1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Myanmar’da farklı cephelerde savaşan babadan oğluna: “Karşıma çıkarsan seni öldürürüm...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Myanmar’da farklı cephelerde savaşan babadan oğluna: “Karşıma çıkarsan seni öldürürüm...”

A+A-

Ko Ko Aung, Charlotte Attwood ve Rebecca Henschke

“İlk ateş etmeyi başaran ben olursam seni öldüreceğime eminim” diyor bir baba oğluna.

Myanmar ordusundaki oğluyla telefon görüşmesinde söylüyor bunu.

Bo Kyar Yine, ailesini parçalayan Myanmar’da 2021’deki askeri darbenin ardından direniş güçlerine katılmış.

Şimdi, oğullarının da bir parçası olduğu cuntaya karşı savaşıyor.

Ormanda bir banyan ağacının altında oturmuş, oğlu Nyi Nyi’yle konuşurken “Baban olduğum için ateş etmekte tereddüt edebilirsin. Ama ben tereddüt etmem” diyor.

Onun için endişelendiğini de ekliyor.

Oğluysa “Ben de senin için endişeliyim. Asker olmam için beni sen cesaretlendirmiştin” diyor.

Bo Kyar Yine’nin iki oğlu orduda. Büyük oğlu artık telefonlarına çıkmıyor.

Küçük oğlu Nyi Nyi’yle konuşurken “Ordu insanların evlerini yıkıyor, yakıyor. Halkı öldürüyor, protestoculara ateş açıyor, sebepsizce çocukları öldürüyor ve kadınlara tecavüz ediyor. Bunları bilmiyor musun?” diyor.

Oğluysa saygılı bir ses tonuyla “Bu senin fikrin baba. Biz olayları böyle görmüyoruz” diye yanıt veriyor.

Nyi Nyi bu iddiaları reddetse de ordunun gerçekleştirdiği katliamlar kapsamlı bir şekilde belgelenmiş durumda.

Konuşmanın ardından Bo Kyar Yine, oğullarını direniş saflarına katmaya çalıştığını anlatıyor:

“Ama beni dinlemiyorlar.

“Artık cephede karşılaşıp karşılaşmayacağımıza kader karar verecek.

“Her salkımda birkaç çürük üzüm olur. Aynısı aileler için de geçerli… Herkes iyi insan olmuyor.”

Bo Kyar Yine ve eşi Yin Yin Myint’in sekiz çocuğu var.

Oğullarından ikisi orduya katılmaya karar verdiğinde gurur duymuşlardı. Askeri okuldan mezun oldukları günün fotoğrafı evlerini süslüyordu. İlerleyen yıllarda ikisi de subay olmuştu.

Oğullarının bu başarısıyla o dönem gurur duyduklarını anlatıyor. O yıllarda Myanmar’ın orta kısımlarındaki bu bölgedeki köylerde yaşayanlar, askerleri çiçeklerle karşılıyordu.

Yin Yin Myint, bu iki oğlunun okuyup askere gidebilmesi için tüm ailenin tarlalarda çalıştığını anlatıyor.

Darbeden önce Myanmar ordusuna katılmak, askerlerin aileleri için daha iyi bir sosyal ve ekonomik statü anlamına geliyordu.

Fakat geçen yılki darbe her şeyi değiştirdi.

Bo Kyar Yine, ordunun demokrasi yanlısı protestocuları sert bir şekilde bastırdığını gördükten sonra oğullarına askerliği bırakmalarını telkin etmiş ve orduyu desteklemeyi bırakmış.

Ormandaki üslerinde, narkotik özelliği olan bir bitkiyi çiğnerken “Neden protestoculara ateş açıp insanları öldürdüler? Neden onlara işkence yaptılar?” diye soruyor.

Bütün bu olanların kendisini çok üzdüğünü söylüyor.

Darbeden önce Bo Kyar Yine eline silah almamış bir çiftçiydi. Şimdiyse bir sivil milis gücünün lideri.

Bu milis birliği, Halk Savunma Güçleri (HSG) adlı bir direniş örgütünün parçası.

Demokrasiyi geri getirme hedefiyle, kendilerinden çok daha büyük ve daha gelişmiş silahlara sahip olan orduya karşı savaşıyorlar.

Askerlerden bahsederken “itler” diyor. Bu, Myanmar’da son derece aşağılayıcı bir ifade.

“Bir it sürüsü bir köye gittiğinde kadınlara tecavüz ediyor, evleri yakıyor ve yağmalıyor… Onlara karşı çıkmamız lazım” diyor.

Birliğinde 70 savaşçı var. Kendilerine Vahşi Kaplanlar diyorlar. 70 kişilik birliğin yalnızca üç adet otomatik tüfeği var.

