MUTLULUK KARARI
Travmatik deneyimlerle dolu bir geçmişle nasıl baş ederiz sorusu hep kafamda olmuştur. Hem kişisel hem de toplumsal hayatlarımıza ilişkin bir soru bu. Zaten pek çok durumda ikisinin de etkisiyle ortaya çıkmıştır travma. Yaşanan bir acının bütün bir hayatın geri kalanını doldurup, zehirlemesine izin verecek miyiz; işte bütün mesele bu… O acılarla dolu geçmişten nasıl kaçabiliriz peki? Belleğin peşimizi bırakması mümkün mü? Bizi biz yapan, kimliğimizi oluşturan bellek değil mi zaten? Bir yandan da bu geçmişle bağımızı kesmek ya da zayıflatmak yitirdiklerimize karşı bir vefasızlık, onların anılarından koparak onları terk etmek olmaz mı? Bir vicdansızlık durumu yani…
Bir yanda bu tip sorular var diğer yanda ise elimizden alınmaya çalışılan gelecekten vaz geçmek, onun zehirlenmesine, ömür boyu yaşanacak bir mutsuzluğa izin vermek… Bütün bir hayata yayılacak bir yas hali o hayatı karartanlara, kötülüğe yenik düşmek değil mi aynı zamanda?
En doğru formül yasın ve yaşama sevincinin birbirlerinin alanına girmeden içimizde var olabilmeleri belki de. Yasın tamamlanıp kapatılması mümkünse bunu yapmak en iyisi ama bellek hiçbir şeyi silmediğine göre ona da bir alan açmak daha uygun gibi geliyor bana.
Sorun şu ki yas bütün bir alanı kaplıyor ve mağduriyet bir kimlik, bir yaşama biçimi haline gelebiliyor. Bazen mağduriyet bir topluma ya da insana öylesine yapışıyor ki adı anıldığı anda aklımıza ilk gelen bu oluyor.
Oysa başımıza gelen felaket hayatın bir yönü yalnızca. Hayat acılar kadar mutlulukların, keder kadar neşenin de alanı çünkü… Bir travma ile yüzleşip onun verdiği kedere veda etmek ama ona karşı vefayı da ihmal etmemek daha doğru gibi. Hayatımızda böylesi bir olumsuzluk yaşamış olmamız inkâr edilemez bir gerçek ama bunun geleceği karartmasına da izin veremeyiz. Tam tersine bu daha iyi bir gelecek kurabilmemiz için bir işaret oluşturabilir.
Mutlu bir hayat vur patlasın çal oynasın bir hayat değil zaten. Bana kalırsa mutlu bir hayat anlamlı bir hayattır. Başkaları için, dünyayı güzelleştirmek için bir şeyler yapabildiğimiz bir hayat yani. Acılar yaşamış biri olarak başkalarının acılarına karşı empatimiz de gelişmiştir zaten.
Bir melek hayatından, bir fedakârlık abidesi olmaktan söz etmiyorum burada. Bu hayatımızın bir yanı olabilir sadece. Başkaları için çalışmak kişisel hazlardan, hayat nimetlerinden ödün vermeyi gerektirmiyor zaten.
Gülüp eğlenmeliyiz ki hayattaki sevinç oranı kedere karşı kendini çoğaltsın. Acılara rağmen kahkahalar atabilmeli, gözyaşlarını bir noktada bitirebilmeliyiz. Kötü bir dünyayı ancak yaşama sevincini çoğaltarak yenebiliriz çünkü.
Bir yası yalnızlık içinde yaşamaktan daha kötüsü yoktur. Yasımızı paylaşmalıyız o nedenle. Yasımızı kelimelere dökebilmeli ve birilerinin omuzuna başımızı dayayabilmeliyiz. Yasımızı azaltacak olan başka insanların sıcaklığıdır. Aksi halde onun ayazında donup kalırız.
Çoğu zaman yasımızı başkalarına aktarmanın onlara vereceğimiz bir yük olduğunu sanırız. Oysa birinin yasını paylaşmak, küçük bir teselli verebilmek de bir mutluluk nedenidir. Bir gün aynı acıları bizim de yaşamamız mümkündür. Mutluluk da keder de ayrılmaz parçalarıdır hayatın. Acılar bize yaşadığımız güzelliklerin ne kadar değerli olduğunu gösterir. Ölümün varlığını bilmek şu an almakta olduğumuz her nefesin değerini hatırlatır.
Hayat sürprizlerle doludur. Başımıza gelen kötülükleri bazen biz çağırırız. Bilinçaltımızda bizi kendimizi cezalandırmaya iten karanlıklar vardır kimi zaman. Suçluluk duygularımız nedeniyle mutlu olmaya layık görmeyiz kendimizi. Çoğumuz bellek dolaplarımızda bir iskelet taşımaktayızdır.
Oysa her şey insana, insan olmaya dairdir. Korunmasız birer bebek olarak geldiğimiz bu dünya acımasız ve zor bir yerdir. Geçmişi değiştiremeyiz ama gelecek bir mümkünler alanıdır. Yeter ki karar verelim mutluluğa; hayat kanatlar getirecektir bize.