1. YAZARLAR

  2. Yücel Vural

  3. Müzakere sürecinde gemileri yakmak!
Yücel Vural

Yücel Vural

SALAMİS TARTIŞMALARI

Müzakere sürecinde gemileri yakmak!

A+A-

‘Kapsamlı çözüm’: Kıbrıs’ta toplumlararası müzakerelerde uygulanan model!

Bu modelin en belirgin özelliği, ‘herşey üzerinde uzlaşmadan, hiçbir şey üzerinde uzlaşılmış olunmaz’ ilkesidir.

Bu ilkenin varlığı nedeniyle, toplumlararası müzakerelerde elde edilen uzlaşmalar, büyük oranda kağıt üstünde kalmakta, çözümü tetikleyici bir işlev görememektedir.

Yani, ne uzlaşmayı sağlayan liderler ne de uzlaşmayı bekleyen toplumlar, uzlaşmanın sonuçlarını görüp hissedemiyor.

Bu ilkenin varlığı nedeniyle uzlaşılan konuların günlük yaşam üzerinde yaratacağu olumlu etkiler heba edilmektedir. Yani toplumlar ‘siyasal öğrenme’ sürecinden mahrum edilmektedir.

Dahası, ortada bir uygulama olmadığı için, toplumdaki sıradan insanlar çözüm sürecinden dışlanmakta, çözüm çabası elitist bir anlayışla ele alınarak, sadece siyasi liderlerin ‘bürokratik uğraş alanı’na dönüştürülmektedir.

Halbuki, Kıbrıs’ta barışcıl bir çözüm, sıradan insanların, yani sivil toplumun katılımını da içeren bir süreç aracılığıyla ciddi ve üzerinde uzlaşılmış ortak hedefe (Federal Kıbrıs) odaklanan siyasal bir dönüşümü gerektirmektedir.

Kapsamlı çözüm modeli, taraflara, önemli gördükleri herhangi bir konuyu masaya sürme ve bunun müzakerelerin bir unsuru olmasını talep etme olanağı vermektedir.

Mesela en son örnekte KıbrıslıTürk tarafı Kıbrıs’ın etrafındaki deniz alanlarında bulunan/bulunduğu varsayılan doğal kaynaklar meselesini de müzakere sürecinin bir parçası yapmaya çalışmıştır.

Dileyen, başka konuları da kapsamlı çözüme havele edebilmektedir!

Kapsamlı çözüm modelinin diğer önemli bir olumsuzluğu ise, müzakereleri ve çözüm çabasını, teknik detaylarla karmaşıklaştırarak sonuç alınmasını neredeyse imkansız hale getirmesidir.

Olması gereken şey, siyasal liderlerin insiyatif kullanarak belirli bir konuda siyasi bir çerçeve çizmesi ve teknik unsurların da bu siyasi çerçeve içinde, ortak kararı hayata geçirecek eylemi organize etmesidir.

Halbuki, çoğu durumda, ortak bir siyasi çerçeve üretilmeksizin, en ince detaylar üzerinde bir uzlaşma sağlanması öngörülerek, konular teknik unsurlara havale edilmektedir.

Yani ‘atı arabanın arkasına koşma’ hatası….!

Bazı durumlarda buna hata denemeyeceği, tam tersine, ‘teknik heyete havale etme’ kararının bir zaman kazanma taktiğine dönüştüğü de gözlemlenmektedir.

Ve tabii ki barışseverler için bir kabus olan ‘referandum’ meselesi var.

Peki referandum olmasın mı? Olsun …. ama…..

Onlarca konuyu, onbinlerce sayfa detay içerecek şekilde referanduma sunup ‘ya hepsini kabul ediniz ya da hepsini reddediniz’ demek, akılcı ve çözüm odaklı bir yaklaşım olamaz!

Bunu ancak iflah olmaz bir kumarbaz yapabilir: Ya hep,ya hiç!

Tarafları ‘herşey üzerinde uzlaşmak’ için bir maraton müzakereler sürecine sokarak sonuç elde edilmesinin zorluklarını artık herkesin görüp anlamış olması gerekir.