Oğullarından dördü de onunla birlikte savaşıyor.

Ordudaki iki oğlunun bulunduğu üs ise kendilerine 50 kilometre uzakta.

Yin Yin Myint hüzün içinde “Asker oğullarımıza güvenebileceğimizi düşünüyorduk. Ama şimdi başımıza bela oldular” diyor.

Şubat sonunda bir gece, sabaha karşı 3’te Bo Kyar Yine’nin birliği komşu köyden bir telefon geldi:

“İtler köyümüze girdi, acil yardıma ihtiyacımız var, birlik gönderin.”

En büyük ikinci oğlu Min Aung hemen yola çıkmaya hazırlandı. Ona engel olamayacağını bilen annesinin elinden tek gelen, sağ salim dönebilmesi için dua etmekti.

Vahşi Kaplanlar bir motosiklet konvoyuyla yola çıktı.

Bo Kyar Yine, oğluyla birlikte her zamanki gibi konvoyun en önündeydi.

Önceden de kullandıkları, güvenli olduğunu bildikleri bir yoldan ilerlerken askerlerin kurduğu pusuya düştüler.

Oğullarından Min Naing “Siper alabileceğimiz hiçbir yer yoktu, açıktaydık. Büyük bir ağaç bile yoktu” diyor ve ekliyor:

“Mermiler yağmur gibi yağdı üzerimize. Açık hedeftik. Elimizdeki silahlar onlarınkilerin karşısında çok yetersizdi.”

Bo Kyar Yine birliğine çekilmelerini emretti.

Bir pirinç tarlasındaki hendeğin arkasına sığındılar.

“Sanki aralarından biri beni tanıyor gibiydi” diyor Bo Kyar Yine, o anda esas hedefin kendisinin olduğunu fark ettiğini söylüyor:

“Tek yapabildiğim ara ara onlara ateş ederek kaçmak, koşmak oldu.”

Yin Yin Myint, kampta endişeli bir şekilde beklerken çatışmaları duyduğunu söylüyor.

“Aralıksız silah sesi geliyordu, sanki bir tencerede mısır patlatılıyor gibiydi” diyor bir yandan ağlarken.

Çatışmadan birkaç saat sonra ordu, öldürdüğü 15 kişinin fotoğraflarını Facebook’ta paylaştı.

Yin Yin Myint, kendine en yakın hissettiği oğlu Min Aung’un öldüğünü o zaman anladı.

“Benimle çok ilgilenirdi. Mutfağı temizlerdi, kıyafetlerimi yıkardı, kuruduğunda askından toplardı… Bana çok iyi davranırdı” diye anlatıyor.

Haziran ayında askerler bu ailenin evini, içindeki her şeyle birlikte yaktı. Köylerindeki 150 evin de kaderi aynıydı.

Myanmar genelinde askerler pek çok ev yaktı. Bu olaylar en çok da ülkenin orta kesimlerinde yaşandı.

Bo Kyar Yine’nin direnişteki rolünden ordunun da haberdar olduğu anlaşılıyor.

Fakat oğullarının orduda olduğunun farkındalar mı, bunu bilmiyoruz.

Yin Yin Myint, kaybettiklerinin ardından hayata tutunmakta zorlanıyor.

“Evim yakıldı ve oğlumu kaybettim. Bunları kabullenemiyorum. Aklım bedenimde değilmiş gibi, delirmiş gibi hissediyorum” diyor.

Darbeden bu yana ülke genelinde 1,1 milyon kişi evinden oldu ve en az 30 bin ev yakıldı.

Siyasi Tutuklulara Yardım Derneği, ordunun 2 bin 500 kişiyi öldürdüğünü belgelemiş. Fakat çatışma takip grubu Acled’e göre iki taraftan gerçek ölü sayısı bunun 10 katı.

Ordu bugüne kadar çatışmalarda ölen askerlerin olduğunu kabul etse de hiçbir sayı yayımlamadı.

Annesi, Min Aung’un cesedini almak için iki gün boyunca uğraştıklarını fakat askerlerin bölgede nöbet tutması nedeniyle yapamadıklarını söylüyor:

“Kemiklerini bile alamadım. Bu yüzden öfkeliyim.

“Ben de savaşmak istiyorum ama 50 yaşın üstünde bir kadın olduğum için beni almıyorlar.”

Bo Kyar Yine, halk ayaklanmasının başarıya ulaşacağına ve bir gün evini yeniden inşa edeceğine inanıyor.

Fakat iç savaş derinleşirken o nokta çok uzakta gözüküyor.

