Ne Hitler, Ne Mussolini, Ne de Franko…
1995’de KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turuna Denktaş ve Eroğlu kalmıştı. Özellikle sol ve ilerici siyasetin tüm unsurları, hangisini desteklemek gerektiği üzerinde yoğun tartışmalar yapmıştı.
Denktaş’ı desteklemeyi önerenler, “sağda Denktaş – Eroğlu çelişki ve çatışması sürsün ve sağ bölünmüş kalsın” düşüncesinde idi. Eroğlu’nu destekleyenler ise, “Denktaş’ı siyasetten temizlersek, daha sonra Eroğlu’nu tertiplemek kolay” diyordu.
Benim o zaman söylediğim söz, hala daha söylemeye devam ettiğim sözdür: “Kimse benden Hitler ile Mussolini arasında bir tercih yapmamı beklemesin”. Seçimin ikinci turunda sandığa gitmedim.
Geçtiğimiz günlerde CTP ve UBP 28 Temmuz’da erken seçim yapılmasına karar verdi ya, diğer parti ve taraflarda CTP’yi suçlama kampanyası başladı. 2011’den beri “hemen erken seçim” diyen siyasi hareketlerin “Eylül değil de Temmuz’da seçimi kabul etmekle CTP, Küçük’ü ve UBP’yi kurtardı” yaklaşımı düz ve dürüst mantıkla izah edilebilir gibi değildir. Muhalif partiler ve UBP’li muhalif milletvekilleri Eylül’de erken seçimi önerirken, CTP Başkanı’nın bir uyarı yaptığını ve daha öncesine önerilecek bir tarihi tercih edeceğini söylediğini DP Başkanı Serdar Denktaş açıkladı. Yani, CTP bir sürpriz yapmadı.
Eylül tarihini tercih edenlerin tezi, UBP’den kopmak zorunda kalacak olan milletvekillerinin siyasi parti kurmasına olanak yaratılmasına dayanıyor. CTP Temmuz’u kabul ettiği için Kaşif grubuna bu şansı vermemiş, dolayısıyla da Küçük’ü kurtarmış oluyormuş… Yani şimdi CTP, diğer muhaliflerin yaptığı plana ayak uydurup, Hitler ile Mussolini arasında bir tercih yapacak ve birinden birini kurtaracaktı?! Aslında bu muhalifler seçimin ve kampanyaların yaz mevsiminin en sıcak ve ramazanı da kapsayan günlerde, seçmenin yaz tatilinde olduğu dönemde, zaten sandığa ilgisini kaybeden seçmen için tüm bunların olumsuzluklar olduğu, yüksek nitelikli aday saptayabilmek için örgütlerin biraz zamana ihtiyacı olduğu üzerinde tartışma açsaydı, bir mantığı vardı. Ama ısrarlı tutum Küçük’e karşı olan UBP’li milletvekillerini kurtarmaya yönelik oldu.
Kaşif ve grubu UBP’nin önce Eroğlu, sonra da Küçük hükümetlerinde görev yaparak Kıbrıslı Türklerin sosyo-ekonomik ve sosyo-politik yıkımlarına katkı koymuştur, yıkım paketinin uygulanmasına da hala daha ses çıkarmamaktadır. Son kurultayda kendi içlerinde kavgaya tutuşmuşlar ama aslında birbirlerinden farklı değiller… Eroğlu’nun desteklediği UBP’li muhalif grubun açık ve belirgin duruşu kendileri için hükümette ve parti içinde makam talebidir. Açık olmayan, gizlenen ve şüphelenilen duruşları ise, Türkiye’deki AKP – Ergenekon hesaplaşmasını Kuzey Kıbrıs’a taşıyan taraf olmak… Bu çatışmanın diğer bacağının da UBP’ye hakim olan kanat olduğu kanaatı yaygın... Görünürde “Tencere dibin kara – seninki benden kara” kalitesinde sürdürülen çatışmanın derinlerinde ‘AKP – Ergenekon’ çatışması ve UBP’yi hangisinin ele geçireceği kavgası var.
Hal böyle iken, sol ve ilerici güçlerin bu kavgada illa ki bir tercih yapmak zorunda imiş gibi bir tutum takınması, taraf tutması ve taraf tutarken de başka sol ve ilerici güçlere saldırması dramatik bir hatadır. Bu tavır, solun kendi kendini imha operasyonu gibidir; Ergenekon – AKP çatışmasının taraflarının Kuzey Kıbrıs’ta etkin sol siyaseti zayıflatma arzusuna katkı koymaktır. Türkiye’de oynanan oyun gibi…
“Denktaş’ı temizlersek, Eroğlu’nu tertiplemek kolay” diyenler, gün geldi temizlenen Denktaş’ın Eroğlu’nu desteklediği, oğul Denktaş’ın Eroğlu’nun bükemediği elini öptüğünü unuttu mu? Denktaş ve Eroğlu’nun “gündüz kavga edip, gece birlikte hırsızlığa çıkan” tarz politikacılar olduğu unutuldu mu? Denktaş siyasi yaşamdan önce fiilen sonra da fiziken çekildi; Eroğlu’nu tertiplemek kolay oldu mu? Siyasi yaşamının sona erdiği sanılan aşamada, Eroğlu muhteşem bir dönüş yaparak önce Başbakan, sonra da Cumhurbaşkanı seçilmedi mi?!
Ve şimdi, seçimin Temmuz’da olması, Küçük’ü kurtaracak, Eroğlu’nu batıracakmış. İlerici olduğunu söyleyen bazı siyasi hareketler de, yanlarına DP’nin Denktaş’ını da almış, Küçük’ün batması için Eroğlu’nu kurtarmak sevdasında… İlla ki ya Hitler, ya Mussolini… Saflarda ‘Franko’ da var… Ve böyle bir tercihe katılmayan CTP de eleştirilecek… Bunlar Kıbrıs Türk solu adına doğru stratejiler ve siyasi duruşlar değildir. Kıbrıslı Türkleri bir an önce hem Hitler hem de Mussolini’den kurtarmak için seçimler yapılmalıydı ve ilerici hareketin bunu başarması için ‘Franko’ya da ihtiyacı yoktu.
Sol ve ilerici siyaset unsurları, Hitler – Mussolini çatışmasına, siyasette nerde ne yapacağı belli olmayıp sürprizler yapan Franko’larla işbirliği yapmadan, kendi politik çalışmalarını, temsil ettikleri kitleler için sürdürmelidir…
Ne Hitler, ne Mussolini; Franko’ya da paso…
(Bir anı: 1995 yılında katıldığım bir grup çalışmasında Denktaş’ı kastederek, “Silihtar’daki adam” dediğimde, grup içinde Denktaş’a çok yakın bir veteran politikacı çok öfkelenmişti… On yıl sonra Talat Cumhurbaşkanı seçildi. Bu veteran politikacı ilk karşılaşmamızda, kinayeli bir şekilde, “abim, Silihtar’daki adam nasıl gidiyor?” dediğinde yıllar önce söylediğim sözü bumerang gibi hissettim. Başbakan Küçük’ün bilgisine…)