Nafia Akdeniz Şiirinde Trajik Alan: Baba
Freud'a göre, bilmeden babasını öldüren Oidipus'un kaderi insanlığın ortak kaderidir.
Mihrican Aylanç*
[email protected]
Baba-çocuk ilişkisi, çocuğun gelişim ve erginleme süreçlerini değerlendirmede pek çok araştırmaya konu olmuştur. Freud’un Psikoseksüel Gelişim Kuramı’na göre “3-6 yaş arasında (Fallik dönemde) her iki cinsten çocuklarda karşı cinsten olan ebeveyne karşı güçlü bir bağ gelişirken, kendi cinsinden olan ebeveyne karşı da düşmanca birtakım duygular oluşmaya başlar.” Bu dönemde erkek çocuğu annesini tek sevgi objesi olarak belirler ve babasından kıskanır. Fakat bir yandan da rakip olarak gördüğü babası tarafından cezalandırılacağını düşünür. Çünkü anneye olan aşırı sevgisi yüzünden babasının ölmesini ister ve bunu anlayacak olan babanın kendisini hadım etmesinden korkar. Ancak bu korku annesine duyduğu ilgiden baskın geldiği zaman, babasına olan sevgisi artmaya başlar ve erkek çocuk baba modeli ile özdeşim kurar. Kız çocuklarında ise durum farklıdır. Çünkü erkek çocuklarda kompleksin bitiş sebebi olan ‘hadım edilme’ korkusu, kızlardaki kompleksin başlangıcı kabul edilir. ‘Elektra Kompleksi’ adı verilen bu kavramı, Freud’un öğrencisi Jung geliştirmiştir. Bu kavram, “fallik dönem boyunca kız çocuğunun babasına bağlanmasını ve eksik olan annesine düşmanlık beslemesini, ondan korkmasını ve kendisini ister istemez annesiyle özdeşleştirmesini ifade etmektedir.” Sophokles’in eserinde iki kardeşin birlikte annelerini öldürmesiyle ortaya çıkan Elektra kompleksi, hem kız çocuğunun babaya düşkünlüğünü açıklamada kullanılan bir model haline gelir hem de intikam alma duygusunu simgeleyen bir kavrama dönüşür (Freud, 2000).
Freud'a göre, bilmeden babasını öldüren Oidipus'un kaderi insanlığın ortak kaderidir. Hepimiz ilk cinsel arzularımızı annelerimize ve ilk nefret, şiddet duygularımızı babalarımıza yöneltmeye mahkûm edildiğimiz için etkileniriz bu kaderden (Moran, 1994: 137). İnsan Ferud 'un deyişiyle "gerçeklik ilkesinin" 'haz ilkesini" bastırma sürecini yaşamak zorundadır, ancak bazılarımız ve hatta bütün toplumlar için bu baskı fazla olabilir ve bireyi hasta edebilir (Eagleton, 1990: 174). Freud, gelişim sürecinde birey ve ebeveyni arsındaki ilişkinin ben ile üst beni arasındaki ilişkiye dönüştüğüne işaret eder. Üst ben kişiliği, toplumsal değer yargılarını, ahlâk normlarını temsil eder. Bireyin kendi doğru-yanlış normları (vicdanı) ile ben ideallerinden oluşur. Çocukluk döneminde temelde toplumu temsil eden ebeveynle özleşen, ayrıca ceza ve ödüller aracılığıyla toplumsal değer yargılarının ve ahlâk kurallarının içselleştirilmesiyle toplum için tehdit oluşturacak cinsellik, saldırganlık gibi dürtüleri kontrol altına alan üst ben oluşumu gerçekleşir (Budak 2003). Çoğu kez bireyin beni ile üst beni arasında çatışma yaşaması kaçınılmazdır. Ono Kemberg, toplum-ebeveyn- karşıtı davranış gelişiminin çocukluğun erken döneminde aile içindeki özgül yapılanmayla bireyin sonraki toplumsal yaşamı arasındaki açık bir çelişkiden kaynaklandığına dikkat çeker (Kemberg, 2000: 92).
Psikanalitik yaklaşımların dışında “baba” figürünün öne çıktığı başka birçok alan vardır. Olumlu, olumsuz pek çok olgu, duygu ve kavramla birlikte ‘baba’ söylemi kullanılabilmektedir (devlet baba, mafya babası, baba adam gibi). ‘Baba’ kimi zaman zihinlerde iktidarı, otoriteyi, yasayı kimi zaman da adaleti, özveriyi ve koruyuculuğu çağrıştıracak bir biçimde de değerlendirilmektedir. Siyasetten mizaha pek çok alanda ‘baba’ vurgusu söz konusudur.
