1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Ne maceraydı ama!..
Ne maceraydı ama!..

Ne maceraydı ama!..

Ne maceraydı ama!..

A+A-

Uçtuk, yüzdük, şelalede ferahladık…

Fayka Kişi
Bu yılın başında yaz aylarında ne yapsak nereye gitsek diye düşünürken, tercihimiz ailece tatil yapmak oldu. Her şey dahil bir otele kapanıp, yemek içmek, güneşlenmek keyif yapmaktı amaç…
Daha önce yazın ortasında buz gibi havada muhteşem ve keyif dolu bir Karadeniz maceramız olmuştu, çokça keyif alsak da yorulmuştuk, geçen yıl da sezon sonu gittiğimiz Alaçatı’nın hayal kırıklığını yaşamıştık. Bu kez dedik ki “yok öyle elimiz ayağımız dinlensin”, şöyle birkaç kilo alaraktan memlekete dönelim.
Araştırdık, nereye gidilir? Çocuklar da var malum… Bizden önce onların keyfi çok daha önemliydi. Ve daha önce arkadaşım Mert Özdağ tarafından 2-3 kez denenmiş (kendisi de sayısını unuttu) Antalya Beldibi’ndeki Rixos Sungate Otel’i tercih ettik.

Otel muazzam…
Otel muazzam… Bölgeye ilk gidişim değildi. Üniversiteden mezun olduğum yıl annem bir jest yaparak, tatile göndermişti.  O zaman da Beldibi’ne hayran olmuştum.
Neyse otele dönecek olursak,  bir tarafı dağların yeşil örtüsü ile size görsel bir zenginlik sunarken, bir tarafı masmavi deniz manzarası…
Otel, kendini her yönüyle fazlasıyla ortaya koyuyor. Hem doğaya verdiği önem hem de misafirlerine unutulmaz bir tatil yaşatmak için sarfettiği çaba görülmeye değerdi.
Yemekler muhteşem, ortam süperdi.
Gündüz ve akşam animasyonları oldukça farklı ve keyifliydi.
Ünlü sanatçıların da sahne alması cabası…

Ya çocuklar için?
Bence çocuklu ailelerin tercih edeceği tesislerin başında gelir.
Çocuklar için ayrı bir dünya yaratılmış.
Havuzları, restoranları, kocaman hayvanat bahçesi, gün boyu süren aktiviteleri ve gece animasyonları ile kendilerini ayrıcalıklı hissetmeleri kaçınılmazdı.
Nitekim bizim minikler de bu dünyaya kendilerini kaptırınca bizim de tatil onların dünyasından ibaret olma noktasına gelmişti ki durumu toparlamayı başardık…


“Saat 2’de gidiyoruz…”
Benim abiler eğlenceye düşkün, macera da oldu mu ellerinden kurtulmanız imkansız. Otel’i adım adım gezdiler, hangi noktada ne var buldular, denettirdiler…
İşte bu gezi seansları esnasında ‘ziplines’ kabine ulaştılar.
Hemen kişi başı 100 TL anlaştıkları ‘macerayı’ satın aldılar. Nedir ne değildir tartışması sürerken, “Hade saat 2’de gidiyoruz” dediler.
‘Çocuklar uyutacaktık edecektik’ derken, ne gibi bir maceranın içinde olduğumuzu bilmeden Otel’den bizi almaya gelen 4x4 cipin arkasında kendimizi bulduk.
Ziplines ile ilgili biraz bilgim vardı. Sağolsun Mert arkadaşım bu konuda da beni aydınlatmış, ‘mutlaka dene’ demişti.
Ancak ben galiba biraz garanticiyim. Öyle tehlikeli maceralarda işim olmaz sanırdım, yanıldım. Kendimi tam göbeğinde buldum.

Ziplines nedir?
En kısa anlatım şekli şu; Yüksek bir noktadan diğer noktaya çelik bir halat geriliyor, siz bir yeleğin içerisine oturuyorsunuz ve bir makara sayesinde bir noktadan diğer noktaya uçuyorsunuz.
Otel’e 10-15 dakikalık uzaklıkta bulunan Göynük Kanyonu’ndan önceki noktaya varıyoruz.
Ekip hazır bizi bekliyor. Bir anda etrafımızı sarıyorlar. Önce emniyetimiz için yelekleri giydiriyorlar, başımıza kaskı takıyorlar. Bu arada elleriyle ilk uçuşun bilmem kaç metre yüksekliğinde olacağını, ikincisini ve üçüncüsünü anlatıyorlar.  Benim kalp ritimlerimdeki değişiklik yüzüme yansıyor.
Ama kaçış yok, UÇACAKSIN…
Bizim aileye, bir aile daha katıldı. Onlar da deneyecek. 3-4 yaşlarındaki çocuğun da uçacağını görünce dedim ki; “Çocuk bile yapar ben mi yapamam?”