İki oğlunun ordudan ayrılmayı reddetmesi nedeniyle ailenin yaşadığı bölünme, ülkedeki bölünmenin bir yansıması gibi.

Oğluyla telefonda konuşan Bo Kyar Yine, “Orduyla savaşmak bizim tercihimiz değildi. İt liderleriniz bu kadar adaletsiz olduğu için savaşmak zorunda kaldık. Sizin yüzünüzden kardeşin öldürüldü” diyor.

Nyi Nyi ise kardeşinin öldüğünü bildiğini söyleyerek yanıt veriyor.

Telefonu kapamadan önce, babasının son sözleriyse şunlar oluyor:

“Gel de köyüne bir bak. Yandı kül oldu.

“Senin fotoğraflarını bile kurtaramadık. Yüreğim nasıl da yanıyor…

“Benim bölgeme gelip de bir çatışmaya girersen ne sana ne de başkasına acırım.”

* Bu haberdekilerin adları ve konumları, kişilerin gizliliğini sağlamak için değiştirilmiştir.

(BBC - Ko Ko Aung, Charlotte Attwood ve Rebecca Henschke – 24.12.2022)


***  Selanikli Sefarad Yahudisi Ceki Benmayor ile Ladino’ya dair bir söyleşi...

“İkinci Dünya Savaşı kurbanı bir dil: Ladino...”

Ladino/Judeo-Espanyol Selanik şehrinin dillerinden birisidir. Orada doğmamış olabilir ama 16. yüzyıldan 1941 Nazi işgaline kadar geçen sürede saldığı köklerle şehrin çehresinde yaşıyordu. Peki nasıl oluyor da Yunanistan’da çoğunluğu Selanik’te olmak üzere 80.000’den fazla kişinin konuştuğu bir dil bugün yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı? Anadilini kentte son konuşan ve öğretenlerden biri olan Ceki Benmayor’un gazeteci Panos Çikalas’la yaptığı söyleşiyi yayımlıyoruz.

“Ladino, temeli İspanyolca olan, içerisinde bol miktarda Türkçe az sayılmayacak derecede Yunanca ve İtalyanca barındıran, dini terimlerle bağlantılı olarak da İbranice’yle birleşen bir dildir. İspanyolca denir ama biz Selanikli Yahudilerin konuştuğu şekilde İspanyolcadır.” diye başlamıştı anlatmaya 75 yaşındaki hayat dolu enerjisiyle Ceki Benmayor. Selanik’in merkezinde olan evinde gerçekleştiriyorduk sohbetimizi. Doğma büyüme bu şehirliydi. Diokitirio semtinde doğmuştu. Gözünü açar açmaz da Ladino’yu işitmişti, şehirle tanışması anadiliyle başlamıştı. 

“Aile kökleri Selanikli olan Yahudilerin evinde bu dil konuşuluyordu. Ama örneğin ebeveylerden biri Larissalı ya da Yanyalı Yahudilerden ise o kişi Ladino’yu anlamıyordu.” diye vurguluyor Ceki Benmayor.

“Yeri gelmişken yaygın bir yanlış anlamayı düzeltmek gerek. Konuştuğumuz dil olan Ladino’nun modern İbraniceyle ilgisi yoktur. Judeo-Espanyol konuşan ailem İbranice bilmiyordu. İbraniceyle Ladino’yu aynı dil zannedenler ya da bizim İbranice konuştuğumuzu zannedenler yanılıyor.

Ladino İspanya’da 13 ila 14. yüzyıllarda, özellikle dini nedenlerle, konuşulmaya başlanan bir dildir. Çünkü o zamanlar Yahudiler okuma yazması olmayan insanlara Eski Ahit’te yazılanları anlatmak istemişlerdi. Böylelikle kutsal yazıları İspanyolca’ya çevirmeye çalıştılar ama Ladino doğmuş oldu.

Peki diyeceksiniz ki nasıl oldu da bu dil Selanik’te konuşulmaya başlandı ve şehre kök saldı? Bu soruların cevabı 1492 yılında Yahudilerin İspanya’dan sürgün edilmesiyle ilgilidir. Sürgün edilenlerin büyük çoğunluğu Avrupa’nın ve Akdeniz’in çeşitli yerlerinde yeni hayatlar kurdu. Fas, Türkiye, Selanik, Rodos, yani Doğu Akdeniz’den Kuzey Afrika’ya kadar olan bölgelerde Sefaradlar yaşamaya başladı ve yanlarında getirdikleri dillerini -Ladino İspanyolca’nın Kastilya dialekti olarak geçer- korudular. Böylelikle onlarca insan Selanik’e yerleşti ve genellikle yaptıkları gibi sinagog’un çevresinde yaşamlarını kurdular. Zaman geçtikçe, Selanikli Yahudiler dil için ortak bir zemin bulma arayışına geçtiler. Şehirde Alman Yahudileri ve İtalyan Yahudileri olmasına rağmen çoğunluğun konuştuğu dil Ladino’ydu.”

