Müzakerelerin selameti…
Damarlardaki tıkanıklığın sebep olduğu kalp krizi gibiydi doğal gaz inatlaşması. Bir türlü saadete gelemeyen liderler için bir kaçış noktasıydı…
Gelinen aşamada, Güney’in arama faaliyetlerine verdiği aradan sonra 6 Nisan’da NAVTEX’in de süresi doluyor.
Talat-Hristofiyas döneminde 31 başlıkta yaşanan ilerlemeye rağmen Eroğlu-Anastasiadis döneminde hiçbir ilerleme kaydedilememesinin tek bir nedeni vardı: Tarafların birbirlerini ortak bir paydada buluşmaya zorlama niyetinden yoksun oluşu…
Doğal gaz krizi bu verimsizliğin tescili oldu!
Önümüze bakacağız.
Müzakereler kaldığı yerden yeniden başlıyor…
“Biz bu filmi daha önce görmüştük” demek istemiyoruz.
Cumhurbaşkanlığı seçimi bir fırsattır.
Taraflar, “yeni şeyler söylemeli”, Türk tarafı bunun öncüsü olmalı…
Aksi halde tıkalı damarlar yeni krizlere yol açacak!
2005-2010 döneminde görevde olan Talat liderliğindeki ekibin tıkalı damarları açma uzmanlığı herkesçe biliniyor.
Hatırlanacağı üzere 2010’a girilirken tıkalı damar “güç paylaşımı” idi ve Türk tarafı geliştirdiği yaratıcı paketle bu tıkanıklığın büyük oranda aşılmasını sağlamıştı.
Kriz öncesi tıkanıklık ise masada olmamasına rağmen Kapalı Maraş’tı.
ABD ve Avrupa Parlamentosu gibi üçüncü taraflar (dahi) Türk tarafından bu konuda jest bekliyordu.
Rum tarafı özlü müzakerelere odaklanmalı ancak farzı mahal bu (tıkanık) noktaya geri dönülecek olursa, “ön koşul kabul etmeyiz” ya da “Maraş bütünlüklü çözümün parçasıdır” gibi klasik söylevler tıkanıklığı açıcı etkiye sahip olabilecek mi?
Adayların bu konuda belirlediği siyaset kritik öneme haizdir.
CTP adayı Sibel Siber, bu konuda yeni bir şeyler söyledi.
Kapalı Maraş’ın yeniden inşası için kapılarını araştırmacılara açmaktan söz etti.
Müzakereleri başlatma ve yapıcı bir havada sürmesini sağlama kararlılığının açık mesajı oldu bu konudaki yenilikçi politikası.
Derviş Eroğlu’nun yeni krizlerle BM sürecinin hepten tüketilmesine oynayacağını kestirmek zor değil.
Diğer adayların da “tıkalı damar – kriz - yeni bir şeyler söyleme” denklemini doğru okuyamadığı görülüyor.
Ya Maraş’ı müzakerelerin geldiği aşamadan kopuk biçimde değerlendiren veyahut da sağcı kesimlerin ablukasından ürkerek bilindik yirmi yıllık Güven Artırıcı Önlemler felsefesiyle “Maraş’a karşılık bir şeyler alma” mantığıyla sözde barışçı politikalar geliştiren adaylar Mayıs itibarıyla görüşmelerin, Ekim itibarıyla özlü müzakerelerin başlamasını sağlayamaz.
Kaldı ki müzakerecilik bir ekip işidir.
Doğru ekip 2005-2010 döneminde görevde olan tecrübeli ekiptir.
Sibel Siber ve Talat döneminde pişen federalist kadrolar, seçimin ertesi günü çalışmaya başlayabilecekken, diğer adayların ya niyet eksikliğinden ya da ekip oluşturma yönünden müzakerelere hemen odaklanmaları veya müzakereleri ivmelendirmeleri mümkün olamayacak.
Masanın canlanmasına 6, seçime 20 gün kaldığı halde Türk tarafı tüm olasılıkları enine boyuna tartışamıyorsa bunun sebebi Sibel Siber dışındaki adayların seçim gailesiyle somut bir şeyler söylememesi yani değişimin içini dolduramamasıdır.
Özlü müzakerelere Rum tarafınca çıkarılabilecek olası Kapalı Maraş engeli karşısında ne yapacaklar?
“Türk tarafı kontrolünde Maraş’ı açalım” demek, müzakerelerdeki yeni aşamayı daha başlamadan öldürmek demek olmayacak mı?
“Ercan ve/veya Mağusa Limanı’na karşılık Maraş’ı sahiplerine iade edelim” teklifi de reddedileceği bilinen sözde bir açılım değil mi?
Daha şimdiden kendini mevcut kalıplara hapsedenlerin bu yeni fazı hızla tüketecekleri ortadadır.
Sibel Siber, Kapalı Maraş’ın sahiplerine iadesi ile sonuçlanacak bir süreci muhatabıyla birlikte başlatmaya ve bunu müzakerelerin selameti ile ilişkilendirmeye hazır bir pozisyon belirlemiş bulunuyor.
Kıbrıs sorununda gelinen aşamayı doğru okuyamayanların “tecrübeleri” belli ki onları yeni bir şeyler söylemekten alıkoyuyor.
Halkı ezberlerle avutarak yeni müzakere sürecini daha başlamadan öldürmeye kimin ne hakkı var?
Bu sorunun cevabını da halk 19 Nisan’da sandıkta verecektir…