Müşterekleri İnşa Etmek
Müşterekleri İnşa Etmek
Emre Akbil
[email protected]
Müşterek olan, bireylerin özne-öncesi, veya olmuş olduğu ve olacağı öznelerin arasındaki, paylaşılan zaman ve mekanların tümüdür. (1)
Antonio Negri, Michael Hardt, ve Paolo Virno gibi felsefe düşünürleri yanında Stavros Stavrides, Pelin Tan ve Pier Vittorio Aureli gibi mimarlık düşünürlerini de günümüzde meşgul eden Müşterekleşme kavramı güncel mimarlık pratiğine tam olarak eklemlenmemiş olsa da dünyayı “özel” ve “kamusal” olarak ikiye ayıran mekânsal yönetim anlayışına alternatif bir üçüncü mekânsal ajan ekleme olanağı sunuyor. Devlet aygıtının mekânları ve özel şirketlerin piyasa mekânları arasında giderek daralan üçüncü alan olan müşterek mekânlar aslında toplumsal ekolojinin nefes alabildiği bağlamlar olarak düşünülebilir. Müşterekçi pratikler, kamu yapıları ve özel yapılar ekseninde biçimlenen mimarlığın dışında başka bir yapı kültürü ihtiyacını ortaya koyuyor.
Pelin Tan’a göre bu yeni yapı kültürü içinde mimar ancak “sosyal ajan” olarak yerini bulur.(2) Sosyal ajan olarak mimar çoğulluk içindeki farklılıkları, çelişkileri, ihtilafları tasarım problemlerine eklemlerken, iktidarın temsili ajanı olarak homojen ve hijyenik tasarım düzenini uygulamak yerine, müşterek bir duygu, fikir, etkinlik, olay veya süreç için alan açar. Müşterekçi bir mimarlık pratiği sömürgeci mekânsal araçların dışında özgürleştirici mekânsal araçları geliştirmek üzere sürekli arayış içindedir. Belli bir biçim ve stil üzerinden mekân üretmek yerine kolektif bir “sömürgesizleştirme” sürecini harekete geçirebilecek düzenekleri keşfetmek müşterekçi mimarlığın politik yükümlülüğüdür. Teknik ve ekonomik kriterler altında biçimlenen post-politik mimarlık akımlarına alternatif bir mimarlık çerçevesi oluşturmak ve finans kapital dışındaki kolektiflerin barınabileceği mekân kurguları yaratmak sosyal ajan olarak mimarın yükümlülüğüdür. Kentlerde, kırsal alanlarda ve bu alanların dışındaymış gibi duran kamplarda (askeri kamplar, mülteci kampları, üniversite kampüsü, turistik kamp alanı gibi) alternatif özneleşme ve mekânsallık arayışları yine üçüncü alan olarak tanımladığımız müşterek mekânların oluşturulması ile mümkündür. Stavrides bu alternatif mekânsallaşmanın belli biçimlerde kodlanmış kentsel parçaların çeperlerinde tetiklenerek yaygınlaşabileceğini öngörür.(3)
Pier Vittorio Aureli mimarlığı müşterek bir bilgi biçimi olarak ortaya koyar (4). Cepheler, döşemeler ve merdivenler ve diğer konstrüksiyon sistemleri yanında yapı elemanları, tipolojiler, biçimler ve stillerin tümü kolektif bir bilgi ağı olarak mimarlığın kendisini oluşturur. Hiçbir bilgi türü, veya bilgi parçacığı kolektif ve paylaşılan mimarlık bilgisi alanı dışında değil. Öyle ise kendi şahsını ifade eder gibi görünen, kendine özel stili olduğunu iddia eden mimarların bu müşterek bilgi ağında kendine özel bir alan açma gayreti içinde olduğu söylenebilir. Devletlerin de tıpkı özel şirketler gibi kendi bilgi düzeneklerini örgütleme ihtiyacı hissettiğini Foucault ortaya koymuştu (5). Mimarlar da bu düzeneklere eklemlenmek, devletçi ya da piyasacı, bir iktidar