük acılar yaşadık, kinlendik, öldük, öldürdük. Korktuk birbirimizden. Zaman bu yaraları sarma zamanı, hatalardan öğrenme, geçmişi gömme, geleceği birlikte yaratma zamanı. İyi veya kötü toplum yok, biliyorum.
Empati diyor Başkan, korkuları anlama, umutlara çevirme çabası içerisinde. ‘İki evet için birlikte çalışıyoruz’ diyor. Bir Pazar günü, evinden 8800 km uzakta, kendi toplumunun korkularını anlatmak, Kıbrıslı Rumlar’ınkilerine çözüm bulmak için ter döküyor. Benim umutlarım yeşeriyor.
Londra’da, Paris’te, Brüksel’de birlikte yaşıyor Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumlar, Yunanlar, Türkler. Karşılıklı kebap dükkanlarında birlikte içiyorlar yorgunluk kahvelerini. Yunanistan’da en çok duyduğum dil Türkçe. Atatürk Havalimanı’nda karşılaştığım Kıbrıslı Rumlar artık beni hiç şaşırtmıyor.
Evet mümkün, aynı adada barış içinde yaşamak, kötülüklere, kötülere karşı birlikte çarpışmak mümkün. Rum, Türk ayrımı yapmadan, paylaşmak mümkün, biliyorum.