Babalar, ataerkil aile ve toplum yapısının etkisi ile tarihsel olarak birçok kültürde daha çok geleneksel kalıplar içinde kalmış, toplumsal cinsiyet rollerine uygun olarak ailenin geçimini sağlayan, disiplin uygulayan ve zaman zaman çocukla oyun oynayan kişi rolünü üstlenmiştir.
Edebiyatımızda yoğun bir biçimde işlenen ve cumhuriyet döneminde iyiden iyiye sorgulanan baba-oğul ilişkisi yanında, baba-kız ilişkisinin sönük kaldığı gözlemlenmektedir. Bu durum hem ataerkil toplum yapısından hem de psikoseksüel kişilik gelişiminden kaynaklanır. Çünkü ataerkil yapıya göre oğul babanın, kız annenin izinden gitmelidir. Psikoseksüel gelişime göre ise, babaya hayran kız çocuğu, rakip gördüğü annesi ile çatışma içindedir. Her iki görüşe göre de kız çocuğu daha çok anneyle iletişim içinde kabul edilir. Dolayısıyla da erkek egemen yazınımızda baba-kız ilişkisi uzun süre göz ardı edilmiştir.
Kıbrıs Türk edebiyatında ise baba-oğul ve baba-kız ilişkilerinin, dolayısıyla ‘baba’ imgesinin, vurgusunun öne çıkmadığı görülür. Toplumsal yapımızdaki sosyo-kültürel, sosyo-psikolojik dinamiklerden kaynaklanan bu durum üzerine yapılacak çalışmaların ilginç sonuçlar doğuracağı kanaatindeyiz.
Çağdaş şiirimizde dikkat çeken bir şair olan Nafia Akdeniz’in ilk kitabı “Yok”ta yer alan şiirlerinde karşımıza çıkan ‘baba’ figürü, Kıbrıs Türk şiirinde baba-kız ilişkileri bağlamında özgün bir yorumlamayı ortaya koyar.
Duyuların coşkusunda oluşmuş, hayat pratikleriyle yoğrulmuş bir şiirin yaratıcısı olan Nafia Akdeniz, Gürgenç Kormazel’in kitabın önsözünde ifade ettiği gibi “bir taraftan aşk-ayrılık-ayrılık sonrası, diğer taraftansa çocukluk-baba (baba yarası) izlekleri çevresinde ilerler. Bu şiir yine de marazi değil, ironi ve mizahla yansıtılan travmalarla başa çıkmaktadır. Hatta neşemsi açılımlarda yaşama sevincinin akışı duyulur dizelerinde.”
Nafia Akdeniz, “Yok,”u, yokluğun varlığı ile duyurur okura. Babayı yokluk olarak algılamanın, yahut yok olan babanın çocuk için yaratacağı “trajik alanı”nın varlığıdır var olan ilk şiir “Tahtaravalli” de çınlayan:
“Tartar ağırlığımı;
Çocuk
-luk
-luk
-luk
Çoğalarak döner
ses geri,
belli, çarptığı dağ gibi
erkek silueti.
Baba
B a ba ba
Ba-
Bak!
Tahtaravalli…
Gel otur,
Kırık dizlerim
ve kalbim.
Gel bir ucuna da sen otur,
havalansın eteklerim.
Hem görürsün belki
ne kadar uzadı bacaklarım,
ve dilim.
Yoksa hâlâ mı benden daha hafifsin!?”
Şiirde baba vurgusu, babanın arzulananla gerçekliği arasındaki uzaklığı duyurur. Gerçeğin kabulünde eril otoritenin, güç kaynağının “babanın”, saçları ve etekleriyle kız çocuğunun karşısında hafif kalışı, hem babaya isyanı, savaşı hem de bu savaştan trajik de olsa galip çıkışı imlemektedir.
“Yetimhane” şiiri ise babayı toplumsal algının sınırlarına taşıyan tavrıyla dikkat çeker. Burada da “baba”; hayal kırıklıklarının, eski zamanların örselenmişliklerinin kaynağı, dolayısıyla hayali/cennetvari dünyayı yok eden “cellât” a dönüşmüş/dönüştürülmüş bir imgedir:
“Yetimhane
Hayal kırılır, acemi berberlerin
müşterisiz aynalarında.
Salkım saçak dökülen zamanında,
bir tutam ağarmışlık işte,
o sırrı eski, bilindik aynalarda.
Körelen makas, maksatsız artık,
açar ağzını.
