Mutluluğun adı
Bugün bayram. Barış Manço’nun öğüdünü tuttuğumdan değil, ‘bayramlık’ heyecanından hiç değil, yan komşularımın balık tutma vaktinin geldiğine karar vermesinden dolayı erkenden uyandırılıyorum.
Bir gürültü, bir gürültü deme gitsin. Bu kadar düşüncesizlik doğuştan mı geliyor, yoksa ayrı bir çaba sarf etmek gerekiyor mudur? diye meraklanıyorum, elimde değil.
‘Başkalarının hayatına saygı duymayı, etrafı sesimizle, dumanımızla, çöpümüzle kirletmemeyi ne zaman öğreniriz sence biz’ diye soruyorum, gürültüye uyanmış, gözlerini oğuşturan Delfin’e.
‘Cehalet mutluluktur’ demiş Thomas Gray diye yanıtlıyor beni ukalaca, ‘sen de bu kadar takılmasan, sabah sabah felsefeye bağlamasan olmuyor mu?’
Olmuyor işte, uykudan eser kalmamış ki, Altın Kumsal’da yaşayan tek martının peşine takılmış, gitmiş uykum kuşluk vakti.
‘Sence bu yalnız martı Jonathan Livingston mudur?’ diye soruyorum. Bayram bayram fesupanallah, uyusana sen, diye geliyor cevap, başım yönünde fırlatılan yastık eşliğinde.
Karpaz’da geçiriyorum bu bayramı, keyfime diyecek yok. Kurbandan, şekerden uzakta, doğanın kollarındayım.
Ülkemin bittiği yer diyorum, buraları ben çok seviyorum. Yol boyu değişen bitki türlerini takip ederek coğrafya, biyoloji bilgimizi döküyoruz ortaya, ağaçların isimlerini tahmin etmeye çalışıyoruz. Kırık dökük Ortaokul bilgilerimizle maki diyoruz evet maki bu, sonra birbirimize belki de bininci kez soruyoruz, biz niye TC coğrafyası okuduk ki okulda, kendi ülkemizi tanımıyoruz baksana?
İki yandan denizi gördüğüm noktaya bayılıyorum, en sevdiğim. Etrafımızda yeşil boy gösteriyor bir süredir. İnsan doğaya ait olmalı, yeşil ile mavi ile iç içe yaşamalı diyorum yol arkadaşlarıma.
Delice bir koşuşturmaya dalmışız, hayatımız içerisinde ne kadar da az, doğanın yeri. Özgürlüklerinden koparıp kafeslere tıktığımız kuşlar, zincire vurduğumuz köpeklerimizle hayvan sevgisini yaşamaya çalışıyoruz. Doğal yaşam ise evimizdeki saksılı çiçekler veya bir bahçe sahibi olacak kadar şanslıysak, bahçemize ektiğimiz suni çimler, belki biraz da organik meyve, sebze.
Kendimi altın sarısı kumların üzerine atıp sonsuz bir maviliğe kilitliyorum gözlerimi. ‘Yaşamayı ne ara unuttuk biz?’ diye soruyorum, besbelli uykuyu yeniden yakalayamayıp bana katılmaya karar vermiş Delfin’e.
Bir tüketim çılgınlığına kapılıp; daha fazla şeye sahip olmak, daha çok tüketmek için çok kazanmak, çok kazanmak için çok çalışmak gerektiği safsatasına ilk ne zaman kandık acaba?
Birbirimizden, doğal güzelliklerden kopup soğuk ofislere, parlak bilgisayar ekranlarına kilitlenip, konuşmayı, dokunmayı, paylaşmayı tam olarak hangi tarihte unuttuk biz?
Facebook’ta yemeğimizin resmini paylaşmak, o yemeğin tadından, paylaşıldığı kişilerden nasıl daha önemli hale geldi ‘sosyal paylaşımlarımızda’?
Bir masa etrafına toplanıp, birbirimiz ile değil de hattın öbür ucundaki dostlar ile ettiğimiz sohbetlerin ‘normal’ liğine kim inandırdı bizi?
En fazla kafama takılan ise sanal ortamlardaki ‘en iyi dostların’ gerçek hayatta birbirini selamlamaktan dahi kaçınması. Bunun nedeni ne, sence Delfin?
Sorularım cevapsız kalıyor, plaj sefasına çoktan dalmış, beni duymuyor bile, huzurun sesini dinliyor kıyıya vuran dalgalarda.
Uzaktan bir eşek anırması geliyor, ıssız sahilde bir kaç karga dolaşıyor, martı onlara uzaktan pek de bir kurumlu bakıyor. Rüzgar son yazın keyfini bozmak istemezmişcesine nazlı nazlı esiyor.
Altın Kumsal önümde tüm güzelliği ile uzanıyor. Gözlerimi kapıyor ve ben de huzuru içime çekiyorum. Mutluluğun adını koyuyorum o an, resmini çiziyorum; Sevdiklerinle, sevdiğin yerde olmak, ne eksik, ne de fazla.
Mutlu Bayramlar...
5 Ekim 2014
Dipkarpaz