aygıtının parçası olabilmek için kendilerine özel bir bilgi türü geliştirdikleri iddiasını ortaya koyarlar. Foster’ın tekno mimarlığı, Koolhaas’ın olumsuzu olumlayan mimarlığı, Hadid’in biçimselleşen bağlamsallığı, Piano’nun neo-zanaatkar tutumu ve daha birçok kendine has ve özelleşmiş mimari bilgi türü, paylaşılan bir bilgi-üretim-pratiği olarak Aureli’nin ortaya koymuş olduğu mimarlığı reddeder gibi görünürler. Tam da burada mimarlık alanında ihtilaflar, çatışmalar ve kavgalar kendini gösterir. Bunlardan belki de en güncel ve sansasyonel olanı Tokyo 2020 olimpiyatları için yapılan stadyum projesi olabilir. Çok detaya inmeden konumuz için gerekli olduğu kadarını söyleyelim. Zaha Hadid ilk açılan uluslararası yarışmadan birincilik ile çıktığında, Arata İsozaki, Toyo Ito ve Kengo Kuma’nın dâhil olduğu bir grup Japon mimar (biraz da milli duygular ile) projenin kent ölçeğine uygunsuz boyutlarını ve uçuk maliyetini sorgulamaya başlarlar. Proje uzun süreli ve çalkantılı bir süreç sonucunda ilk önce küçültülür daha sonra ise politik baskılar sonucu iptal edilir. Daha sonra açılan yarışmada kazanan Kengo Kuma’nın projesi ise Zaha Hadid’in saldırılarına maruz kalır. Bu kez Hadid Kuma’nın projesinin kendi projesindeki oturma düzeneği ile benzerlikler içerdiğini öne sürer. Daha sonra ise Hadid iki yıl boyunca çalışmış olduğu projenin haklarını yönetime devretmeyi reddettiğini açıklar. Kengo Kuma ise bu gibi benzerliklerin stadyum projelerinde olağan olduğunu söyleyerek kendini savunur. İki mimarın da burada kendi özel mimari bilgi alanlarının sınırlarını genişleterek bir iktidar kavgasına tutuşmuş oldukları görülebiliyor. Kengo Kuma Japon devlet aygıtı ile daha uyumlu bir mimari bilgi türü geliştirerek Zaha Hadid’in piyasacı bilgi türünü alt etmeyi başarıyor(6). Her iki mimarın bilgi türü de devletçi tekno-yönetimsellik ve sermayenin özelleşmiş yönetimsellik ikilemine kapılmış durumdadır (figür 1, Kengo Kuma Tokyo Olimpiyat Stadyumu projesi; figür 2, Zaha Hadid Tokyo Olimpiyat Stadyumu Projesi). Kolektif bir bilgi türü olarak mimarlık üretimi her iki durumda da göz ardı edilmekle kalmamış bu alan adeta talan edilmiştir.
Müşterekçi bir mimarlık, bilgisi paylaşılabilir olan bir mimarlık türüdür. Recetas Urbanas, İspanya’da kolektif bir bilgi türü olarak mimarlık üretimini toplumsal ve yaygın bir bilgi biçimine dönüştürürken mimarlık pratiğini de projenin ötesinde kolektif üretim reçeteleri olarak paylaşıma açıyor (7) (figür 3, Recetas Urbanas kolektif mekân üretimi). Müşterekçi mimarlığın içkin özelliklerinden biri, kullanım kılavuzları, yöntemler ve rehberler yolu ile uygulama tekniklerinin paylaşıma açık olmasıdır. Kolektif bir bilgi biçimi, kolektif bir üretim biçimi olarak ve/veya bir kolektifin oluşumuna katkıda bulunarak müştereklerin inşası mimarlık yolu ile mümkündür. Mümkün olan bu alanı donatmak, desteklemek ve alternatif bir hakikatin parçası olarak çeşitlenmesini sağlamak ise yeni bir mimari pedagojinin yaygınlaşması, kavramsallaşası ve kolektif aklın yeni bir biçim kazanarak bilişsel teknoloji içinde yetkin rol alması ile olanaklar alanını genişletecektir.
