1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Nasıh Mahruki, dağcılık ve AKUT
Nasıh Mahruki, dağcılık ve AKUT

Nasıh Mahruki, dağcılık ve AKUT

Nasıh Mahruki, dağcılık ve AKUT

A+A-

 

 

Simge Çerkezoğlu

Etkileyici ve etkileyici olduğu kadar zeki bir adam Nasuh Mahruki. Oysa bu iki özelliği aynı anda tek bir Türk erkeğinde görmek biraz zor…
Mahruki ile konuşacak çok şey vardı. Öyle de oldu. Çok   konuştuk. Zaman nasıl geçti ben kendi adıma anlamadım. Pek çok ilke imza atmış bir adam olarak onunla konuşacak çok şeyimiz olması doğaldı. Yaşamdan çok ölüme yakın adam Mahruki hayatı ve hayatın zorluklarının üstesinden gelme başarısını paylaştı bizimle….


Neden “dağlar genlerime en uygun ortam” diyorsunuz?
Benim en yetkin olduğum şey yüksek irtifa dağcılığı. Yüksek irtifa dağcılığı hem çok ciddi bir performans hem de düşük oksijenli ortam gerektiren bir durum. Kalp akciğer çok önemli. Benim metabolizmamın doğuştan olan bir özelliği, bu düşük oksijenli ortama toleransım çok. O yüzden yüksek irtifada benden daha yüksek performans gösterebilecek bir dağcıyla daha tanışmadım. Benden hızlı olanların da hemen hepsi Rus milli takımı sporcularıydı. O yüzden genlerime en uygun ortam olduğunu söylüyorum. Elbette bunu denemeden bilmek de mümkün değildi. Dağcılık yaparken veya diğer sporlar ile uğraşırken çok atak bir karakterim vardı. Çok da hızlıydım. Ama Türkiye’de kendimi kıyaslamam anlam ifade etmiyor. Ama kendimi Rus dağcılarla kıyaslama imkanı bulduğum anda bu spordaki potansiyelimi anladım. Ruslar gerçekten dünyanın en iyileriydi, en çok risk alan dağcılarıydı. Onlarla kendimi kıyaslayınca o zaman bu sporda çok daha iyisini yapabileceğimi anladım. O yüzden doğuştan yatkın olduğum bir alanı bulmuşum yirmili yaşlarımda ve buralara kadar gelebilmemin en büyük sebebi o. Rekabet gücüne sahip olabileceğim bir alanı seçmişim kendime… Bu hayatta bu da beni hem mutlu etti hem de başarılı kıldı.

DEPREM VE AKUT

Önce 1995 yılında Everest’e tırmanan ilk Türk ünvanı ile tanıdık sizi… Toplumun genelinde ise 17 Ağustos depremi oldu…
AKUT Bakanlar Kurulu kararı ile kamu yararına çalışan bir dernektir ve biz o unvanı 15 Ocak 1999’da aldık. Adana Ceyhan depreminde de gösterdiğimiz yararlılıklar ismimizi duyurdu. 17 Ağustos Türkiye’nin yakın tarihinde yaşadığı en büyük travmaydı ama. Çok hazırlıksız yakalandık. AKUT’un bu kadar sivrilmesinin sebebi de o oldu zaten. Türkiye’nin bütün kurumları devletin kendi, vatandaş, silahlı kuvvetler hazırlıksız yakalandı. O süreçte AKUT gönüllüleri hiçbir yerden bir çağrı emir komuta yönlendirme beklemeden tamamen durumdan vazife çıkartıp bütün gücümüzle olaya müdahale ettik. Hem arama kurtarma çalışmalarında epeyi iş yaptık, tüm bölgeye yayıldı ekiplerimiz. Ben mesela Gölcükte’ydim. Toplamda 17 Ağustos’da 220 kişiyi kurtardık. Kurtarma çalışmalarından sonra da onunla paralel şekilde yardım dağıtım çalışmalarına da başladık. Normalde bunu Kızılay yapmalıydı ama onlar da hazırlıksızdı. Tüm yardım çalışmalarını da biz organize ettik. AKUT’un başarısı Birleşmiş Milletlerde ve NATO’da konuşuldu. Biz 120 kişiydik sadece. Ama 1000 üzerinde insanı koordine ettik.