Her çöküşün ardından, yeniden ve sıfırdan başlamayı ancak çözümsüzlükten çıkarı olanlar arzulayabilir!

Anlaşılan, bu ‘kapsamlı çözüm modeli’ henüz cazibesini yitirmedi.

Ama BM Genel Sekreteri’nin ilan ettiği ‘stratejik anlaşma’ya ve ‘güven yaratıcı önlemler’e olan ihtiyaç, uluslararası toplumun çıkmaz yoldan çıkış aradığının bir göstergesi olarak algılanabilir.

O zaman bu kapsamlı çözüm modelinin alternatifleri üzerine düşünmekte yarar vardır.

Sayısız kez, bu köşede ve diğer ortamlarda ‘stratejik bir anlaşma’yla (detaylandırılmış, bağlayıcı bir çerçeve anlaşması) başlatılacak ‘adım adım çözüm’ yönteminin tercih edilmesi gerektiği savundum.

Basitleştirerek söylersek, stratejik anlaşma, diğer unsurlarının yanı sıra Kıbrıs Cumhuriyetinin bir devlet olarak varlığının devam ettiği ama organlarının oluşumu bakımından –KıbrıslıTürk toplumu temsil edilmediği için- bir anomali taşıdığının kabul edilmesi tezi üzerinde şekillenmelidir.

Böylece, bir yandan KıbrıslıTürk tarafı ayrı devlet arayışından vazgeçmeyi kabullenirken, öte yandan da KıbrıslıRum tarafı KıbrıslıTürk otoritesinin otonom varlığına anayasal bir statü sağlamaya rıza gösterecektir.

Zaten bu otonominin hukuksal zemini Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasında mevcuttur.

Bilindiği gibi, toplumlararası müzakereler iki toplum arasında yapılmaktadır ve mevcut Kıbrıs Cumhuriyeti iki toplum liderinin uzlaşması sonucu federal bir yapıya dönüştürülecektir.

Geçen hafta, bu köşede, adım adım çözüm modelinin şimdiye kadar niçin benimsenmediğini ele alarak, bazı önemli nedenleri üzerinde durmuş ve iyiniyetli olmalarına rağmen bu modele yönelmekten korkan kesimler (liderler, siyasal partiler ve diğer siyasal figürler) olduğunu vurgulamıştım.

İşte bugünkü köşe yazısı, bu iyiniyetlilerin korkusunun anlamsız olduğunu göstermek üzere kaleme alınmıştır.

Daha önce de yazdığım gibi, KıbrıslıTürk iyiniyetliler, ‘ya atılan adımlardan ve elde edilen otonomiden sonra Kıbrıslı Rumlar federasyondan vazgeçerse ne olacak?’ korkusunu ifade etmektedirler.

KıbrıslıRum iyiniyetliler ise, kapsamlı çözüm olmadan otonomi elde eden KıbrıslıTürkler’in daha fazlasını, yani ‘bağımsızlığı talep ederek süreci baltalayacağı, böylece atılan adımların Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenlik haklarını erozyona uğratacağı’ korkusunu ifade etmektedir.

Bugünkü köşe yazısı, sadece KıbrıslıTürklerin korkuları üzerine odaklaşacaktır.

Açıkçası, KıbrıslıTürkler’in bu stratejik anlaşmayla elde edecekleri otonomi ne şekilde KıbrıslıRum tarafının federasyon hedefinden vazgeçmesine engel olacaktır?

Öncelikle vurgulanması gereken şey, stratejik anlaşmanın tarafların bir iyiniyet jestinin çok ötesinde bir olgu olduğudur: Gerçekte ‘gemilerin yakılması’ gündeme gelecektir.

Mevcut garantör devletler tarafından (eğer sistem içinde davranıyorlarsa) da onaylanan ve BM GK kararına dönüşmüş bir stratejik anlaşmadan bahsediyoruz.

Yani, ana hatları belirlenmiş bir federasyon hedefini içeren stratejik bir anlaşmayı KıbrıslıRum tarafının Kıbrıslı Türkelere tanıyacağı otonomi ile sınırlandırması mümkün müdür?