Kesmez olur hiçbir değişim
kesmeyince göbekten,
o hayal cellatını.
Emzirilen hayallerin
kim bilecek ki gerçek babasını?!
Hepsi yetim,
Hepsine yetim!”
Akdeniz’in, “Distopia” şiirinde farklı bir metaforik içerikle baba figürünün varlığını duyurduğu görülür:
“Yatsıya kalmış ikmal
zamanı döllerken
sabahlar piç!
….
Bereket kılıklı tanrılar,
eridi ama mumlar!
Burun sokulacak yerden
is koklayın şimdi
patır patır düşerken
eğreti cenin gibi
evcil umutlar…”
Şair, yukarıdaki dizelerde “piç”lik imgesiyle derin yapıda “baba”ya saplanır yine. Dirlik düzenliğin kurucu öğesi olarak görülen “baba” figürü ile var olan babasızlık yahut babanın yokluğundan doğan dehşet ortalığa saçılır. Dişil (annelik) özellikler gösteren “Bereket Tanrısı”nın dahi patır patır ceninler düşürmesi, eril toplumun yaratımlarıdır. Bu nedenle şiir ütopik bir toplum anlayışının anti-tezini tanımlamaktadır.
Bireysel ve toplumsal çatışmaların kıskacında kalan bireyin/kız çocuğun şiddete eğilimi Oidipus ve Elektra örneklerinde işlenen de yazgıya dönüşebilmektedir. Bu dolayımda Akdeniz’in “İkram” şiirinde babaya karşı yükselen isyan, isyan karşıtı bir tutumla zıt kutupların çekişmeli savaşımında, kana ve ölüme bulanmış bir trajik eksende işlenir:
“İkram
Kan
Çivi
Süt
Çivi
Söker mi birbirini?
Yan yana
veya alt alta
çift başlı
tek tek memeler…
Seyirciyim,
imgeler ikram bana-
Ağzıma almıyorum,
sağıyorum avcuma,
memeden kesileli
ilk defa!
Kan söker bu tadı,
deniz gömer bu kadını-
İkram hayata,
ve süt dökmüş babalara…”
“Va(a)z” şiiri de baba otoritesinin yıkılışını imlerken, “bebek çıngırağı ve emzik” imgeleri çocukluğa inişle trajik alanı derinleştirir. Bireyin/çocuğun baba istemi/özlemi çaresizliğin kıskacında dönüşü olmayan çıkmazlar oluşturur. Çocukluk döneminin emzikle bastırılmış korkularında çıngırağın iç burkan şıngırtıları, erginliğin kaosunda yankılanan çan seslerine dönüşür:
“Bebeğin çıngırağı
büyüğün çanı oldu,
hala çatallanan yol ağızlarında
emzik izin,
senin.
Geçebilirsin,
vaz!”
Vaaz’ın erkekler ve din büyükleri, dolayısıyla erkek otorite tarafından verildiği göz önünde bulundurulursa şiirde Nafia Akdeniz, vaaz vermekten vaz geçmeye çağırır babayı. Çünkü babadan ve vaazdan kendisi vaz geçmiştir.
KAYNAKLAR
Eagleton, T., (1990), Edebiyat Kuramı. çev. Esen Tarım. İstanbul: Ayrıntı Yayınevi.
Budak, S., (2002), Psikoloji Sözlüğü. İstanbul: Bilim ve Sanat Yayınları.
Freud, A., (2000), Çocuklukta Normallik ve Patoloji. çev. Ali Nahit Babaoğlu. İstanbul: Metis Yayınları.
Kernberg, O. F. (1999), Sınır Durumlar ve Patolojik Narsisizm. çev. Kemal Atakay. İstanbul: Metis Yayınları.
Moran, B., (1994a), Edebiyat Kuramları ve Eleştiri. İstanbul: Cem Yayınevi.
(*Yrd.Doç.Dr., Uluslararası Kıbrıs Üniv., Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi)
Nafia Akdeniz(d.1975). Kıbrıs Türk şiirinde çağdaş kadın şairler arasında bulunan Nafia Akdeniz, 1975’te Lefkoşa’da doğdu. Doğu Akdeniz Üniversitesinde İngiliz Edebiyatı ve İnsani Bilimler okudu. İngilizce öğretmenliği üzerine yaptığı yüksek lisansının ardından ikinci yüksek lisansını tamamladı. 2000’den beri DAÜ’de öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır. DAÜ İletişim Fakültesi’nde doktora eğitimi yapmaktadır. Aynı zamanda fotoğrafçılıkla uğraşmaktadır.