Yaptım ama nasıl?
“İlk önce abiler önden” dedik, biri etrafı seyrede seyrede ulaşacak noktaya varırken, diğeri bir yandan, avazı çıktığı kadar bağırarak, bir de ellerini bırakarak uçtu!..
Bizim ufaklık yeğen takriben 10 yaşında olan Arif ise, cesaretli… kollarını kuş gibi çırparak, kahkahalar ile uçmanın keyfini çıkardı.
Ve en sorunlu iki kişiye sıra geldi; ben ve yengem…
“Ben önce” dedim.
Ekipteki arkadaş beni uçuş için hazırlarken, kalbim nasıl çarpıyordu anlatamam.
Adam, “Uçarken bağır ki keyfini çıkarasın” önerisinde bulunurken, ben varılacak noktada nasıl durabileceğimi hayal ediyordum.
“Hazırsan gidebilirsin” sesi ile işte o halatın üzerinde ilerliyordum.
Bilmem kaç metre yüksekliğindeki!..
Cesaretimi toplayıp aşağıya bir saniye bakabildim, silkindim, kendime geldim derken, varışa yaklaşıyordum.
O da ne? Karşımda koskoca bir kaya!..
“Tamam Fayka buraya kadar” demişken, varış noktasında bekleyen ekipteki arkadaşın beni sarmasıyla dünyaya geri döndüm.
Bu ilk denemeydi, ikincisinde biraz daha iyiydim. Üçüncüsünde evet ben de artık ellerimi açarak, rüzgara karşı yol alıyordum.

Göynük Kanyonu sen neymişsin öyle!..
Tabii bu ilk maceraydı. İkincisi daha çok hoşuma gitti (Bir de ip köprüsünün üstünde yürümüştük). Ziplines macerası bitince, bu kez tekrar cipin arkasındayız. Bir tarafı uçurum daracık yollarda ilerliyoruz. Yollarda yaya olarak yürüyen turistler… “Var herhalde bir hikmet” diyoruz, varacağımız yeri merakla bekliyoruz.
Ve işte karşımızda doğa harikası, cennet; Göynük Kanyonu…
Yemyeşil doğanın içinde, buz gibi bir gölet, varacağımız noktada ise küçük bir şelale…
Hemen ekip bizi hazırlıyor, kıyafetlerimizi, can yeleklerimizi giyiyor ve buz gibi suda ilerliyoruz.
Bu keyfi anlatmaya kelimeler yetersiz kalır ama; ben bunu ruhun yeniden yenilenmesi gibi bir cümle ile belki açıklayabilirim…
Ekip, süper olunca, eğlence de kaçınılmaz oldu. Yol boyunca yapılan şakalar ve su oyunları ile keyif içinde şelalenin yolunu tuttuk.
Adamlar her şeyi düşünmüş, her bir taşı turizme kazandırmak için çalışmış ve bence başarılı da olmuş. 
Suyun aşındırması sonucu, kayaların inanılmaz görüntüsü önünde fotoğraf çektik ve engelleri aşarak şelaleye vardık.
40 derece sıcaklıktan çıkıp, buz gibi suda ilerledikten sonra,  büyük bir ihtişamla akan şelalenin altında kendimizi bulunca “oh be dünya varmış” dedik.
Şelaleye ilk ben varınca da ekipteki arkadaş başımdaki kaskı çıkardı, “ne yapacak bu” diye içimden geçirirken, kendimi şelalenin şiddetle akan suyun altında buldum. Adam can yeleğimden tutmuş şelalenin altına beni bir itiyor bir çıkartıyor, size de keyfini çıkarmak kalıyor.
Tek tek herkes bu keyfi tattıktan ve fotoğraf çektikten sonra, dönüş yoluna geçiyoruz.

O da ne? Bir kaydırak…
Yukarıda da dedim ya adamlar her taşı turizme kazandırdı diye… bu kez de bir kayayı kaydırak olarak kullanıyorlardı işte…
Bizi elden ayaktan tuttukları gibi buz gibi suyun içine fırlatıyorlardı.
Tam bitti derken, bu kez sudan yüksek bir kayadan bizi suyun içine fırlatıyorlardı ki; biz kendimiz atlayalım teklifiyle bu işi neyse ki bize bıraktılar.
Ve artık işte sonuna gelmiştik, bir yudum da su içelim dedik, kayaların arasından akan mis gibi suyu kana kana içtik ve maceramızı sonlandırdık.
İyi ki yapmışız dedik, verdiğimiz parayı sonuna kadar helal ettik.

Akvaryum hayal kırıklığı…
Biz eğlendik, fazlasıyla hem de 4 saatlik macera yaşadık. Bu kez dedik ki; çocukları sevindirelim. Nereye gidelim derken, hade Antalya Akvaryumu’na gidelim kararı çıktı.
Otelden tur fiyatı istedik büyükler 60 dolar, çocuklar 55 dolar cevabı aldık.
Neredeyse bir akvaryuma gitme fiyatı bin TL rakamına yaklaşınca dedik ki; bir taksiye atlayalım gidelim.
Peki bilet fiyatı neydi? Hemen telefona sarıldık, akvaryumu aradık 33 TL cevabı ile karşılaşınca bir taksiye atlayıp gittik.
Ama bin pişman olduk desek yeridir.
Vezneye vardık, bilet istedik, “60 TL” deyinceler kısmi felç geçirdik.
Dedik ki, “Biz aradık ve siz bize 33 TL cevabını verdiniz” deyince, “O yerli halka, turiste bu fiyat” cevabı tokat gibi geldi.
Yani ‘turist kazığı’nı fazlası ile yedik.
Verdiğimiz paraya değdi mi bilmiyorum, görülmesi gereken bir yer ama toplasınız 10 dakikadan fazla zaman geçirmezsiniz.

Bu tatil ne öğretti?
-Kesinlikle otele bir kez daha gidilir, yenilir, içilir mümkünse yan gelip yatılır.
-“Yapamam” diyerek, maceralardan kaçınılmaz, mümkünse maceralara atılır.
-İlk başta pahalı gelebilir ancak 4 saatlik video ve fotoğraf çekimine 250 TL verilir.
-İlle de akvaryuma gidilecekse, sonuçlarına katlanılır.

Bu haber toplam 1590 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 121. Sayısı

Adres Kıbrıs 121. Sayısı