“Necmi Sakıp Bodamyalızade’nin Shakespeare Okulu’ndan 1936 senesinden bir fotoğraf...”
KIBRIS’TAN HATIRALAR...
Çok değerli arkadaşımız, Avustralya’da öğretim görevlisi, araştırmacı yazar Konstantinos Emmanuelle, “Kıbrıs’ın Öyküleri” (“Tales of Cyprus”) başlıklı internet sitesinde, “Klasik Fotoğraflar” dizisi çerçevesinde Necmi Sakıp Bodamyalızade’nin Shakespeare Okulu’ndan 1936 senesinde çekilmiş ve öğretmenler ile öğrencileri gösteren bir fotoğraf yayımladı. Biz de bu fotoğrafı sayfamıza alıyoruz... Bu tarihi fotoğrafla ilgili olarak arkadaşımız Konstantinos Emmanuelle, sosyal medya sayfasında araştırma yürüterek fotoğraftakilerin kimler olduğunu da tanımlamaya çalışmış...
Konuyla ilgili olarak özetle şöyle yazıyor:
*** Bugünün klasik fotoğrafı, profesyonelce çekilmiş bir “okul portresi” – 1936 yılında çekilmiş, öğretmenlerle öğrencileri Lefkoşa’daki Shakespeare Okulu’nda gösteriyor...
*** Shakespeare Okulu’nun adını ilk kez 2014 yılında Gülten İrfan Yıldırım ile röportajımda duymuştum. Gülten, Eren ve Sermen Erdoğan adlı iyi arkadaşlarımın sevgili annesi idi.. Küçük kızkardeşi Ayten’le birlikte bu okula devam etmişti. Bu fotoğrafta Gülten yedi yaşında, kızkardeşi Ayten ise henüz beş yaşındaydı... Bu olağanüstü fotoğrafı bunca yıl boyunca güvenli biçimde sakladığı ve bana onu taramam için izin verdiği için Gülten Hanım’a “çok teşekkürler” diyorum...
*** Ne yazık ki belleği zayıfladığı için Gülten hanım öğretmenlerin ve sınıf arkadaşlarının isimlerini hatırlayamıyordu – 2014 yılında onunla röportaj yaptığımda 85 yaşındaydı... Ancak çok şükür sosyal medyanın gücü ve sayfamdaki takipçilerin (özellikle Serin Selçuk’un) yardımlarıyla bazı öğretmenler ile öğrencilerin kimler olduğunu bulabildik.
*** Shakespeare Okulu, Necmi Sagıp Bodamyalızade isimli olağanüstü bir adamın vizyonu sonucu ortaya çıkmıştı... Oxford’ta eğitim görmüş olan Bodamyalızade, bu okulun kurucusu ve başöğretmeni idi. Fotoğrafta onu her zaman giydiği ve alameti farikası olan takım elbisesi ve papyonuyla ortada oturur halde görebiliyoruz... Onun gerçek adı Mahmut Necmi Aziz idi, Baf’ta 1 Kasım 1897 yılında doğmuştu ancak tam olarak nerede doğduğuna ilişkin bir gizem bulunuyor... Babası Ahmet Aziz Bodamyalızade idi, annesi ise Lütfiye Hanım idi...
*** Sonraları Necmi Sagıp adını almıştı (ki bu geceleyin gökyüzünde en yüksekteki yıldız demektir) – neden bu ünvanı aldığı bilinmiyor... 1911 yılında henüz 14 yaşındayken genç Bodamyalızade Baf’taki köyünden ayrılmış ve Lefkoşa’da orta öğrenime gelmişti... Birkaç yıl sonra Alice isimli bir kıza aşık olmuştu – bu kız, Kıbrıs Polis Müdürü olan bir İngiliz’in kızı idi... Bu aşk hikayesiyle ilgili fazlaca birşey bilinmiyor... Bilinen tek şey, onun İngiltere’ye, çok prestijli Oxford Üniversitesi’ne İngilizce öğrenimine gönderilmiş olduğudur... Onu İngiltere’ye kim göndermişti, bunun Alice’e olan duygularıyla bir alakası var mıydı, yok muydu, bu da bilinmiyor...
*** Oxford Üniversitesi’ndeyken Bodamyalızade, İngiliz dili ve edebiyatına büyük ilgi duymaya başlamıştı... Öğreniminin son yılında pek çok İngiliz maden işçisiyle ahbap olmuş ve sendikalarda aktif bir rol oyanmış, o günlerde yaşanan madenciler greviyle ilgili olarak pek çok şiir de yazmıştı...
*** Biraz tuhaf ve gizemli biçimde Bodamyalızade, İngiliz Başbakanı Lloyd George’a mektuplar göndermeye başlamış ve kızı Megan’la evlenmek için izin istemişti... Onun bu davranışları İngiliz polisinin ilgisini çekmiş ve 1921 yılında tutuklanarak Kıbrıs’a gerisin geri deport edilmişti...
*** Bodamyalızade çok iyi derecede İngilizce konuşuyordu ve Kıbrıs’a geri gönderildikten sonra Lefkoşa’da poliste istihdam edilmişti – 1932 yılına kadar orada çalışmıştı... Henüz polisteyken İngilizce dersleri vermeye başlamıştı, geceleri ortaokul ve lise öğrencileri ile öğretmenler ve hükümet memurlarına İngilizce dersleri vermekteydi...
*** 1933 yılında Evkaf İdaresi’nin yardımlarıyla Bodamyalızade kendi kreş ve ilkokulunu kurmaya girişmişti, okuluna da Shakespeare Okulu adını vermişti... Verdiği İngilizce derslere gösterilen büyük ilginin yarattığı teşvikle, okulunu genişleterek orta dereceli ve yüksek okul sınıfları da açmıştı okulunda...