Kurtarabilmek veya kaybetmek… Bunlar size ne ifade ediyor?
Hayat en değerli şeydir. İnsan da hayatın içindeki en değerli şey. İnsan yaşamı ise mutlaka korunması gereken bir şey. Birbirine bağlı bir zincir gibi bu.
Bizim de odağımızda insan hayatı var. Hatta sadece insan hayatı da değil aslında canlı hayatı da bizim için çok değerli. Orman yangınları ve hayvan kurtarmalarda da çalışıyoruz. Elbette kurtarmak olağanüstü bir duygu. Dünyada daha etkili ve daha değerli bir şey yok. Pek çok şey yaptım dünyayı motosikletle dolaştım, Everest’e tırmandım. Hayatımdaki hiçbir şey bende bir hayat kurtarmak kadar derin bir iz bırakmadı, bırakamaz da… Bir insanın hayatını kurtardığımız zaman sadece o insana bir hayat armağan etmiyoruz. Hayat o an bittiği zaman ondan sonra yaşanacak her şey de bir anda bitiyor. Biz bir insanı kurtardığımızda aslında ona yepyeni bir yaşam armağan etmenin ötesinde onun çevresine de, etrafındaki dostluk çevresine de yepyeni bir yaşam armağan ediyoruz. Bugüne kadar bizden kaynaklanan bir sebeple yaşam kurtaramamak gibi bir şey hiç olmadı. Kazazede yaşıyor ise bir şekilde mutlaka öyle ya da böyle sağ bulmuşsak sağ olarak da çıkardık.
AKUT aynı zamanda Türkiye’nin Birleşmiş Milletler tarafından tek akredite edilmiş arama kurtarma ekibi…

ODAKLANMAK

Hayatınızın aslında ölüm ve yaşam arasında gidip geldiğini düşündüğünüz oluyor mu?
Ben profesyonel bir dağcıyım dolayısı ile benim yollarım ölümle çok kesişti. O yüzden ölümden korkmak, çaresiz kalmak ya da donup kalmak gibi bir duygum yoktur. Tamamen yapılması gerekene odaklanırım ve en çabuk şekilde ne yapmak gerekiyorsa onu yapmaya odaklanırım. Öyle programlandım. Dağcılık ve doğa sporlarının da buna çok faydası oldu. AKUT da sonuçta gönüllü dağcılıktan çıktı.

Şimdi yine insanlara yardım ediyorsunuz ama farklı bir şekilde… Bu nasıl gelişti?
1995 yılında ben Everest’e çıktıktan sonra böyle bir popüler algı oluştu. Tüm dünyada Everest’e çıkan ülkelerin ilk dağcıları kendi ülkelerine döndükten sonra bu tür motivasyon konuşmaları yapmaya başlıyorlar. Böyle bir talep var. Elbette Everest’e tırmanmak dünyanın en zor işi değil ama zor ve büyük bir hedef. Burada hem gerçek bir zirve hem de sembolik bir zirve var. Kurumlara ve kişilere çok uygun bir hedef bu. Disiplinli, kararlı olmak hedefe ulaşmak için gerekli hazırlıkları yapmak, iyi bir takım oyuncusu olmak ve lider olmak gibi pek çok özelliği bünyesinde barındıran bir şey Everest’in zirvesinde olmak. İş dünyasında bunun önemli karşılığı var. İş dünyası başka bir disiplinde, riskli ve tehlikeli bir disiplinde başarılı olmanın hedefe odaklanmanın neler gerektirdiğini dinlemekten çok feyiz alıyor. Belki onlar için ölüm riski yok ama ciddi zorluklarla boğuştukları süreçler var. Birçok şeyi kaybetme riski var. Kurallar aynı. Her ikisinde de belirli bir hedef var. Dolayısı ile Everest’e tırmanan dağcının kendi deneyimlerini iş dünyasına dönük anlatması çok popüler bir konu. İş dünyası da buradan kendine hem motivasyon hem de yaklaşım yöntemleri anlamında önemli mesajlar çıkarıyor. İlk seminerlerimin adı “Zirveye Doğruydu” çok keyif almaya başlamıştım.
Hayatımın en güzel yanı yaptığım işlerin hep ilgi alanlarımın budaklanmasıyla şekillenmiş oluşu…   Yaptığım her şey aynı kökten başlayıp hayata derinlemesine nüfus ederek gelişti ve çeşitlendi.
Zaman içinde bu seminerlerimi hedef odaklı olmaktan çıkarıp daha çok kişisel gelişime yönlendirmeyi doğru buldum. Bu sadece kişisel bir hedef geliştirmek değil aynı zamanda kendi yaşam kariyeri ve yolculuğu ile de alakalı bir şey. O yüzden “Kendi Everest’inize Tırmanın” deyip daha da geliştirip altmış dört maddeye dönüştürüp sonunda bu kitabı ortaya çıkardım.

