MUTLULUK KAPISI
Her şeyin değişken olduğunu bilmek bağlanmaya meyilli insan ruhu üzerinde nasıl bir tahribat yaratıyor diye düşündüm az önce. Yaşadığımız bir anı, toplumsal, duygusal, ekonomik konumlarımızı o anki sahiciliği içinde değil de hayatı kapsayan bir sonsuzluk duygusu içinde algılıyoruz. Kaybetme kaygısı bir köşeden başını uzatsa da asıl olan o anı kapsayan tatmin ve sevinç ve onun geleceğe doğru sürecek serüveni… Mutluluk böyle bir anda mümkün. Bu bir yükseliş anı. Özellikle gençlikte yaşanabilecek bir şey bu. Sonraları kötü deneyimlerin etkisiyle gölgeleniyor sevinçler. Kaybetme korkusu eşlik ediyor sevince ve sakınan göze bakan çöp gibi işlev görüyor biraz da bu; korktuğun başına geliyor bu kaygının yarattığı ruh sakarlığından ötürü.
Anı yaşa diyenler biraz da bu nedenle bunu bir mutluluk formül gibi düşünüyorlar. Benim yarı yarıya başardığım bir formül bu. Geleceği bir miktar es geçebiliyorum ama geçmişin hayaletleri hep peşimde dolanıyor. Geçmiş çoğaldıkça hayaletler de çoğalıyor ve bir mutluluk potansiyelinin önünü kesiyorlar. Onları es geçip gözü kara davranmak mümkün kuşkusuz. Belki de anlamlı bir hayatın formülü bu; bütün kötü deneyimlere rağmen cesaret gösterebilmek.
İnsan kendince savunma mekanizmaları geliştiriyor hayattaki kalp kırıklıklarına karşı. Üstüne alınmamak, bunu insanlık hallerinden biri gibi görmek, bir antropolog gibi bakmak bunlardan biri. İnsan bir başkasına kendinden hareketle bakıyor. Birisi iltifat edince “senin gözlerin güzel” denir ya; burada kastedilen bir iç gözdür kuşkusuz. Bir sahtelik hissetmediğin, içten geldiğine inandığın zaman söylersin genelde bunu.
İnsan içine daldığı çemberi göremiyor ama. Yanılgılarla dolu hayatlarımız. Ne kadar deneyimli olsak, insana dair bir bilgeliğe sahip olsak da kaçınamıyoruz yanılgıdan. Karar ve davranışlarımızı sadece zekâ ve düşünme sistematiğimiz yönlendirmiyor çünkü. Bazen anlam veremediğimiz, kendimizi anlayamadığımız hatta kendimize yakıştırmadığımız şeyler yapabiliyoruz.
Başkalarının davranışlarını yönlendiren pek çok faktör var. Eskiden bunu hiç göremezdim ve arkadaşlarım söyleyince şaşırırdım. Kıskançlık önemli bir faktör. Kendimden bilmem gerekir oysa. Belki de o kadar kıskanç biri değilimdir ben. Ya da sadece bazı durumlarla, hayatın bana adaletsizlik yaptığını düşündüğüm durumlarla ilgilidir bu. Bazen de çok karmaşık bazı nedenler vardır kıskançlığı körükleyen. Kıskanılmayı konduramıyorumdur belki bir yükselip bir düşen özgüvenin iniş anlarında.
Bazen düşünüyorum sahtelik daha mı iyi diye. Planlı kötülük girişimleri daha acıtıcı çünkü. Sahteliği görmeyip pembe dünyanda avunabilirsin bazen. Sahtelik yapmayıp doğrudan söyleyenler bazen can acıtmak için yapıyor bunu. Yüzüne bir şaplak vurulmuş gibi hissediyorsun. Moralinin bozulduğunu görünce keyifleniyor böyleleri.
Kimi kez de temiz kalple gelen bir sakarlık can acıtıyor. İstemeden, bilmeden aşil topuğundan vuruyor seni birileri.
En çok şaşırtan ise bir insandaki gel git halleri. Bu anlaşılır bir şey aslında. İnsan değişken çünkü. Bir günden bir güne farklı bir görüntü, farklı bir izlenim vermek mümkün çeşitli nedenlerle.
Hayatın biricik kuralı değişim. Onunla barışmak, onu bir nimet, bir olanak olarak görmek en iyisi. Diğer türlüsü ne kadar sıkıcı olurdu. Diğer yandan kötülük olmasa bu kadar bilmezdik iyiliğin değerini, çirkinlikler olmasa güzellik algımızın gelişememesi söz konusu olurdu diğer yandan da.
Başımıza gelen, gelmekte ve gelecek olan her şeye karşı güçlü olabilsek keşke diyordum ki böylesi bir mükemmeliyetin ne kadar sakıncalı olduğunu düşündüm birden. Kırılganlıklarımız bizi insan yapıyor çünkü. Kırılganlıklarımızla barışıp onları da hakkıyla yaşayabilmeliyiz belki.
Kendimizi kötülüklerden korumalıyız elbette ama sürekli gardını almış halde dolaşmak da katılaşmayı ve hayatın sürprizlerine sırtımızı dönmeyi getirebilir.
Yara bere almaktan korkan macera yaşayamaz. Hayatın içine dalalım, temkinli olalım bir yere kadar ama değişimleri de kucaklayalım derim ben. Yaşanacak güzel günlerimiz var daha. Yeter ki açık tutalım kapımızı.