Ne hissediyorsan O’sun...
Aidiyet; ait olma, içinde bulunma, sahibi olma... kısaca; bir toprağa, kimliğe, etnik köken’e, ya da tüm bu kavramlar üstünde, kendini oraya ait hissetme olarak da açıklayabiliriz.
Kıbrıslı Türkler’in birçok kez aidiyet duygusu içerisinde çeşit farklılıklara düşürülmek istenmesi; “metazori”(zorla) bir yerlere, bir kökene ait oldurma çalışmaları her zaman olmuştur. Elbette böylesi çalışmalar dünya üzerinde sadece Kıbrıslı Türkler için yapılmamış, nice coğrafyalarda nice ırklar, etnik gruplar buna tabi tutulmuştur, tutulmaktadır.
İnsan; doğası gereği kendini mutlaka bir yere, bir gruba ait olmak ister. Bu insanoğlunun “tek başına” ya da “yalnız” yaşamdan korkmasıyla mı ilişkilidir bilmiyorum ama kendimize ve etrafımıza bakıp düşündüğümüzde, görüyoruz ki; birçok grup-organizasyon, toprak, millet gibi unsurlara ait olma güdümüz var.
Örneklere bir bakalım:
Bir futbol takımının taraftarı olmak ve o taraftarlar içerisinde yer aldığını hissetmenin ne kadar güven verdiğinin farkında mıyz? Bir anlamada tezahürat yapma, kulübüne-futbolcusuna sahip çıkma sorumluluğu almakla kendini oraya ait hissediyorsan oralısın, O’sun...
Bir milletin ve bir toprağın bireyi olma hissi ve istenci de benzer güdülerin ve hislerin bir getirisidir.
Birinde doğum, aynı kandan gelme gibi temel unsurlar varken, bir diğerinde inanmışlık, ortak olduğun birlikteliğe sahip çıkma güdüsü hakimdir.
İnsan doğduğu coğrafyada, doğduğu anda bir aidiyet duygusuyla karşılaşır. Önce çekirdek aile içerisindeki örf-adet, milliyet, etnik köken, dil vb. ile tanışıp şekillenmeye başlar.
Örneğin bir erkek çocuğa sünnet olmak isteyip istemediği ya da müslümanlığı seçip seçmemesi sorulmaz, ya da diğer din’ler. Bu karar aşaması genelde tartışmasız anne-babaların ait oldukları din ve gelenek göreneklerle belirlenmiş olur. Çocuk büyüdükten sonra gerek dünyayı ve gerekse içinde bulunduğu toplumu ne kadar çok anlamaya, yorumlamaya ve günün sonunda eleştirip sorgulamaya başlamışsa, aidiyet duygusundaki değişim veya gelişimin de aynı oranda artması kaçınılmazdır. Ya doğduktan itibaren kendisine verilen aidiyet’i sürdürüp ona daha güçlü sahip çıkarak bir birey olarak toplumda yerini alır, ya da doğduktan sonra verilen aidiyet duygusunu farklılaştırıp, kendine ulus ve örf-adet ötesi bir kimlik edinmeye yönelir.
Kendimize dönersek; Kıbrıslı Türklerin kimlik-aidiyet sorunu diye bir “sorundan” bahsediliyorsa günümüzde, bunun kökeninde; bir yere-kökene ait olma duygusunun eksikliği, yıpranmışlığı ya da başkalaştığıyla ilgilidir.
Genel İslâm kimliği içerisinde farklı etnik-mezheplerle kendi kimliğini sürdüren Kıbrıs adası’ndaki İslâm cemaati, milliyetçiliğin çıktığı günden sonra “Türk” kavramını içine sindirenler bunu ayrı bir kimlik olarak içselleştirirken, bugüne kadar da “Kıbrıslı Türk-Kıbrıs Türkü-kıbrıslıtürk-Kıbrıslı” yakıştırmalarıyla gelmiştir. Ama kendini salt “Türk” olarak tanıtmak ve göstermek yerine (istisnalar olmuştur), kendi coğrafya ve kültür farklılıklarının bilinciyle, tıpkı Azeri Türkü, Trakya Türkü, Gagauz Türkü gibi kendini bu âlemden ayrıştırmayı ihmâl etmemiştir. Bunun bana göre merkezindeki mesaj; evet Türk’üz ama aynı zamanda Kıbrıslıyız şeklindedir. Kısacası; FARKLIYIZ...
Kimlik konusundaki çalışmalar, tartışmalar, dünya nezdindeki “kimlik algısı” değişip geliştikçe ya da geriledikçe, bizim gibi ülkeler kimliğini sorgulamaya devam edecektir. Bu noktada kimin ne ve nereli hissettiği kimseyi de ilgilendirmemelidir.
Bu ada’da kendini Türk-Kıbrıslı Türk-Kıbrıs Türkü-kıbrıslıtürk-Kıbrıslı, ya da tüm bunların üzerinde “ben dünya insanıyım ve Kıbrıs’ta yaşıyorum” diyen insanları yargılamak, yorumlamak da kimsenin haddi olmamalı.
İnsan kendini nereye, hangi kimliğe, hangi coğrafyaya ait hissediyorsa O’dur...
Sn.Fatih Terim, aile kökeninden yola çıkarak kendisini Kıbrıslı Türk olarak hissediyorsa öyledir. Ya da iddia edildiği gibi bu açıklamayı bir “çıkar” için yapmışsa onun bileceği bir iştir. Ama sn.Fatih Terim özellikle bir basın toplantısı düzenleyip “gein arkadaşlar size kökenimi açıklayacağım” diye bir durum yaratsaydı, o zaman basın mensupları da “neden bu kadar zaman dile getirmediniz” diye sorar biz de cevabını öğrenirdik. Kaldı ki böylesi bir durum bile sadece o kişinin istenciyle alakalıdır ve kimseye yargılamak da düşmez. En azından başkaları gibi dost-ahbap ilişkileriyle ya da oy uğruna “kimlik” dağıtılan ve hiçbir köken bağı olmayan insanlardan önemli bir farkı vardır sn. Terim’in. Çünkü bu toprağın insanı olarak hissetme, benimseme, kabullenme hakkı vardır, kökü bu topraklardadır. Bunu ister yapardı isterse ölene kadar dile getirmezdi, onun bileceği bir iştir.
Yurt dışında kökleri bu ada toprağının altında kalmış nice insanlarımız vardır. Kimisi kendini “Kıbrıslı-Kıbrıs kökenli” olmaktan arındırıp, yaşadığı ülkeyle bütünleştirmiş, hatta toplumda, dünyada bir yere gelip de kendisinin Kıbrıslı-Kıbrıs kökenli olduğunu gizlemeyi seçen ya da bunu açıklamayı “gereksiz” gören insanlarımız var olduğu bir gerçek. Ama bunun yanında her fırsatta bu toprağın insanı olduğunu dile getiren insanlarımız da vardır.
İster dile getirsinler ister getirmesinler. Yurt dışında yaşayan Kıbrıs kökenli insanlarımız, kendilerini nereye ait hissediyorlarsa bence “O’ralı” ve “O’dur”. Dünya nezdinde ister yüzümüzü güldürsünler ister güldürmesinler; başarılısı da başarısızı da, sırf çıkar için olsun ya da olmasın, kendini bu toprağın insanı olarak tanımlıyorsa öyledir.
Öküz altında buzağı aramaya çıkarsak inanın birçok buzağıyı birçok kişi için buluruz...