Nasıl Oldu da Yeşil Hatta Kaldık?
30 Aralık 1963 tarihinde Lefkoşa’da, Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk silahlı gruplar arasında ateşkes anlaşması imzalanmıştı. Britanyalı Tümgeneral Peter Young, yeşil renkli kalemini eline ayırarak Kıbrıslı toplumları kendi bölgelerine ayırdı.
Dionysis Dionysiou
30 Aralık 1963 tarihinde Lefkoşa’da, Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk silahlı gruplar arasında ateşkes anlaşması imzalanmıştı. Britanyalı Tümgeneral Peter Young, son derece soğukkanlı bir tavır ve yüksek dozda kinizmle, yeşil renkli kalemini eline ayırarak Kıbrıslı toplumları kendi bölgelerine ayırdı. “Yeşil Hat” böyle doğdu.
Yeşil hattın hedefi Kıbrıslı Rumlar ile Kıbrıslı Türkler arasındaki gerginliğin daha fazla artmasını önlemekti. Zürih-Londra anlaşmalarıyla 3 yıl boyunca üslerine kapanmış durumda olan Britanyalılar mavi bere takmış, BM barış gücü görevini üstlenmiş, Lefkoşa’da Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk bölgeleri arasındaki nöbet tutmaya başlamışlardı. Young’ın çizdiği Yeşil Hat, bu iki bölge arasındaki birkaç kilometrelik bir mesafeydi. Kimileri, bu hattan Kıbrıs’ın ilk bölünmesi olarak söz ediyor.
1974’ün ardından Yeşil Hat genişletildi ve artık 180 kilometrenin üzerinde bir mesafeyi kapsayacak şekilde tüm Kıbrıs’ı ikiye ayırıyor. İlk bölünmenin 58, ikinci bölünmenin 47 yıl sonrasında Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türkler, artık varmış olduğumuz bu noktanın saçmalığını açıklayamadan barikatlar veya kapılar aracılığıyla iletişim kuruyorlar.
Algoritma
Politik bir analiz bağlamında ve konunun tamamını netleştirebilmek adına pek çok kavramın açıklığa kavuşturulması gerekir. Milliyetçilik, siyasi bilinçsizlik, açgözlülük ve kendine özgü Kıbrıs siyasi algoritmasını teşkil eden duygular gibi kavramlar…
İki toplum, bu ülkede Franklar ve Venediklilerin adadan ayrıldığı ve Kıbrıs'ın Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası olduğu 1571’den itibaren bir arada var olmuşlardır.
Kıbrıslı Rumların Osmanlı döneminde kimliklerini ve kısmen itibarlarını geri kazandıkları söylenebilir. Franklardan ve Venedikli feodal beylerden kişisel mülk aldılar, Papa tarafından sarf edilen, ülkenin katolisizm çabasını geride bırakmak suretiyle Ortodoks inançlarını uygulayabilir duruma geldiler. Öte yandan, Kıbrıslı Rum Başpiskopos, Babıali tarafından “Milletbaşı”, yani hem milli lider, hem de dini lider anlamını taşıyan “Etnarh” olarak tanınmıştı. Bunlara ilaveten, Kıbrıslı Dragomanlar pek çok kez ‘kötü’ Osmanlı Yöneticilerini görevden aldırabilme konumundaydılar.
Kıbrıslı Türkler, ilk olarak Kıbrıs’ta küçük bir topluluk olarak yaşamaya başlamışlardı (Lala Mustafa ile gelen ilk askerlerden oluşuyordu). Elbette ağır vergilendirmeden kurtulmak adına Müslümanlaşan Kıbrıslı Rumlarla da Kıbrıslı Türk sayısı artmıştı.
Tüm Osmanlı Dönemi sürecinde Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türkler arasında kayda değer çekişmeler olmamıştır. Kıbrıslı toplumlar pek çok kez de ittifak halinde olmuşlardır. Gerek Halil Ağa (1765) gerek Gavur İmam gerekse Nikolaos Thiseas (1833) önderliklerinde ülkenin kötü yönetilişini birlikte protesto etmişlerdir.
