“Ne? Kıbrıs’ta bir seri katil mi?”
“Kıbrıs’ta bir seri katil mi?” tümcesinin yavaş yavaş ilk başta sebep olduğu şaşkınlık duygusu ortadan kalkıyor. Çünkü kendi halindeki bu küçük toplum çok da geride olmayan zamanlara kıyasla bir değişim yaşamış.
Hristos Mihailidis | Filelefteros
Çeviri: Vula Harana
Başta Yunanistan olmak üzere yurt dışına sık giderim. Eş dost bana genellikle iki klasik soru sorar bir araya geldiğimizde. Kıbrıs sorunu nasıl gidiyor? Ve sizde ekonomi ne durumda? İlk soruya olan ilgi yıllar geçtikçe, yavaş yavaş kayboldu -özellikle de İsviçre’nin dağlık tatil beldelerindeki toplantılar batma noktasına geldikten sonra- seyrek soruluyor. İkinci soru Yunan kamuoyunun ilgisini halen toplamaya devam ediyor. Özellikle Kıbrıslıların tırnak içinde “gösterdiği disiplin ve uyumdan” ve “başarılı girişimciliğinden” faydalanmak maksatlı olarak…
Ancak son iki ayda ilgi bir tek konuya odaklanıyor. Ne zaman birileriyle bir araya gelsem, sanki web sitelerinin anında yaptığı yayınlardan daha fazla şey biliyormuşum gibi bana “Seri katil olayı ne durumda? Başka kadınları da öldürmüş olabilir mi?” diye soruyorlar.
12 Mayıs günü, katilin kurbanı küçük Sierra’nın bulunmasıyla dehşet verici seri cinayetler hikâyesinin ilk ünitesi kapandı. İlgili aramalar annesi Mary Rose’un cesedinin turistler tarafından Mitsero madenindeki bir kuyuda iki ay önce bulunmasıyla başlamıştı. Oysa Mary Rose’un ve küçük kızı Sierra’nın ortadan kayıp oldukları polise bundan tam 1 yıl 1 ay önce bildirilmişti. Kıbrıs’ta seri cinayetler olayına ilişkin haberler tüm dünyayı dolaşmış ve bir numaralı seri cinayetler olayı olarak uluslararası alanda yerini almıştı bu arada.
Adanın coğrafi ebatları, şu ana kadar koruduğu kimliği, sakin ve kendi halinde yaşayan halkı –adada hüküm süren barbar olağanüstü duruma rağmen- seri cinayet olaylarıyla ters orantılı bir durum ortaya koyuyor. Ailelerini geride bırakarak Kıbrıs’a çalışmak için gelen yedi kadın -hepsi yabancı- ordunun subaylarına ait ve hayatlarına elleriyle son verdiğini itiraf etmiş bir şahsın kurbanı oldu.
“Kıbrıs’ta bir seri katil mi?” tümcesinin yavaş yavaş ilk başta sebep olduğu şaşkınlık duygusu ortadan kalkıyor. Çünkü kendi halindeki bu küçük toplum çok da geride olmayan zamanlara kıyasla bir değişim yaşamış. Uyuşturucu bugünün toplumunun başındaki en büyük belâ. Uyuşturucu her yerde satılıyor, ulaşılması öylesine kolaylaştı ki artık okul avlularına ve ders sınıflarına dahi girmiş bulunuyor. Günümüz uyuşturucu kullanıcıları dünkü gibi marjinal kesime ait insanlar değil sadece. “Bizim çocuklarımız” da uyuşturucu kullanıyor artık. Ve bu çocukların büyük kısmı “elit kesim”den... Elit kesim her ne demekse!... Uyuşturucunun yanında alkol kullanımı da gerçekten öldürücü bir kokteyl oluşturuyor. Trafik kazalarının çoğu meskûn mahallerde, şehir içinde meydana geliyor. Yapılan alkol testi sonuçları sorunun büyüklüğünü haykırıyor. Kim duyuyor bu sesleri? Bilmiyorum.
Birkaç gün önce Limasol’da lise öğrencileri, aldıkları notlar hoşlarına gitmediği için okullarını ateşe verdi. “Çocuklarımız kundakçı da mı oldu?” sorusu gündeme geldi.
Bütün bunlara geleneksel mafya savaşlarını da katın. Aralarındaki sorunları soğukkanlılıkla işlenmiş cinayetler ve bombalı saldırılarla çözmedikleri durumlarda “devlet içinde devlet” rolünü üstlenerek müşterilerinin şikâyet ettiği şahıslara en azından bir gözdağı veriyorlar. Son verilere göre ülkede suç oranı azalmış. İnşallah öyledir.
Seri katil olayı -elbette ki- bir istisna teşkil ediyor. Ama katil, Kıbrıs’ta yabancı kadınlar, ev çalışanı olarak çalıştırılmasaydı eğer, bu cinayetleri işler miydi? Bilmiyorum. Elbette onun gibilerinin ağır hasta vakası teşkil ettiği duygusunun içimde hakim olduğunu söylemeliyim.