Muratağa katliamında EOKA-B’ciler tarafından öldürülüp toplu mezarlara gömülmüşlerdi… (1)
Muratağalı Akansoy ailesinden Emine Rüstem Akansoy ve dört evlatçığı, 27 Mart 2021 Cumartesi günü toprağa verilecek…
27 Mart 2021 Cumartesi günü saat 10.00’da, Muratağalı Akansoy ailesinin beş ferdi, Muratağa-Sandallar Şehitliği’nde toprağa verilecek… Emine Rüstem Akansoy ile dört evlatçığı, önümüzdeki Cumartesi günü defnedilecek…
Kıbrıs barış hareketinin önde gelen liderlerinden, Avrupa Yurttaşlık Ödülü sahibi Hüseyin Rüstem Akansoy’un annesi ve dört kardeşi için düzenlenecek defin töreni, sivil bir tören olacak, askeri bir tören olmayacak… Cumartesi günü Muratağa Şehitliği’nde saat 10.00’da yapılacak sade ve sivil bir törenle, öldürüldüğü zaman 36 yaşında olan Emine Rüstem Akansoy, 15 yaşındaki Sezin Rüstem Akansoy, 13 yaşındaki Mustafa Rüstem Akansoy ve 12 yaşındaki Erbay Rüstem Akansoy ve 8 yaşındaki Sibel Rüstem Akansoy, toprağa verilecek. Bilindiği gibi Muratağa-Sandallar’daki toplu mezar, Kayıplar Komitesi tarafından kazılarak DNA testleriyle kimliklendirilmeye devam ediliyor ve defin törenleri yapılıyor. Atlılar’daki toplu mezar ise henüz kazılmış değil…
ERKEKLER SAVAŞ ESİRİ, KADINLAR VE ÇOCUKLARA TACİZ…
Hüseyin Rüstem Akansoy’un sevgili anneciği Emine Rüstem Akansoy, Muratağa-Atlılar-Sandallar katliamında 14 Ağustos 1974 tarihinde EOKA-B’ciler tarafından öldürüldüğü zaman henüz 36 yaşında, beş çocuk sahibi bir kadındı, Rüstem Akansoy ile evliydi… Rüstem Bey ile oğlu Hüseyin Rüstem Akansoy, 20 Temmuz 1974 tarihinde savaş esiri olarak köyde tutuklanarak, Muratağa-Atlılar-Sandallar’dan diğer köylülerle birlikte önce Piperisterona’ya (Peristerona Pygi) götürülmüşler, sonra kadınlar ve çocuklar ve bazı yaşlılar alındıkları köylere geri gönderilirken, erkekler de Mağusa’da Karaol kampına savaş esiri olarak götürülmüşler, ardından da esir olarak Leymosun’a taşınmışlardı…
126 KIBRISLITÜRK KADIN VE ÇOCUK KATLEDİLMİŞTİ…
14 Ağustos 1974 tarihine kadar geçen süre içerisinde üç köyde yani Muratağa-Atlılar-Sandallar’da kalan kadınlar, çocuklar ve yaşlılar çeşitli tacizlere maruz bırakılmışlar ve EOKA-B’cilerin hedefi haline gelmişlerdi. İkinci harekatın başladığı haberi duyulur duyulmaz ise, Piperisterona ve civar köylerden EOKA-B’ciler, bu üç köyde bulunan toplam 126 Kıbrıslıtürk kadın, çocuk ve yaşlı insanı katletmişler ve onları toplu mezarlara gömmüşlerdi…
Saklanarak katliamdan sağ kurtulan Şafak Nihat adlı çocuk, toplu mezarların bulunmasında rol oynamış ve yürütülen kazılarda Kıbrıs’ın yakın tarihinin en korkunç katliamı ortaya çıkarılmıştı…
HÜSEYİN RÜSTEM AKANSOY, BARIŞ HAREKETİNİN ÖNCÜLERİNDEN
Hüseyin Rüstem Akansoy, tüm ailesini bu katliamda yitirdiği halde, hiçbir zaman savaştan, kinden, nefretten yana bir tavır almamış ve kendi evladı Erbay Akansoy’u da onur duyulacak biçimde, tam bir barış aktivisti olarak yetiştirmiş bulunuyor. Hüseyin Rüstem Akansoy, Kıbrıs’ta barış ve yeniden birleşmenin öncülerinden bir lider olarak, yine Palekitre katliamında tüm ailesini yitiren ancak nefretin değil barışın yolunu seçen Petros Suppuris ile birlikte pek çok barış etkinliğinde yaşadıklarını birlikte aktararak barış mesajı vermişler ve Avrupa Parlamentosu tarafından Avrupa Yurttaşlık Ödülü’ne layık görülmüşlerdi…
KİN VE NEFRETE BAŞVURMADI…