Benmayor’un belirttiği gibi dil özellikle 18. yüzyılda Yunanistan’ın Osmanlı idaresi altında olduğu dönemde üstünlüğünü sağlar. “Türkler Yahudilere ya da Hıristiyanlara ibadet konusunda kısıtlama getirmemişti. O dönemde sorunlar daha çok ekonomiyle ve hırsızlıkla alakalıydı”diye de ekliyor Ceki Bey. 

Günümüze doğru yaklaşırsak ülkede 1900’lü yıllarda çoğu Selanik’te olmak üzere yaklaşık olarak 80.000 kişinin Ladino konuştuğunu söylüyor Benmayor. Tabii ki Selaniklilerin dışında Bulgaristan’da, Saraybosna’da, Edirne’de, İzmir’de, Rodos ve Kos adasında da aynı dili konuşan insanların olduğunun altını çizerek. Belirtmekte fayda var diyerek ekliyor: “Mesela Dedeağaç Yahudileri Edirneli Yahudilerin konuştuğu Ladino’dan çok etki almıştır.”

19. yüzyılın sonundan 1963 yılına kadar çeşitli zamanlarda Ladino olarak yayımlanmış yaklaşık 32 gazete vardı. Hatta bunlardan biri olan “Mesazero” isimli gazete son sayısını 9 Nisan 1941’de basmıştır. Ki bu da Nazilerin Yunanistan’ı işgalinden önce dilin ne kadar canlı olduğunu kanıtlıyor.

Ceki Hoca, Selanik’te yaşayan Yunanlıların Ladino ile temasını da 1912 yılından bir olayla açıklıyor. “Şimdi size doğruluğunu kanıtlayamasam da kesin olduğuna yüzde yüz inandığım bir hikâyeyi anlatayım. Şabat demek İbranicede cumartesi demektir. O yıllarda Vardar semtinde Yunanlılar ve Yahudiler birlikte çalışıyordu. Yunancada Cumartesi kelimesi Savvato demektir. Ve bu iç içelik neticesinde cumartesi kelimesine Yunanlılar da Sabba demeye başlamış. Yahudilerin Şabat demesinden esinle. Ayrıca Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu da güzel bir örnektir. Çoğunluğu Yahudilerden oluşan bu federasyon ile Yunanlılar ve Yahudiler birlikte mücadele etmiştir.”

İkinci Dünya Savaşı’nda Selanik Yahudileri’nin büyük çoğunluğu toplama kamplarına gönderildi. “Atina’da kaçıp kurtulmayı başaranlar olmuşken, saklanacak bir yer bulamayan Selaniklilerin çoğu öldü” diye anlatıyor 75 yaşındaki Ceki Hoca. Nazi ölüm kamplarından kurtulup Selanik’e dönebilenlerin sayısı ise 1000-1200 civarındaydı.  Anlaşılacağı üzere kamplarda katledilen Yahudilerle birlikte dilleri de katliama uğramış oldu. Bu Ladino konuşan topluluğun yaşadığı en ağır darbeydi. Yaşayanların bir kısmının Amerika’ya, Fransa’ya ya da başka ülkelere göçü de Selanik’te dilin konuşulmasını azalttı. 

“1945’te kamplardan dönmeyi başarabilenler ilginç bir şey fark eder. Selanik Yahudilerinin tuttuğu tüm kayıtlar Ladino’dur. Sonra yapılan karma evliliklerle Ladino bilenler daha da azalmıştır. Bir de çok önemli bir gerçek var ki kamplardan dönmeyi başaranlar artık Ladino konuşmak istememektedir. O kötü günleri hafızalarından silmeye çalışırken Ladino’yu da unutmak istemişlerdir.”

Şimdilerde Aristoteles Üniversitesinde her yaştan öğrenciye ücretsiz kurslar vererek anadilini öğretiyor Ceki Benmayor... Ceki Benmayor sözlerini şöyle noktalıyor: 

“Dili yaşatmaya çalışıyorum ve yaşayacağına da inanıyorum. Öğrencilerin çalışma azmi eşim Keli ile birlikte bizi çoğu zaman derinden etkiliyor.”

sayfa-12-ceki-benmayor.jpg
Ceki Benmayor

(AVLAREMOZ - Kaynak: Voria – Yunanca’dan çeviri: Melike Karaosmanoğlu – 9.1.2023)

Bu yazı toplam 810 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar