MUTLULUK DÜŞÜ
İyi şeyler olsun istiyor insan. Hayat bildiğini okuyor ama. Bununla başa çıkmak için beklentisiz yaşamayı seçtim bir süredir. Kendimi iyi tutmaya, başa ne gelirse onunla başa çıkmaya, hayat denen bu acı-tatlı serüveni elden geldiğince onurlu biçimde yaşamaya çalışmak. Bütün mesele bu.
Yavaş yavaş “normal” hayata doğru ilerleyen insanları gözlüyorum bir süredir. Sanki bu kapanma iyi gelmiş, değişik bir olgunluğa ulaşılmış, varoluşun anlamı, kendilerinin bu dünyadaki rolü üzerine yeniden düşünmüşler. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak elbet de zaten olmuyordu ki; dünya hep değişiyordu, sadece temposu daha düşüktü değişimin. Bu kez, ani bir sarsıntı oldu ve uyandık yalnızca.
Bir başka gözlemim, yeni teknolojilere, sosyal medyaya uzak duran, bunu bir tavır olarak gerçekleştiren pek çok kişinin yelkenleri suya indirmesi. Bu ağa dahil olunmadan var olunamayacağını anladılar artık. Hayat tamamen böyle bir alana taşınınca şaşırdılar. Geçmişte bir şairin bilgisayar yerine daktiloda ısrar ettiğini, trende güzel bir kadının kendisine “ben kadife pantolon giyip Lawrence Durell okuyan adamlardan hoşlanırım” deyişini aktardığını hatırlıyorum. Hala sosyal medyada görmedim ama yakındır. Sosyal Medya’da yoksan teknolojinin bir köşesinden tutmuyorsun kayboluyorsun açıkçası. Kaybolmak da bir tercih kuşkusuz.
İlişkiler, evlilikler cephesinde ne yaşanacak bilemiyorum. Çok yaygın olan uzun mesafe ilişkileri, yani farklı şehirlerde, farklı ülkelerde yaşayan sevgililer meselesinde, havai fişek birlikteliklerde bir kırılma gerçekleşecek gibi. Gerçi bir süre sonra eski mobiliteye dönülme ihtimali de var. Havaalanları ne zaman kalabalıklaşır bilemiyorum. Yalnız yaşayanlar, hayatı evden çok sokakta geçirenler açısından da yeni bir dönem başlıyor olabilir. Yalnızgezerliğin cazibesi azalıyor sanki. Gezilemediğinden belki de.
Bu süreç kurduğumuz dengelerin ne kadar hassas olduğunu da gösterdi bize. Pek mutlu hayatları olduğunu düşünenler, her şeyin yolunda gittiğine ve hep böyle gideceğine inananlar bile kendilerini kara kaderin sarmalında buluverdiler.
Herkes kendi hikayesiyle baş başa aslına bakılırsa. Pek çok hayat hiç de dışardan görüldüğü gibi değil. Orta sınıfların pek de düşünmek istemediği dünyanın yoksullarına daha kötü koşullar, daha zor bir hayat geldiği kesin. Neoliberalizm mamulü bir genç kuşak yolda. Oy vermeye başladıklarında neler değişecek kim bilir.
Bu süreç dünyanın dört bir yanında olup bitene dair daha fazla bilgilenmemizi sağladı sanki. Pek çok ülkenin gündemi daha yoğun girdi ilgi alanımıza, kulübelerimizden başımızı çıkarıp ormanın seslerine kulak kesildik. Fotoğrafın bütününü görmek zorundaydık ve öyle yaptık.
Boş meydanların, hayalet şehirlerin sürreal görüntüsünden sonra dünyaya dair algımız sarsıldı. Birileri böyle bir dönem yaşanacağını söylese gülüp geçerdik herhalde.
Hayat hikayemiz değişime ayak uydurmaya dair aslına bakılırsa. Farklı yaşlar, farklı dönemler, dünyadaki sosyal, politik, kültürel değişim hep etkili olmuş üzerimizde. Yavaş ilerleyen, kendi seyrini izleyen, nicelden nitele doğru değişen böylesine sarsmamış olabilir bizi. Şu an yaşananı olağanüstü bulmamızın nedeni yeni gerçekliğin birden kuşatması hayatlarımızı.
Ben eskiden geleceği “Motorların maviliklere sürüleceği” bir zaman olarak hayal ederdim parçası olduğum siyasi ekolün tarihsel iyimserlik anlayışı yüzünden. Neden olmasın diyorum hala. Dünya hep şaşırtıcı bir yer olmadı mı zaten.
İyi şeyler olsun istiyoruz hem kişisel hayatlarımız hem de dünya açısından. Olur mu bilmiyorum ama olacakmış gibi hazır tutmak istiyorum kendimi. Parti kıyafetim dolapta asılı, balonlarım çekmecede olsa mesela. Evimi bir konuk gelecekmiş gibi hazır tutsam hep.
Güzel bir gelecek istiyorsak düşlemekten vaz geçmeyelim onu. Düşleyenler mutluluğa ulaşamayabilir ama mutluluğa ulaşanlar yalnızca onu düşleyenlerdir.