Hüseyin Rüstem Akansoy, ailesinden 30’dan fazla yakınını bu katliamda kaybettiği halde, hiçbir zaman kin ve nefretin sözcülüğünü yapmamıştı – hatta barış hareketinin önde gelen bir neferi olarak, onun tüm ailesini EOKA-B’ci Kıbrıslırumlar’ın gerçekleştirdiği bu katliamda yitirmiş olduğunu, en yakınındakiler bile bilmiyordu. O hiçbir zaman ailesinin öldürülmesini “kullanıp”, kendisi için herhangi bir çıkar elde etmeye çalışmamış, hep barışı savunmuş ve bu yüzden de kişi olarak da ağır bedeller ödemişti…
RÖPORTAJIMIZ, ŞOK YARATMIŞTI…
Hüseyin Rüstem Akansoy’la bu sayfalarda bundan tam 15 sene önce Ekim 2004’te yaptığımız röportaj, özellikle barış hareketi içerisinde şok etkisi yapmıştı çünkü çoğu insan, onun trajik öyküsünü hiç bilmiyordu. Hüseyin Rüstem Akansoy, hiçbir zaman bu trajik yaşanmışlıklardan söz etmemişti çünkü…
Hüseyin Rüstem Akansoy’la bu önemli röportajımızı bir kez daha sayfalarımıza almak istiyoruz ki herkes neler yaşanmış olduğunu öğrenebilsin…
Hüseyin Rüstem Akansoy’la Ekim 2004’te bu sayfalarda yayımlanmış olan röportajımız şöyle:
“*** Muratağa’daki katliam çukurunda annesini, dört kardeşini, babannesini, halasını, amcasını ve yeğenlerini kaybeden Hüseyin Akansoy anlatıyor...
Muratağa diye bir yer... (*)
Kimi zaman yaşamak, ölmekten beterdir... Bütün sevdiklerinizi kaybedersiniz, bir anda hayat anlamsızlaşır. Siz de ölmek istersiniz. Ama hayattasınız ve kaldığınız yerden hayatınıza devam etmek, ayakta kalmak, insanlık onurunuzla yaşamak zorundasınız...
Toplu bir katliam yaşanan Muratağa’da böyle oldu...
Hüseyin Akansoy gencecik bir delikanlıydı, babası çiftçiydi, onun da veteriner olup Muratağa’ya geri dönerek burada çiftliği geliştirme hayalleri vardı... Ama savaş denen o kara bulut adamıza çöktüğünde başına geleceklerden habersizdi - veteriner olmasının artık bir anlam ifade etmeyeceğini, tüm sevdiklerinin, tüm yakınlarının bir katliam çukurunda can vereceğini ve herşeye rağmen hayatta yoluna devam etmesi gerekeceğini...
Onu Kıbrıs’taki ilerici barış hareketinin ön saflarında gördük, öyle tanıdık. Hiçbir zaman Muratağa’daki katliam çukurunda ne kadar çok sayıda yakınının yattığını bilmedik. 36 yaşındaki annesi Emine, 15 yaşındaki kızkardeşi Sezin, 13 yaşındaki erkek kardeşi Mustafa ve 12 yaşındaki öteki erkek kardeşi Erbay, 8 yaşındaki kızkardeşi Sibel, babaanesi Raziye, halası Rasime, halasının kızı Sezay, amcası Mustafa, amcasının eşi Havva ve onların kızları Temray ve Tacay ile oğulları Türker... Tüm bu saydıklarımız Hüseyin Akansoy’un en yakın akrabalarıydı...
Bir insan bu kadar çok sayıda sevdiğini kaybedip nasıl hayatta kalır? Nasıl çıldırmaz? Tüm bu yaşanmış olanları Hüseyin Akansoy asla kaba bir şovenizme, koyu bir kine dönüştürmedi - her zaman barışı savundu. Oturduğu yerden yapmadı bunu, ateşin tam ortasında durarak bebeklerimiz, çocuklarımız, annelerimiz, kardeşlerimiz, babalarımız, amcalarımız ya da teyzelerimiz toplu katliam çukurlarına gönderilmesin diye mücadele etti... Adamızın birleştirilmesi, barışa ve huzura kavuşması, artık çocuklarımızın bizden daha huzurlu, daha rahat yaşaması, günün birinde sırtına dayanacak bir tabancayla mezara gönderilmemesi için ateşin ortasında durdu, gözünü kırpmadan savundu barışı, çok ağır bedeller ödemiş olduğunu göstermeyerek, iki toplumun artık oturup anlaşmasını isteyerek...
