Ne Öğretelim? Nasıl Öğretelim?
Uluslararası alanda tanınmayan bir ülke olmamıza rağmen dünyadaki teknolojik değişim, bizi de her anlamda etkiliyor. Ve aslında çoğu zaman başarısızlığın nedeni bu etkileşimde geride kalmakla yakından ilişkilidir.
Bu değişimde geride kalmak şüphesiz ki çocuklarımızın ezbere bilginin yükü altında ezilmelerine neden olmaktadır. Özel dersten, özel derse, etütten dershaneye koşuşturup durduğumuz çocuklarımıza çağın ihtiyaç duyduğu becerileri kazandıramıyoruz.
Bu tutumdaki ısrarcılığımız onları bilgi yükü altında ezmenin yanı sıra galiba onlara yanlış şeyler de öğretmemize neden oluyor…
Eğitim bilimi araştırmaları “öğrenciye sadece bilgiyi aktarmak değil, öğretilen bilginin ne anlama geldiğini ve nasıl kullanılabileceğini, araştırma yapmanın özünü ve bilimsel etik konusunda yol gösterilmesi” gerektiğini söylemektedir. Zaten salt bilgi aktarmak, gerçek bir öğrenme değildir. Çünkü bu durum, beynin çalışmasına da terstir. Beynimiz bir ses ya da görüntü kaydedici gibi çalışmaz... Gelen bilgiler sürekli olarak sorgular: “Bu bilgi nereye uyar? Bununla ne yapabilirim?”, “Bu bilgi dün, geçen ay veya geçen yıl öğrendiğim bilgi ile aynı veya zıt mı?” Beyin, bu sorulara yanıt bulamazsa “bilgi” yük olmaktan başka bir işe yaramaz…
Kısacası “beyin” bilgiyi sadece almaz onu işler. İşte bu işlem anlamlı ise öğrenme olur. Aksi durumda sadece ezber… O halde esas soruya geri dönelim “öğrencilere ne öğretmeliyiz?”
Yanıt çok zor değil aslında… Albert Einstein’a göre “hayal kurmak, bilgiden daha önemlidir”. O halde işe hayal kurmayı öğretmekle başlayabiliriz… Bunun için de onlara;
- Düşünmeyi,
- Bilgiyi yapılandırmayı,
- Yaşamda karşılaştıkları problemleri çözebilmeyi,
- Kendi yeteneklerini bulabilmelerini ve
- Diğer insanlarla iletişim kurabilmeyi öğretmeliyiz…
Peki, ama bunları nasıl öğretmeliyiz?
Bu saydıklarımız etütte, dershanede ya da akşamlara kadar süren özel derslerde öğrenilemeyeceği aşikar. Hollandalı eğitim bilimci Doç. Dr. Piet Kommers’in “öğrenme kültürü” hakkındaki makalesinde oldukça sıra dışı bir tanım var... Kommers’e göre “öğrenme, sizle beraber her yere gidebilmeli ve bunun için de teknolojinin tüm olanaklarından yararlanmalıyız…”
Dahası Kommers, öğrenme ve öğretme ile ilgili ciddi yanlış inanışlarımız olduğunu dile getiriyor. İşte doğru bildiğimiz yanlışlar:
- Oturarak daha iyi öğrenilir.
- Öğrenme tamamen sesiz ortamlarda olur.
- Çalışkanlar daha iyi öğrenir.
- Tüm sınıfa uygulanan yöntem en iyisidir.
Hiçbir bilimsel dayanağı olmayan yukarıdaki doğru bildiğimiz yanlışların dahası var… Kommers’e göre eğitim-öğretim; bireyin güçlü yanını bulma, oyun ve gerçek hayatla ilişkilendirilmiş çalışma ile birlikte düşünülmelidir. Çünkü öğrenmek bu üçünün ara kesitidir.
Yeni Nesil Öğrenme
21. Yüzyıl Çocuğu
Ekonomik ve sosyal koşullardan bağımsız olarak dijital teknolojiler 21. yüzyılda her yerde bulunmaktadır. Çünkü dijital dünyanın sınırları yoktur. Öte yandan çocuklar hevesli İnternet kullanıcılarıdır ve sınırları olamayan bu dijital iletişim teknolojisinden yararlanırlar. OECD ülkelerinde çocuklar, çeşitli dijital eşitsizliklerin sürekliliğine rağmen, çevrimiçi ortamda her zamankinden daha fazla ve daha genç yaşta geçiyor.
İnternete ve bir dizi dijital cihaza erişimi olan çocuk sayısı giderek artmaktadır. 2006'dan 2019'a kadar OECD ülkelerinde yaşayan 15 yaşındaki çocukların evde internet erişimi oranı %75 ile %95 arasında artmıştır. Benzer sonuçlar Avrupa Birliği ülkelerinde de görülmektedir. AB ülkelerinden erişimi en yüksek olan Hollanda'da hanelerin %98'inde ev interneti varken, en düşük internet erişimi oranına sahip Bulgaristan'da bu oran %67'dir.
Elbette ki internet kullanımının bu genişlemesiyle çocuklar farklı çevrimiçi risklere maruz kalmaktadır ancak çok sayıda çevrimiçi fırsattan da yararlanabilmektedirler. Anne-babalar, öğretmenler ve politika yapıcılar olarak bize düşen çocukların dijital teknoloji kullanımındaki engellenemez bu yükselişini dikkate alan yaklaşımlarla onları doğru bilgiye ve fırsatlara ulaştıracak mekanizmaları kurmaktır.