NE YAPILABİLİR?
İki adım ötemizde bir cehennem yaşanırken başka bir şeye konsantre olmakta güçlük yaşıyorum son günler. Birden ağıt yakan kadınların, çaresizliğinin, ağlayan çocukların fotoğrafları çıkıyor karşıma. Birden savaş uçakları, tanklar, askerler… Bu akıl tutulması, bu vahşet inanılmaz geliyor bana. Bir süredir okuyup anlamaya çalışıyorum neler olduğunu, kimin neyin peşinde olduğunu… Farklı kaynaklara bakmaya çalışıyorum. Tamamen anlamak zor. Belki de kafam basmıyor. Kafamın bir kalbi var çünkü, kötülüğü anlamakta zorlanıyor. Aslında içim almıyor keşfettiklerimi. Kötü bir öğretmenden, yanlı bir anlatımdan ötürü bir dersten çakmaya meyilli okul çocuklarına benziyorum. Ya da babası bir tırtılın nasıl kelebeğe dönüştüğünü sabırla anlatmasına rağmen “Ama neden öyle oluyor?” diye soran tatlı mı tatlı Bora Bulut’uma. Masumiyetin hayatın katı gerçekleriyle çarpıştığı yerde bocalıyorum. Bünyem savaş stratejileri, kirli hesaplar, komplolar üzerine düşünmeyi reddediyor belki de.
2014 Aralık ayanında Roboski’nin yıldönümü nedeniyle Kürt Yazarlar Derneği’nin davetiyle Türkiye Yazarlar Sendikası ve Kıbrıs Sanatçı ve Yazarlar Birliği olarak sınıra gidecekken uçağın rötar yapması nedeniyle program aksamış ve Diyarbakır’da kalmıştık. Kıbrıs’tan birliği temsilen ben ve kamerasıyla her şeyi kaydetmeye çalışan Kıbrıslı Rum yönetmen Panikos Hrisantu vardı. Ertesi gün ziyaret ettiğimiz Belediye Başkanları ( Eşbaşkan sistemi olduğu için çoğul kullandım) Ezidi kampına gitmemizi önermişlerdi. Yenidüzen’de “Gülistan Adlı Çocuk” başlıklı bir yazı yazmıştım o ziyaretin ardından. Birden Gülistan düştü yine aklma.
Şöyle yazmışım:
“Bir kız vardı Gülistan adında. Çocuklar arasında bir lider gibiydi. Herkes biliyordu adını. Çevreye yaydığı bir efsun hissediliyordu. Çocuklara o tipik “Büyüyünce ne olacaksın?” sorusu sorulduğunda istisnasız hepsi “doktor” dediler. (Ezidiler kampta verilmek istenen eğitimi reddettiklerinden ve maalesef çocuklar öğretmensiz olduklarından belki de…) Sadece Gülistan “Ben YPG olacağım” dedi. Küçücük bir kız çocuğunun, içlerinde en parlak, en zeki görünenin rol modeliydi bu… Bir gerilla, bir kahraman olmak…”
Birilerinin kahramanlarının bir başkalarının hainleri olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Onlar özgürlük savaşçısı diyor başkaları aynı kişileri hain ya da terörist diye niteliyor.
Sorunların çözümü şiddet olarak görüldüğü sürece bu böyle olacaktır. Barış kahramanları çocukların rol modeli olamadığı sürece.
Bildiğim o ki bu kanlı savaş daha çok uzun sürecek. Gönüllü savaşçıların karşılarındaki kat be kat güçlü ordular tarafından kolay imha edilememesi kendi haklılıklarına dair taşıdıkları büyük inançla, adanmışlık haliyle ilgili biraz da. Şu an da “Belki durdurmayı başaramayacağız ama sonuna kadar direneceğiz ve ölülerimizin üstüne basa basa ilerleyecekler” modundalar. “Ama neden böyle?” diyebiliyorum sadece. İki tarafın ölüleri için de ağıt tutuyorum. Öylesine ağır kalbim.
Yükselen milliyetçilik, bu yaşanana şu veya bu biçimde onay verenler öfkeyle dolduruyor içimi. Ben sadece ceset torbalarını sayıyorum her iki taraftan. Kamyonlarda çaresizlik içinde göçenleri, eşikteki katliamları izliyorum. Çocukların dehşet içindeki bakışlarını izliyorum.
Ne yapılabilir? Bu deliliği durdurmak için ne yapılabilir? Bunu sorup duruyorum kendime.
Tuzu kuru adamlar saraylarında, villalarında kararlar alıyor ve yoksul çocukları ölüme gönderiyorlar. İçimizin titrediği, parmakları kanasa telaşa kapıldığımız çocuklarımızı ceset torbaları içinde geri verebiliyorlar bize. Bir anne buna nasıl razı gelebilir. Aklım almıyor bu çaresizlik halini, hamasi nutuklara teslim oluşu, ölümün karşısında hayat, savaşın karşısında barış seçenekleri son derece netken yaşanan kafa karışıklıklarını.
Barış için savaş paradigmasının ne kadar yanlış olduğu defalarca kanıtlanmadı mı?
Üzgünüm, hem de çok… Kafamda bu soru hep: Ne yapılabilir? Ne yapılabilir?