Bugün de bunu sürdürüyor...
Öyküsünü bizimle şöyle paylaşıyor:
SORU: Daha önce de Hüseyin Akansoy olarak mı bilinirdiniz yoksa gençliğinizde başka bir isimle mi tanınırdınız?
AKANSOY: Özellikle lise dönemimde, hatta üniversiteye gittikten sonra da Hüseyin Rüstem olarak bilirdi beni arkadaşlar, babamın adıyla çünkü Hüseyin’ler çok! Hangi Hüseyin? Rüstem denince çok daha kolay ayırdedilebilirdi.
SORU: Biz hep Muratağa’yı bir katliam çukuru olarak okuduk, Muratağa-Sandallar, Atlılar diye okuduk... Ama bu köy nasıl bir köydü? Nasıl bir yaşantı vardı? Birazcık eskilerden başlayabilir miyiz? Ne zaman doğduydunuz?
AKANSOY: Ben 1956 yılının Kasım ayında doğdum...
“BABAM İNGİLİZ ÜSLERİNDE AŞÇIYDI”
SORU: Kaç kişilik bir aileydiniz?
AKANSOY: Annemle babamın ilk çocuğu olarak dünyaya geldim... Annemin adı Emine, babamın adı Rüstem... Özellikle köy yaşamı bilinir, daha fazla çiftçilikle uğraşırlardı, biraz bahçecilik, hayvancılık... Ama buna ek olarak babamın İngiliz üslerinde çalışmak gibi aslında ayrıcalığı diyebiliriz, vardı... Pergama İngiliz üslerinde aşçı olarak çalışırdı.
SORU: Nasıl gider gelirdi?
AKANSOY: Arabasıyla gider gelirdi...
SORU: Hatırlar mısınız arabasını?
AKANSOY: Tabii... Küçük bir Fiat’çıktı, daha sonra bir Morris’çiği olmuştu. Motora da meraklıydı, çeşitli motorları vardı... Daha sonra dört kardeşim daha oldu, iki kız, iki erkek...
SORU: En küçükle kaç yaştı aranız?
AKANSOY: Herhalde on yaş...
MURATAĞA’NIN 100 KİŞİLİK NÜFUSU VARDI
SORU: Köy nasıl bir yerdi? Rumca adı nedir?
AKANSOY: Köy Muratağa, ben Muratağalıyım... Rumca’da Maratha ya da Maraha diye bilinir. Küçük bir köy. Bir kere çoluğu-çocuğu, genci-yaşlısı-ihtiyarı, tümünü toplasanız zaten 100 kişilik bir nüfus. Nüfusun bir bölümü de aslında Peristerona köyünden göçmen olarak gelmişlerdi, köyün üst tarafında göçmen evi olarak yapılan evlerde yerleşik insanlardı. Ama aslında köken itibarıyla insanlar Muratağalı, Peristeronalı, yine aile durumundaydı, yakındılar...
SORU: Karma bir köy değildi...
AKANSOY: Değildi...
SORU: Nüfusu 100 civarında olduğuna göre herhalde aşağı yukarı 10 aileydi...
AKANSOY: Aşağı yukarı 10-15 aile diyebilirsiniz...
SORU: Siz herhalde ilkokula orada gittiniz...
AKANSOY: Evet, ilkokulu Muratağa’da tamamladım, ortaokul-liseyi Namık Kemal Lisesi’nde tamamladım.
SORU: Gidip gelir miydiniz Mağusa’ya?
AKANSOY: Hayır, yurtta kalırdım. Aslında Mağusa’ya çok yakın bir köy, 10-11 mil kadar, 15 kilometrelik bir mesafe ama gene de hergün sabah gidip gelme problem olurdu, bir de daha fazla hayvancılıkla uğraşıldığı için, bir de kaytarmak için o işlerden büyükler, küçüklere devredilerek o ilişki sürdürülürdü! Ben büyüdüğüm için artık okula gideceğim, küçükler hayvancılık işlerine bakacaktı, sağım işlerine... Çünkü sabahleyin erken kalkıp anneye babaya yardım etmek gerekirdi, babam da üslerde çalıştığı için genellikle anneme kalırdı bütün bu işler ve de küçükler sabahın saat dördünden kalkıp o hayvanlarla ilgilenmek zorundaydılar...
SORU: Küçükbaş mıydı yoksa büyükbaş mı?
AKANSOY: Küçükbaş da vardı, büyükbaş da vardı... Ciddi ciddi varsıl bir aile olduğumuzu düşünüyorum, iyi bir gelirimiz vardı. Özellikle babamın İngiliz üslerinde çalışıyor olması da ek bir katkıydı - dolayısıyla rahat bir yaşam idi...
Devam edecek