Kıbrıs Rum tarih yazımında elbette 9 Temmuz 1821 olaylarına ve Kocabaşların kabul edilemez şekilde katledilmelerine özel bir vurgu yapılmaktadır. Öte yandan, bu insanlık dışı pratik aynı dönem içerisinde Avrupa’nın tüm İmparatorluk sahnelerinde vuku buluyordu. Gerek Fransız, gerek Avusturya Macaristan, gerekse Moskova’da Romanov Hanedanı da aynı yöntemleri uyguluyordu. Eş zamanlı olarak, 1821’de Tripoliçe’de olduğu gibi devrimci Halklar tarafından da kırımlar gerçekleşiyordu.
Britanya Dönemi
Kıbrıs’ta Britanya yönetimi döneminde her şeyden öte bir milliyetçilik patlaması hâkim olmuştu. Kıbrıslı Rumlar daha 1830’lardan itibaren Kıbrıs’ı Yunanistan ile birleşmesi gereken bir ada olarak görmekteydiler. İngiliz Yüksek Komiseri Sir Garnet Joseph Wolseley göreve gelir gelmez ona yapılan ilk talep de Enosis talebiydi.
19. yüzyılın ortalarında Namık Kemal gibi Yeni İslam aydınlarından, daha sonraysa Jön-Türk Hareketinden ve Kemal Atatürk'ten, Türk bağımsızlığı mücadelesinden etkilenen Kıbrıslı Türkler ise Taksim sloganıyla yola çıktılar ve bu hisler adayı bölünmeye götürdü.
Tüm bunlar, elbette özellikle Kilise ve aydınlar düzeyinde gelişmekteydi. Zira sıradan Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türkler, Britanya döneminde de karma topluluklar olarak yaşamlarını sürdürürken; aynı şarkıları söylüyor, aynı şekilde dans ediyor, hallumi ve hellim yapıyor, Paskalya zamanı pilavuna pişiriyor, hepsi bulgur köftesi, kadayıf ve baklava yiyordu. Ve belki daha da önemli olan şu vardı. Nüfusun çoğunluğu yerel Kıbrıs diyalektini konuşuyordu.
Romantikler
1955 sonrasında Kıbrıs’a saf kişilerin romantik milliyetçiliği damgasını vurdu. Bir yandan EOKA çocukları Enosis için savaşmak üzere ortaokul-liseyi bırakırken, öte yandan TMT çiftçileri Kıbrıs’ı ikiye bölebileceklerine inanıyorlardı.
Bu durum her iki tarafta da devam etmişti.1960 yılında Kıbrıs’ın bağımsızlığı sonrası köşe başlarını tutanlar da bu kişilerdi. Bu kişiler Kıbrıs Cumhuriyeti’ne ve 1959 yılında Zürih’te varılmış olan uzlaşıya inanmamışlardı.
Uluslararası örneklere bir göz atalım ve Kıbrıs’ın bağımsızlığın ardından İngiltere’den bağımsızlığını almış iki küçük bölgenin süreçlerini gözden geçirelim.
21 Eylül 1964 tarihinde Malta bağımsızlığını kazandı. Karışık nüfuslu bir adadır (Kuzey Afrikalılar – İtalyanlar - Britanyalılar). Maltalılar, Tunuslular, İtalyanlar ve Britanyalılar olarak bölünmeye değil, çağdaş bir ülke inşa etmek adına hep birlikte çalışmaya karar vermişlerdi. Malta, günümüzde AB üyesi barışçıl bir ülkedir.