GEZİ OLAYLARI

Kitapta şöyle bir ifadeniz var “En iyisini umut edin ama en kötüsüne hazırlıklı olun” diyorsunuz… Bu nasıl mümkün olabilir?
Bir dağcı dağa giderken tüm planlamasını yapar. İhtiyacı olabilecek her şeyi alır. Fiziksel tetkik ve psikolojik hazırlıklarını da yapar. Öyle yola çıkar.  Rotasını mevsime göre seçer. Uygun teknikleri kullanarak da tırmanışa başlar. Ancak elbette hiçbir şey bu kadar kusursuz gitmiyor. Korkunç bir fırtınada kalıp veya çığ riski ile karşılaşabilirsiniz. En kötü senaryoda bile bir dağcı kendini o koşuldan kurtarmak için içsel ve fiziksel hazırlığa sahip olmalıdır. Hayat da böyle bir şey işte.
İnsan hem hayatta en iyisini düşünmeli, hem de her şeye hazırlıklı olmalı.

Gezi olaylarında aktif olarak yer almıştınız. Bu medyada da çok yer buldu.
Gezi olayları bir kıvılcımla ama bir birikimin sonucunda ortaya çıktı. Kıvılcım Taksim’deki ağaçların kesilerek oraya AVM yapılmasıydı. Birikim ise on yılı aşkın AKP iktidarının Türkiye’de yapmaya çalıştığı birey hak ve özgürlüklerine giderek musallat olduğu süreçti. Herkes de bundan son derece mutsuz ve şikayetçi. Atatürk ile ciddi uğraşılma durumu var, Cumhuriyetin kazanımları ile ilgi sorunlar var. Milli değerleri kutlamada, anmada sorun çıkarma, andımızı kaldırma… İçkinin ulaşımını zorlaştırma, kürtajda baskı yaratma ve bunlar dini bakış açısıyla yapılmadı, dinci bir diktatörlük havasında yapılıyor. Tüm bunlar 2013 Türkiye’sinde kabul edilebilecek şeyler değil. İlkel, dinci diktatör bakış açısı bundan dolayı da insanlar özellikle de gençler ayaklandılar. O yüzden mesaj verildi. Türkiye’de insanlar buna razı değil. Bunu da gösterdiler. Önümüzde üç seçim var. Hükümet artık çok yanlış hamleler yapmazsa bu süreçte yeni olaylar beklemiyorum. Umarım olmaz, polis ve halkın dövüşmesi kadar korkunç bir şey olamaz.

KIBRIS’TA İNSANLAR MUTLU

Kıbrıs’ı nasıl buldunuz?
Çok geldim daha önce Kıbrıs’a, çok güzel bir ada. Kendine özgü bir yer.  Ancak ilk kez Lefkoşa’yı bu kadar gezdim. Çok hoşuma gitti. Hem şehrin içi çok güzel hem de insanlar her şeye rağmen mutlu gülümsüyorlar. Oysa İstanbul’da ben mutlu yüzler görmeyi unuttum. Sokaktaki insanlar arasında çok fark var. Buradaki insanlar daha mutlu. Bu yüzleri görmeyi özlemişim. İstanbul’da herkesin gardı yüksek. Zaten korkunç bir ortam var, her yer polis dolu. Feci bir hükümet baskısı var. Ağır bir sansür var. Medya medya değil. Haber alma özgürlüğü zaten yok. Bu da herkesi mutsuz kıldı. Kıbrıs’ta güler yüzlü insanlar, yavaş ve sakin bir hayat görünce ne kadar özlediğimi fark ettim bu ortamı.

Bu haber toplam 1411 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 136. Sayısı

Adres Kıbrıs 136. Sayısı