NAPAN? NAPACAN!.. E NAPALIM?..
Napan? Kartopu oynamadan dönerim…
Napan? Belediye temizlik yapar ona bakarım…
Napan? Maaşlar ödendi, bankaya giderim…
Napan? Üniversitenin birinde bilmem napılmış onu okurum…
Napan? Benzin ucuzlamış depoyu doldurmaya giderim…
Napan? Bu yıl hafta içine kaç tatil düştü, onu hesaplarım…
Napan? Yeni parti kurulmuş, cibbana çalarım…
***
Bu kış böyle giderse soğuklardan donacayık… “Bu kış da geçecek, napacan!”
Belediye çalışanları gene greve gidecekmiş… “Bu grev de kalkar, napacan!”
Maaşlar ödenmeyebilirmiş… “Biraz daha kemer sıkacan, napacan!”
Üniversitelerimiz dünya sıralamasında ilk 500’e bile girememiş… “Napacan, bir daha okuyaycağdın?”
Benzin, bir türlü ucuzlayamadı gitti… “Sen da velesbidinan gez, napacan!..”
Bu yıl bayram tatilleri hep hafta sonuna düşmüş… “Sen da mazaret izinlerini gullan, her gün tatil olsa napacan?”
Yeni parti ideolojiye değil temiz olmaya önem verecekmiş… “Napacan, o partiye girip teorisyenlik yapacaydın?”
***
Biz, yarı buçuk mandıramızda bu küçük sevinçlerle,/marazlarla uğraşırken dünyada olup bitene fazla kulak asmayız…
Bilim insanları, sadece Samanyolu galaksisinde yerküre ile aynı ölçülerde en az 17 milyar gezegen olduğunu söylemiş… Kepler teleskopunun keşifleri arasında Dünya’dan 1.5 kat daha büyük, Güneş benzeri bir yıldızın etrafında dönen, bir yılı 242 gün olan ve üzerinde su olduğu düşünülen bir gezegen de yer alıyormuş… Diğer bir deyişle, evrendeki milyarlarca gezegenin içinde yaşam olan tek gezegen biz olamayız demek istiyor bilim insanları…
Eee, napalım? Bizim gıccacığa iş verecekler? Vermeyceklerse napayım başga dünyayı; bunun bile gahrını çekemeyik aha…
***
En yoğun haliyle Ortadoğu’da süren adı konulmamış “3. Dünya Savaşı” (hem sıcak, hem soğuk şekilde) on binlerce insanın yaşamına mal oluyor… Burnumuzun dibindeki Türkiye dahil, nerdeyse ülkelerin yarısından çoğunda iç savaş var… Savaştan beslenen ırkçı/ganimetçi çevreler, silah tüccarı şirketlerin; emperyalist devletlerin taşeronluğunu yapıyor… “Barışı, özgürlüğü, adaleti yumuşamayı” savunan insanlar/aydınlar ya katlediliyor ya hapislere tıkılıyor…
“Güvenlik” adına sürdürülen “sürek avı” özgürlükleri, demokrasiyi iyice rafa kaldırıyor…
Bu gidişle, insanoğlu dizginleyemediği tüketim hırsının kurbanı olup kendi kendini de tüketecek sonunda…
Eee, napalım? Bizi diğneyen var?.. Kırk yıldır beklerik çözüm olacak diye... Biz istemeyik zanneden çözüm olsun? Olsa da, o doğal gazcıkların gelirinden bize de para aksa; bizim oyanda galan malcıkları satıp, buyanda aldığım tarlacığa bir gökdelen diksek fena mı olur du.. Bunlar olmayacağsa napayım ben öyle yumuşamayı, barışı, çözümü, adaleti!..
***
Pes be kardeşim… Ben dünya tükenecek; hayat bitecek derim; sen halen maldan mülkten, paradan bahseden…
Eee, napalım?.. Aha sen de söylen; yarın ne olacağımız belli değil… Onun için gözün açıkken yeycen içecen gezecen be gardaşcığım… Sen napacan?.. Nuhun Uzay gemisi yapacan da gurtarasın bizi?..
Değer mi bilmem!..
***
Günlerce bu konuşmanın etkisinden kurtulamadım… “Biz ne zaman bu hallere düştük?” sorusu, kemirip durdu beynimi…
Halimi beğenmeyen bir arkadaşım, vereceğim yanıttan endişeli bir ifadeyle “Nasılsın?” diye sorduğuna pişman oldu geçenlerde….
“Artık kimse NASILSIN diye sormasın birbirine!” diye tersledim arkadaşı… Sonra da yaptığımdan utanıp, ortamı yumuşatmaya çalıştım…
Kıbrıslılar “Nasılsın?” diye sormaz; ezeli boş vermişliğimizi, hayatı Tİ’ye alan umarsızlığımızı “Napan; napacan; e napalım?” üçlemesiyle özetler…
“İdare ederik!” diyene kızılır; binlerce yıldır başkaları tarafından idare edilmenin acısını çıkarırcasına; “çoban olsan üç goyunu idare edemen da, şimdi neyi idare eden, merak ettim” gibilerinden verilirdi “ağzının payı”…
Oysa, her kes de biliyordu ki; ne İDARE bizdeydi; ne de İRADE…
Annan Planı referandumundan hemen sonra, acı bir yıkılmışlık duygusuyla öğrenmiştik ( ya da kabullenmiştik) bu durumu…
Yıllarca önce (11-01-1996) “Kendi insanımıza, toprağımıza, değerlerimize, bugünümüze ve yarınımıza sahip çıkmadığımız sürece de, başkaları bizim için senaryolar yazmayı sürdürecek; ve ‘gelecek’ bitecektir. Bunu değiştirmek için önümüzde fazla zaman yok... Bunun bilincine varıp, ‘büyüklerimizden’ bir şey bekleme yerine, kendimiz bir şeyler yapmalıyız... Onların bize ne yaptığı ortada!..” satırlarıyla bitirmiştim (Ne Oldu Bize? Başlıklı) bir yazımı…
Referandum’un ardından (yenilmişlik psikolojisiyle), bu yönde uğraşacağımıza; bireysel kurtuluş peşine düştük… “İkinci ganimet dönemi”nin nimetlerinden yararlanmak önceliğimiz oldu… Artık KAVGA(!) bu uğurdaydı…
Biz bu “kutsal kavgamızla” günü ve kendimizi kurtaracağımız yanılsamasında debelenirken her geçen gün daha dibe battık; battıkça kirlendik; battıkça kimliğimizi, kişiliğimizi, duyularımızı ve insanlığımızı kaybettik…
“Ben kendimi kurtarayım da” bencil umudumuzun; “Bana bir şey olmaz!” vurdumduymazlığının; “memleketi, dünyayı, çevreyi vb. ben mi kurtaracağım” sorumsuzluğunun, bize bir şey kazandırmadığı gibi; her geçen gün bir şeyler götürdüğünü anlamamız biraz uzun sürdü…
Neredeyse, günde bir insanımızın kanser olduğu haberini aldıkça; eğitim düzeyimiz cebimizdeki paradan daha hızlı değer kaybettikçe; “kaza, hırsızlık, esrar, tecavüz, cinayet vb.” haberleri gazetelerde daha çok yer kapladıkça; çözümsüzlük derinleştikçe, umudumuz da tükeniyor…
Artık, birilerinin bizim için bir şey yapmasını bekleyip durmanın anlamsızlığını görmemiz gerek… (Gerçekten) insanca bir yaşam; özgürlük, adalet, barış istiyorsak; bize dayatılan, umutsuz, mutsuz (tüketmeye dayalı) yaşam tarzından kurtulmak istiyorsak; (işe kendimizden başlayarak) değişmenin ve değiştirmenin yolunu açmalıyız…
Başka bir yaşam tarzının, başka bir dünyanın mümkün olduğunu görmek; ve bunu bizim de başarabileceğimize inanmak için kafamızı cep telefonlarından kaldırıp dünyaya bakmamız yeter…
Meksika’da kendi parasını basıp komün hayatı yaşayan köylülerin; Ispanya’nın (Endülüs Bölgesi’nin Sevilla kentine bağlı; duvarlarında “Ütopyaya Yolculuk” yazan) Marinaleda köyündeki komün hayatını on yıllardır sürdüren insanların başardığını, biz başaramaz mıyız?
Yoksa bizim onlardan farklı olarak KAYBEDECEK çok şeyimiz mi var?
Yanıtınız buysa, benim yanıtım da “E, NAPACAN!..” olur…