Muratağa ve Galatya katliamları anlatılacak…
16 Nisan 2019 Salı akşamı Yeri’de “kayıplar” konuşulacak…
16 Nisan 2019 Salı akşamı, Yeri Belediyesi salonunda Omonya Aşşa Spor ve Kültür Derneği’nin düzenleyeceği “Kıbrıs’ta kayıpların izinde” başlıklı etkinlikte 1974’te yaşanan Muratağa-Atlılar-Sandallar katliamı ile yine 1974’te Muratağa katliamının “intikamı” gerekçesiyle yaşanan Galatya katliamı anlatılacak.
Omonya Aşşa Spor ve Kültür Derneği’nin iki toplumlu kayıp yakınları ve savaş kurbanları örgütü BİRLİKTE BAŞARABİLİRİZ’le beraber organize ettiği gecede kayıp yakınları örgütü liderlerinden Muratağalı Hüseyin Rüstem Akansoy, Muratağa’da yaşananları, yine aynı örgütün liderlerinden Komikebirli Hristina Pavlu Solomi Patça, Galatya katliamını anlatacak. BİRLİKTE BAŞARABİLİRİZ örgütü liderlerinden Dalili Hristos Eftimiu genel bir sunuş yapacak ve biz de YENİDÜZEN ve POLİTİS’te yürüttüğümüz “kayıplar”la ilgili çalışmalarımızı ve her iki toplumdan okurlarımızın büyük yardımlarıyla bulunan gömü yerlerine ilişkin çabalarımızı fotoğraflar aracılığıyla bir sunuş yaparak aktaracağız.
Gecede Aşşalı bir “kayıp” yakını da Aşşa’da yaşananları aktaracak.
Etkinlik saat 19.30’da başlayacak. Etkinlik, Yeri Belediye Başkanı Neofitos Papalazaru’nun evsahipliğinde gerçekleştirilecek.
KAZILARDA SON DURUM… KAZILARDA SON DURUM…
Templos’ta üç, Yerani’de bir ve Lapta’da iki “kayıp”tan geride kalanlara ulaşıldı…
Kayıplar Komitesi’nin adamızın kuzeyinde ve güneyinde yürüttüğü kazılar devam ederken, Templos’ta (Zeytinlik) üç “kayıp” şahıstan geride kalanlara ulaşılmış olduğu ve kazının devam ettiği öğrenildi.
Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üye Ofisi Kazılar Koordinatörü Arkeolog Demet Karşılı’dan aldığımız bilgilere göre, Lapta’da “Celebrity Yanı” olarak bilinen bölgede de iki “kayıp” şahıstan geride kalanlara ulaşıldı ve burada bulunan toprak yığınları, mistiri ve çapalar ile kontrol edilerek gözden geçiriliyor.
Turnalar’da ise (Yerani) bir “kayıp” şahıstan geride kalanlara ulaşıldı ve bu kazı da devam ediyor…
Lapta bölgesinde ikinci kazıda herhangi bir ize rastlanmayarak bu kazı sonlandırılmış bulunuyor.
Kıbrıs’ın güneyinde ise Lefkoşa’da Strovulos bölgesinde trençleme yapılarak kazıya devam ediliyor ancak henüz herhangi bir ize rastlanmadı.
Kazı ekiplerinde bulunan tüm arkeologlarımıza, şirocularımıza ve diğer çalışanlara “Çok kolay gelsin” diyoruz.
BİR ÖYKÜ…
“Bir çöplüğün içinde, yıllarca yattık…”
Bir okurumuz (adı yanımızda mahfuz) kaleme almış olduğu bir öyküyü bize gönderdi… Biz de bu öyküyü okurlarımızla paylaşıyoruz… Okurumuz şöyle yazıyor:
“Kardeşim benim
Sana kısa ve öz yazacağım.
Benim öldürülüşüm hakkında bilgi edinmek istiyormuşsun.
Ben öleli yıllar oldu.
Annem, babam öldü…
Onlar öldükten sonra benim kemiklerim bir çöplükte bulundu.
Demişsin ki “İyi ki annem ve babam kardeşimin gömüldüğünü görmeden öldüler.”
Demişsin ki “Kardeşim yıllarca çöplükte yattı.”
Üzülme, ölülerin yattığı yer ölen için önemli değildir.
Ama sizin için önemlidir.
Bunu biliyorum.
Sizler öleni anımsamak, eski günleri anmak için, gidip ona bir dua okumak istersiniz.
Benim buna ihtiyacım yok.
Benim yaşanmamış günlere, yaşayacağım günlere ihtiyacım vardı.
Benim bir çocuğum bile olmadı.
Ben, kana kana bir kadınla sevişmedim bile.
Terim bir kadının terine karışmadı bile.
Yaşamın anlamını bilmeyen, insanı tanımayan insanların akıl almaz ideolojileri için öldük.
İdeolojileri, benim ideolojim bile değildi.
Peşine takılıp gittiğim bir fikir bile değildi.
Niye mi öldük?
Ülkemi savunmak için.
Ama onursuzca.
Yok yok, onursuz olan ben değilim.
Beni öldürenler onursuz.
İnsanı insan yapan onurdur.
İnsanın kendisine duyduğu saygıdır onur…
Kişinin kendi varlığına, kendi kişiliğine karşı beslediği saygı, insanı insan yapan iç değerdir onur.
İnsan onuru için yaşar ölür ve öldürür.