Neredeyse tüm KıbrıslıRum siyasal aktörlerin BM parametrelerine dönüşmüş doruk anlaşmalarının hükümlerini bile sorgulamaktan kaçındığı bir gerçeklik değil midir?

Hele, son zamanlarda, KıbrıslıTürk tarafının ayrı devlet zemininde müzakere talebine karşı federasyon hedefine sarılan Kıbrıslı Rum tarafı, koşulların daha da olgunlaştığı bir ortamda bundan nasıl kaçınacaktır?  

O zaman bu korkunun makul, anlaşılır hangi tarafı kalmaktadır?

KıbrıslıRum tarafı sadece ahde vefa ilkesine bağlı olmakla mükellef olmayacaktır.

Aslında KıbrıslıTürk otonomisi öngörülen federal çözümün bir unsurudur. KıbrıslıTürk otoritesinin dışilişkiler hariç tüm konularda yetkili kılındığı, eylem ve kararlarının uluslararası hukukla bağdaştığı bir ortamda, KıbrıslıRum toplumu içinde yükseltilecek bir federasyon karşıtlığının etkisi ne olacaktır?

Kıbrıs’taki askeri-siyasi varlığı ve jeopolitik niyetleri  nedeniyle Türkiye’ye önemli eleştirilerin yükseltildiği, yerinden edilmiş KıbrıslıRumların mağduriyetinin devam ettiği koşullarda etkili olamayan federasyon karşıtlığının, aniden etkili olacağının varyasılması ve bundan korkuya kapılınması açıklanabilir bir olgu değildir.

Kıbrıs’ın AB üyeliğinin hukuk devleti ilkesini güçlendirdiği genel kabul gören bir olgudur. Diğer örneklerde de görüldüğü gibi AB, bu ilkeden geri adım atılmasına tahammül etmemektedir.

Belki de birilerinin aklına Macaristan ve Polonya örnekleri gelecektir.

Çoğulcu siyasal düzeni benimsemedeki zorlukları tarihsel nedenlere dayanan, AB demokrasisinin kabul edemeyeceği anti demokratik kalıntıları bulunan bu devletlerin yaşadığı sorunları, AB genelinde yaşanan bir sorun olarak sunmanın hiçbir geçerli tarafı yoktur.

Gerek geçmişte Birleşik Krallık’ta gerekse halen günümüzde İspanya’da ve diğer bazı ülkelerde merkezi yönetimle bölgeler arasında yaşanan sorunlar AB çatısı altında yumuşatılmıştır.

Demokrasilerin etnik-ulusal sorunları ‘kapsamlı düzeyde’ çözemese bile yıkıcı etkilerini dizginlediği ve çözüm için uygun bir psikolojik-siyasal ortam sunduğu yaygın olarak kabul edilmektedir.

Kıbrıs’ta askeri çatışma ortamının ortadan kaldırılması yönünde ve siyasal birleşmeyi, stratejik anlaşmayla sağlamak üzere atılacak bir adımdan vazgeçmeyi hangi KıbrıslıRum siyasal aktör göze alacaktır?

Durumun bugünden çok daha farklı olmasının bir nedeni olamayacağına göre, olağanüstü durumlar ummanın nesnel bir zemini de bulunmamaktadır.

İlk adımda otonomi elde etmiş, ikinci adımda geçiş hükümetine katılacak olan ve bu sürecin başından itibaren, tüm konularda AB yasa ve kurallarına göre davranmaya yönlendirilmiş bir KıbrıslıTürk otoritesinin şimdikine tercih edilmesi daha makul bir beklenti değil midir?

Peki bu süreçte hiç mi sorun olmayacak?

Bu da iddia edilemez.

Ama, KıbrıslıTürk otonomisinin kabul edilmesi, yukarıdaki nedenlerden ötürü KıbrıslıRum toplumu açısında gemilerin yakılması anlamına gelen bir hamledir.

Yani ortaya çıkacak sorunlar tartışma yaratabilir, ikinci adımın atılmasını geciktirebilir ama askıya alınamaz.

Bu yazı toplam 1345 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar