Ne varsa aynen (!)
Peki, ne yapalım?
Yıllardır bu soruya yanıtlar arıyor ve yaşadığımız toplumsal rezilliğin suçlusunu işaret etmek için birbirimizle didişiyoruz.
“Bu düzen sürdürülemez” dedikten sonra bu düzeni sürdürüyoruz!
Suç kimin?
Partiler, sendikalar, sermaye, toplum, Ankara, Rum, Avrupa…
Herkesin bir “suçlusu” var, kendinden gayrı!
***
Onca kokuşmuşluk içerisinde kimi bireylerin konforu, kimi zümrelerin keyfi artıyor.
Statükonun semirttikleri bu düzeni kâh öfkeyle kâh aşkla besliyor.
Bir de suskunlar var.
Çok daha derinleşiyor güvencesiz ve yoksulların gelecek kaygısı…
Siyaset kirlendikçe, üste çıkıyor işin ‘kirli’ yüzü…
Öyle bir yerdeyiz ki “kirlenen” ya da “kirleten” el ele kazanıyor!
Ve elbette demokrasi, irade, kimlik, kişilik, varlık gibi kavramlar üzerinden ağır bir ‘yokluk’ hissi yaşanıyor.
***
Peki ne yapalım?
Seçim sistemini değiştirmekten başlayan pek çok önerme var.
Çözümü işaret edenler sorunu göstermiyor.
Asıl ‘dert’ unutuluyor: Çözümsüzlük.
Yine bir ‘ezber’ giriyor devreye…
“Peki ne yapalım, biz istiyoruz, onlar istemiyor.”
Biz “ne varsa böyle kalsın, adı da çözüm olsun” istiyoruz, çok zamandır.
Kimi kandırıyoruz?
***
Manzara şu.
“Çözümsüzlük” koşullarında Kıbrıslı Türklerin kendi ayakları üzerinde güçlü durmak gibi bir şansı yoktur. Çünkü dünyada “görünmez” bir toplum, uluslararası hukuk ve ekonomi dışında bir yapı, “üretim çarklarını” bir yere kadar hareket ettirebilir.
Bütçe imkânları sınırlıdır.
Oysa sahip olduğumuz alışkanlıklar bu imkanların üzerindedir.
Adil paylaşım yoktur.
Bedel ödemek sözdedir.
“Kendi yağımızla kendi ciğerimizi kavurmak” mümkündür ama bunun için pek çok insanın bugünkü hayat standardından vazgeçmesi gerekir.
İşte bu noktada “altın seçenek” devreye giriyor: “Türkiye’den kaynak istemek.”
O zaman da hani o “sığ” denklem ortaya çıkıyor.
Parayı veren, düdüğü de çalıyor!
Çok daha acısı, artık, parayı vermediği zamanda dahi o düdüğü çalıyor.
***
Kendi kendini yönetemeyen bir toplumsun!
Gerçek bu.
“Yönetme” iddiamız ya da yeteneğimiz olsa dahi buna izin verilmiyor.
Hakikat ortada.
Öylesine bir düzen inşa edilmiş ki “gelen para” üzerinden kurgulanıyor.
Alt yönetim gerçeği inkârla değişmiyor.
O zaman normalleşemiyorsun!
Onca yalanın, hilenin, yanlışın, ayrımcılığın, kayırmacılığın bedeli de ödenmiyor.
***
Peki ne yapacağız?
“Çözümsüzlük” koşullarını ortadan kaldıracağız.
“Ne varsa aynen kalsın, adı da çözüm olsun” demeyeceğiz.
Çünkü o zaman…
Ne varsa aynen kalıyor.