Kıbrıs adası, halklarının barış perspektifi ile yeni olasılıklara imkân veren atmosferik koşulları barındırır ve yeni bir “politik ekolojinin” oluşumu için uygun ortama sahiptir. Mimarlık ve kentleşme politikaları bu yeni oluşacak politik ekolojiye müşterekleşme pratikleri ile eklemlenerek alternatif bir hakikatin çerçevelerini oluşturabilir. Diğer yandan adada hâkim olan mevcut kentleşme ve mimarlık kurguları sermaye ve devlet iktidarlarının görünürde ikilem barındıran ve fakat gerçekte neoliberal post-politik ortamın tamamlayıcı unsurları olan birlikteliğin destekçileri konumundadırlar. Kıbrıs adasında bu tekilliğe karşı mücadelenin ipuçlarını Mağusa kentinde bulmaya başlıyoruz. “Hands-on Famagusta” projesi (“Mağusa İçin Bir El At”) Mağusa kentinin geleceğini mevcut düşünce kalıplarının dışına taşıyarak müşterek bir kentsel gelişime alan açabilme potansiyellerini araştırır ve böyle bir alternatif hakikatin çerçevelerini paylaşıma açar (8). Hands-on Famagusta böylelikle kolektif bir bilgi üretimi olarak mekân üretimini yeniden kodlarken ayni zamanda Mağusa kentinin mevcut paradigmalar altında kamplara bölünmüş, özelleşmiş ve ayrıcalıklar üzerinden kurgulanmış kentsel geleceğine bir karşı-iktidar alanı yaratır. Bunun yanında Mağusa İnisiyatifi ve MAGEM gibi etkin yerel politik örgütlenmeler de Mağusa kenti için önemli alternatif özneleşme imkânları yaratmaktadır. Bu yerel inisiyatiflerin sokakları ve diğer kent mekânlarını kullanım biçimleri de müşterekçi pratiğin temelini oluşturuyor. Takas pazarları, sokak partileri, sokak hayvanlarına yönelik girişimler ve daha birçok alternatif kentsel yaşamı tetikleyen etkinlikler iktidar ve sermaye pratikleri yanında minör kurgular olarak değerli bir üçüncü alan imkânını canlı tutuyor. Mimarlığın ve kentleşme politikalarının müşterekler adını verdiğimiz bu üçüncü alana hizmet verecek niteliğe dönüşmesi önümüzdeki barış sürecinin, ki bu sadece çözüm süreci ile sınırlı değildir, başarısı için önemlidir.
Notlar:
1. “Müşterekleri İnşa Etmek” yazısı daha önce kısmen Mimarca dergisinin 81. Sayısında yayınlanmış ve Gaile için yeniden düzenlenmiştir.
2. Pelin Tan, Mimarlık Sosyolojisine Giriş, Arredemento Mimarlık Dergisi, Mart 2011; Mimarca, Sayı 81, 2016.
3. Stavros Stavrides, Common Space as Threshold Space: Urban Commoning in Struggles to Re-appropriate Public Space, Footprint, Sayı 16, Bahar 2015
4. Pier Vittorio Aureli, The Common and the Production of Architecture: Early hypotheses, in Common Ground: A Critical Reader, Ed. David Chipperfield, Kieran Long ve Shumi Bose, Venice, 2012; “Müşterek Olan ve Mimarlığın Üretimi” Çeviri Emre Akbil, Mimarca, Sayı 81, 2016.
5. Micheal Foucault, Discipline and Punish, The Birth of Prison, Çev. Alan Sheridan, Vintage Books, New York 1995.
6. Bu noktada mimarın sorumluluğunu ve yetkinliğini ifade eden müelliflik (tasarlamış olduğum ve projelendirmiş olduğum şeylerden sorumluyum) ile bu sorumluluk alanını tüm bir bilgi alanını sahiplenmek üzere kodlamak arasında ayrım yapmak gereklidir diye düşünüyorum.
7. http://www.recetasurbanas.net/v3/index.php/en/
8. www.handsonfamagusta.org