Onurluca, kendisine duyduğu saygı, düşmanına duyduğu saygı ile öldürür.
Şavaşırken öldürür.
Sonra da öldürdüğü kişiye saygı duyar, düşmanı ne kadar güçlü ve korkusuz olduğu için.
Biz onurluyduk yenilgiyi kabul etmiştik.
Ama korkusuzduk.
Ölümden korkmadan teslim olduk.
Ama yanılmışız.
Onuru yokmuş düşmanın.
Düşmanını çöplüğe gömecek kadar onursuz bir gruba teslim olmuşuz.
Benim düşmanım olsaydı eğer başımın üstünde olurdu.
Çünkü ben onursuz bir düşmana kurşun sıkmazdım.
Onlar benim düşmanım değil.
Onlar benim yerimi bile, mezarımı bile saklayan, saklamak için üzerime çöp döken insanlar.
Onlar benim düşmanım olamazlar.
Benim düşmanım, benimle karşı karşıya gelen ve gözümün içine bakarak savaşan insanlardır.
Benim düşmanlarım ben teslim olunca beni bir kamyona bindirip, aramızdan bazılarımıza süngü sokarak öldüren insanlar değildir.
Onlar benim düşmanım olamaz .
Onlar savaşmayan, savaş sonrası zaferi kendilerine mal eden çapulculardır ancak…
Benim düşmanlarım, en az benim kadar onurlu olmalıydılar.
Teslim olana silah çekmeyecek kadar onurlu olmalıydılar.
Nasıl öldürüldüğümüzü soruyorsun.
Acını hafifletecekse anlatayım ama ağlama lütfen.
Savaşı kaybedince, bir kadının evine sığındık.
Bize elbiseler verdi.
Ve yemek verdi.
Sonra Birleşmiş Milletler askerlerini bekledik.
Evimizin etrafı Düşman(!) tarafından sarıldı ve teslim olduk.
Ama teslim olmadan önce adlarımızı tek tek yazdırmıştık evine konuk olduğumuz kadına.
Teslim olduğumuz adamı bir çoğumuz tanıyordu.
Hem kendisini, hem babasını.
Babası bizim ekmeğimizi yemeğimiz yemiş bir adamdı.
Bizi bir kamyona bindirdiler.
Bindirirken süngülediler.
İçimizden biri öldü.
Ölene isyan edecek halimiz yoktu.
Biz küçük bir köyün içinden kamyonun arkasında geçirildik ve Çatoz’a doğru yol aldık.
Köyün içinden geçerken çocuklar bizi seyrediyordu.
Ama inan ki aklımızda öldürüleceğimiz yoktu .
Köyün içinden geçerken, bir çoğumuz, yol kenarında oynayan çocuklara el salladık.
Tabii ki onlar da bize.
Arkamızda bir askeri cip vardı.
Üzerinde bir A4 makineliyle bizi takip ediyordu.
Hiç aklımıza gelmemişti öldürüleceğimiz.
Bizi Çatoz'a esir olarak götürüyorlardı.
Kamyon, bir mezarlığı geçerken toprak yola saptı.
İşte o zaman anladık ki bizi öldürecekler.
Ve 500 metre ötede bizi indirdiler.
Kaçmak istedik, aramızda konuştuk, kaçacaktık.
Ve o sırada kulakları yırtan sesi duyduk.
Yirmi beşimiz üst üste yığıldı aynı anda.
Bazılarımız yaralandı.
Makinelinin sesi kesildi.
Tutukluk yapmıştı.
Makinelinin başındaki adam bağırdı.
"Hepsini öldürün" diye…
Biz kaçtık, onlar takip etti.
Bin metre içinde yaralı olan bizleri, tek tek öldürdüler.
Beni arkamdan vurdular.
Acı çekmedim.
Kurtulma umudu ile koştum. Yanımdaki iki arkadaşım vardı ki aynı yerde yattık yıllarca.
Bir çöplüğün içinde.
Yirmi kişi kaçmıştık.
Bizi 3 kişiyi arkamızdan vurdular .
Başka birimizi, silahı tutukluk yapınca düşmanın, kafasını parçaladılar.
Birimiz yarasında bir süngü ile sığındığı bir kadının elinden zorla alınıp öldürüldü ve yakıldı.
Onu daha kazıp bulamadılar.
(Oysa yerini biliyorlar. Sahi niye kazmıyorlar ki. Vardır bir bildikleri…)
Dokuz, onumuzu nişan tahtası gibi kullandılar ve öyle öldürdüler.
Bir tanemiz, bizi aldıkları köye doğru kaçtı.
O da yaralıydı ama o ne oldu bilmiyorum.
Merak ediyormuşsun, biz nasıl öldük diye.
Soruyormuşsun, işkence gördük mü diye.
Ölümü anlayıp korktuk mu diye.
Ölümü anladık ama korkmadık.
Korkmadık ama düşmanımız onurlu değildi.
Bizi, düşmanı olarak kabul etmeden onursuzca öldürdü.
Boşuna savaşmışız.
Düşmanımız onursuzmuş.
Bize acı gelen ölmek değildi.
Bize acı gelen düşmanın onursuzluğuydu.
İşte hepsi bu…
Bir kadınla sevişmeden, bir çocuk sahibi bile olamadan onursuzca öldürülmek…
İşte bizi öldüren bu…”
(OKURUMUZUN ADI YANIMIZDA MAHFUZ – 8 NİSAN 2019)