Singapur 1965 yılına değin Britanya kolonisiydi ve o zamandan beridir İngiliz Milletler Topluluğu üyesidir. Nüfusu çok uluslu bir yapıya sahiptir. Çinli, Malezyalı, Tamiller ve Avrupalıları içeren nüfusu vardır. Dört farklı dine mensup dört topluluk, fakat Kıbrıs’a göre çok daha fazla fert başına düşen milli gelire sahip bir devlet kurmayı başardılar.
O dönemde ne Malta’da ne Singapur’da yurttaşlar Enosisci veya taksimci olarak ayrıldılar. Ne anavatanlarını arayıp sordular, ne Akritas ve Volkan tipi paramiliter örgütler kurdular. Ne de budalalar gibi sokaklarda katliam yaptılar.
Peki, Kıbrıs ile nitelik farkı neydi? Muhtemelen daha iyi idareleri vardı. Makarios gibi başpiskoposları kendilerini yönetmeleri için geri getirmediler, Rauf Denktaş gibi ayrılıkçıların liderliğe yükselmesiyle hemfikir olmadılar.
Toplumlar esas olarak çocuklarına geçmişi miras olarak bırakmamaya ve hep birlikte yeni bir gelecek inşa etmeye karar verdiler.
Öğrenmedik
Bilhassa Kıbrıslı Rumlar ama aynı zamanda Kıbrıslı Türkler de 1960’lardan bu yana pek bir şey öğrenmiş değildiler. 1974 yılındaki darbe ve istilayla ayrılığı berkitmeyi başardılar ve bizi Kıbrıs sorununun çağdaş aşamasına taşıdılar.
Kıbrıs, birkaç istisna dışında 74 sonrası dönemde de diyakronik olarak yoksun olduğu nitelik unsurunu elde edememiştir. Bu unsur, vizyonu olan, boş yere açgözlü olmayan ciddi bir liderlik unsurudur. Kıbrıslı Rumların 1960 yılından bu yana sahip oldukları 7 Cumhurbaşkanından yalnızca ikisi çıtayı aşabilmiştir. Yorgos Vasiliu ve Glafkos Kliridis. 1960 sonrasındaki 6 Kıbrıslı Türk liderden de yalnızca iki tanesi gerektiği gibi ve sorumlu davrandı. Mehmet Ali Talat ve Mustafa Akıncı…
Bu muazzam liderlik açığı, 1960-1974 döneminde Kıbrıslı Rumlar açısından Yunanistan’daki siyasi liderliğin olmaması sebebiyle daha da kötü bir hal almıştı. 1974 ve sonrasında ise Türkiye’nin Kıbrıslı Türkleri tamamen kendi jeopolitik emellerini tatmin edecek biçimde tam olarak kontrol etme yönündeki açık girişiminden ötürü Kıbrıslı Türkler açısından daha kötü bir hal aldı.
Fırsat
İki toplum, Kıbrıs’ın çağdaş tarihindeki en önemli gelişmeden yeterince faydalanamadıklarından ötürü ülkelerinin yeniden birleşmesi ihtimalini muhtemelen nihai olarak kaybettiler. Bu en önemli gelişme, Kıbrıs’ın AB üyeliğiydi. Sentez ve uzlaşı kavramları kelime dağarcıklarına asla girmedi.
Kıbrıslı Rumlar, AB üyeliğini Türkiye’nin yayılmacı emellerine karşı bir siper olarak görüyorlar. Kıbrıslı Türkler ise AB’yi kendilerini “ana vatan” Türkiye’den koparacak bir Hristiyan kulübü olarak algılıyor.
Bugün çizilme tarihini yâd ettiğimiz Yeşil Hattın her iki tarafında da aklıselim ve realist yurttaşlar vardır. Fakat bu yurttaşlar hiçbir zaman bu ülkeye yakışır biçimde ileriye bakacak ve daha iyi bir gelecek peşinde koşacak liderlikleri ortaya çıkaracak akımı oluşturacak çoğunluğu teşkil etmediler.
---
* (Politis’te de yer alan makaleden YENİDÜZEN için özgün çeviri: Çağdaş Polili)
---