Nasıl Bir İnsan İstiyoruz?
“KKTC Temel Eğitim Program Geliştirme Projesi” kapsamında düzenlenen hazırlık çalıştayı, 21-22 Şubat 2013 tarihlerinde gerçekleştirildi. Böylelikle de okul öncesinden, ortaokul son sınıfına kadar olan 14 alanda oluşturulan çalışma gruplarında program geliştirme çalışmalarının ilk adımları atılmış oldu.
Her şeyden önce şunu belirtmem gerek; Kıbrıs Türk Eğitim Sistemi’nin geleceğe dönük tek ve belki de bu yüzden en önemli çalışması olması nedeniyle bu projenin gerçekleşmesi eğitim sistemimiz adına hayati bir önem taşımaktadır. Bu yüzden de desteklenmelidir. Aslında bu hassas durum neredeyse ülkemizdeki birçok eğitim bilimci tarafından da algılanmış olacak ki, ülkemiz üniversitelerden birçok akademisyenimiz bu çalıştaydaydı...
Ancak öğretmenlerin katılımı açısından aynı duyarlılığın gösterildiği söylenemez. Çok daha geniş ve çeşitli kesimlerden öğretmenin katılımı için daha hassas davranılmasını beklerdim. Bu konuda çok sayıda öğretmenlerden şikayet aldım. Birçok öğretmen, böylesi bir çalışmaya katılmak istemesine rağmen, ya kendilere duyuru yapılmadığı ya da katılmaları için gerekli iznin verilmediği serzenişlerini bana ulaştı…
Her şeye rağmen, ortaya çıkan sonuçlar bakımından değerlendirildiğinde çalıştayda oldukça nitelikli verilere ulaşıldığını söyleyebilirim.
İki günlük çalıştayın ilk gününde her bir çalışma grubu;
• “Nasıl bir insan istiyoruz?”
• “Öğretim programlarında hangi öğrenme-öğretme yaklaşımları olmalı?
• “Programı geliştirilecek 14 alandaki (Okul öncesi, Türkçe, Matematik, Fen ve Teknoloji, İngilizce, Sosyal Bilgiler, Kıbrıs Tarihi, Hayat Bilgisi, Resim, Müzik, Beden Eğitimi, Teknoloji Tasarım, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi, Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik) programları tamamlayan öğrenci hangi özelliklere sahip olmalıdır?”
• “Bu alanlarda hâlâ hazırda uygulanmakta olan programların güçlü ve zayıf yanları nelerdir?” sorularına yanıt aradı.
İkinci günde ise grupların çalışmaları tüm katılımcılara sunuların onların da görüş ve önerilerine başvuruldu.
Çalışmaların tamamında bulundum. Tüm grupların sunumları ilgiyle izleyip takip ettim… Ortaya çıkan sonuçlar bakımından “Nasıl bir insan istiyoruz?” soruna verilen yanıtları tek bir cümle ile şöyle özetleyebilirim: “Her söyleneni kabul edip itaat eden bir birey değil, tam tersine sorgulayıcı bir anlayışla evrensel değerlere, üst düzey düşünme becerilerine sahip, toplumsal hayata aktif katılan, bilinçli insanlar yetiştirmeliyiz.”
Ancak bir noktaya daha vurgu yapıldı. “Bu özelliklerdeki insanı, sadece öğretim programlarını değiştirerek yetiştirmek mümkün değildir. Eğitim sisteminin tüm unsurlarını da bu anlayışa göre değiştirmek gereklidir…”
BURAYA DİKKAT
Öğrenmede Doğru Bildiğimiz Yanlışlar
Hollandalı eğitim bilimci Doç. Dr. Piet Kommers’in “öğrenme kültürü” hakkındaki makalesinde oldukça sıra dışı bir tanım var... Kommers’e göre “öğrenme, sizle beraber her yere gidebilmeli ve bunun için de teknolojinin tüm olanaklarından yararlanmalıyız…”
Kommers, “Çocuklar neden öğrenir?” sorusuna çok çarpıcı bir yanıt veriyor, “Öğretmenden kurtulmak için…” Böyle bir yanıtın doğruluğunu da şu gerekçelerle açıklıyor: “Çünkü öğretmenler çoğu zaman öğrencinin neyi bilip neyi bilmedikleri ile ilgilenmezler. Onlar, sadece sıradaki konuyu öğretmeye odaklanırlar…”
Dahası Kommet, öğrenme ve öğretme ile ilgili ciddi yanlış inanışlarımız olduğunu dile getiriyor. İşte doğru bildiğimiz yanlışlar:
• Oturarak daha iyi öğrenilir.
• Öğrenme tamamen sesiz ortamlarda olur.
• Çalışkanlar daha iyi öğrenir.
• Tüm sınıfa uygulanan yöntem en iyisidir.
Oysa bunların hiçbir bilimsel dayanağı yoktur. Dahası birçok araştırma yukarıda bahsedilen uygulamaların hatalı olduğunu ortaya koymuştur… Sonuç olarak Kommers’e göre öğrenmenin, oyun ve çalışma ile beraber düşünülmesi gerektiği ve etkili öğrenmenin de bu üç kavramın arakesiti olduğudur…
ANLAYANA
Aptallığın Tanımı
Aptallığın tanımı: Aynı şeyleri defalarca yapıp, farklı sonuçlar beklemek…
Albert Einstein
BİLİYOR MUYDUNUZ?
Matematik Kaygısı
Chicago Üniversitesi’nden bir grup bilim insanın yaptığı araştırma, matematik kaygısı olanların, hesap yapmayı düşündüklerinde beyinlerinin, ellerinin ocakta yanması gibi fiziksel acıya benzer tepki verdiğini gösterdi.
Araştırmacılar, matematik kaygısı olanların hesap yaptıkları sırada değil, hesap yapmayı düşündükleri sırada beyinlerinin bu bölümünün etkin hale geldiğini, dolayısıyla matematiğin kendisinin değil, düşüncesinin acı verdiğini vurguladı.
Araştırmada, katılımcılara (12x4)-19=29 işleminin sağlaması ve ”yrestym” harflerinin yerleri değiştirilerek anlamlı bir İngilizce kelime oluşturup oluşturmadığı gibi sorular soruldu. Bu sırada MR ile katılımcıların beyin görüntüleri incelendi. Böylelikle araştırmacılar, matematik kaygısı ne kadar fazlaysa beynin “insula” bölgesindeki sinirsel faaliyetin o kadar arttığını gördü.
“Plos One” dergisinde yayımlanan araştırma, matematiğe karşı duyulan kaygı ve ilgisizliğin, daha fazla ders çalışmak yerine öğrenmeyi daha rahat hale getirecek psikolojik yöntemlerle çözülebileceği konusuna öneriler içeriyor.