*** Shakespeare Okulu 1930’lu yıllarda o kadar popüler olmuştu ki, Lefkoşa’da ve Lefkoşa çevresindeki tüm oğlan ve kız çocuklarının neredeyse üçte biri, bu okula devam etmekteydi... Bu okulda dersler İngilizce dilinde verilmekteydi ve bu okuldan mezun olanlar gerek hükümette, gerekse Kıbrıs’ın özel sektöründe istihdamda aranan kişiler oluyorlardı...
*** 1921 yılında Kıbrıs’a dönmüş olan Bodamyalızade’nin o günlerde çok uzun bir sakalı vardı ve oldukça eksantrik görünmekteydi... Onunla tanışanlar onun çok zeki ve eğitimli bir insan olduğunu anlıyordu... Kısa sürede ona “Feylozof” lakabı takılmıştı yerel halk tarafından... Nitekim Lefkoşalılar, Shakespeare Okulu’na da “Feylozof’un Okulu” demekteydi...
*** Okula Kıbrıslıtürkler’in yanısıra Kıbrıslırumlar ve Kıbrıslıermeniler de ilgi göstermekteydi çünkü Londra Üniversitesi Genel Eğitim Sertifikası’nı kazanabiliyorlardı buradaki kurslar sonucunda... Bu, aynı zamanda kızlarla erkeklerin aynı sınıfta bulunduğu ilk okuldu...
*** Bodamyalızade hiçbir zaman evlenmemişti ve yalnız başına vefat ettiği anlatılıyor – Nisan 1964’te henüz altmışyedi yaşındayken vefat etmişti tek başına... Benim Kıbrıs’tan “İsimsiz Kahramanları”mdan birisidir o, neredeyse unutulmuştur... En azından Lefkoşa’da onu anacak tarihi bir plaket veya bir heykelinin dikilmesi ve yaptığı katkı ve geride bıraktığı mirasın anılmasını beklerdim...
*** En azından burada, “Kıbrıs’ın Öyküleri” sayfamda (“Tales of Cyprus”) ona saygılarımı sunarak Kıbrıs toplumuna yapmış olduğu katkıları kayda geçirerek, özellikle yoksulların eğitimi ve çok sayıda sade Kıbrıslı’nın hayatını iyileştirmeye yardım etmesi konusundaki katkıları için “Çok teşekkürler Feylozof” demek istiyorum.
*** Bir de not düşeyim: 1936 senesinde Shakespeare Okulu’nda çekilmiş bu fotoğrafta tanıdıklarınız varsa, lütfen yorumlar bölümüne not düşünüz... Bu arada Eren ve Sermen Erdoğan'a tüm bu yıllar boyunca “Kıbrıs’ın Öyküleri”ne yaptıkları katkıdan ve beni Necmi Sagıp Bodamyalızade gibi inanılmaz Kıbrıslılar’la aşina kılmalarından ötürü kendilerine çok teşekkür ediyorum... Sevgül Uludağ’a da teşekkür ediyorum, onun annesi Türkan Uludağ da Shakespeare Okulu öğretmenlerinden birisiydi. Serin Selçuk’a da bu fotoğrafta görülen pek çok öğrencinin kim olduğunu bulmama yardım ettiği için özel olarak teşekkür ediyorum...
*** Bu resmin bulunduğu sosyal medya sayfasına girerek orada tanıdığınız varsa belirtmek istiyorsanız link şöyle:
https://www.facebook.com/talesofcyprus
BASINDAN GÜNCEL
“Dersim’in Kayıp Kızları”ndan Fatma İçin hayatını kaybetti...
Dersim’de 1937-1938 yılları arasında yaşanan soykırım sırasında daha 10 yaşındayken saçları kazıtılarak, bir subaya verilen 95 yaşındaki Fatma İçin, Adıyaman’ın Kahta ilçesinde yaşamını yitirdi.
Fatma İçin’in ölümünü "Dersim’in Kayıp Kızları-Tertele Çeneku" kitabının yazarlarından Kazım Gündoğan duyurdu.
Gündoğan'ın sosyal medyadan yaptığı açıklama şöyle:
“Dersim'in Kayıp Kızları’ndan Fatma İçin Kahta'da Yaşamını Yitirdi...
Ovacık Rizrak/Çat köyündendi...
Reşit (oğlu) kardeşimin ‘Annem rahmetli oldu...’ mesajıyla öğrendim onun ölümünü; üzüldüm ve yaşadığı acı dolu hayatı düşündüm…
Uzun zamandır hastaydı ve beklenen sonuçtu, ölüm. Ancak yine de kaybetmenin acısı, duygusu başkadır yakınları için...
Başta İçin ailesi olmak üzere tüm sevenlerine başsağlığı diliyorum. Güzel anıları sevenleriyle varolsun...
Bir tertele/soykırımın içinden köklerinden koparılıp götürüldüğünde 10 yaşlarındaydı Fatma.
Saçlarını kesip onu bir subayın evine verdiler... Orada neler yaşamadı ki? (Bütün hayat öyküsü Dersim’in Kayıp Kızları -Tertele Çeneku (İletişim Yayınları) kitabımızda yer aldı)
Yıllar sonra evlendirildi, çocukları oldu ve büyüdü çocukları. Derdini onlara anlattı ve çocuklarıyla birlikte Dersim’e köklerini aramak için bir yolculuğa çıktılar...
Kimseyi bulamadılar ve oradan "ölürsem mezarıma serpin" diye bir avuç toprakla döndü Kahta'ya...
Sonra kardeşini Bursa'da buldu ve buluştular. Buluştuklarında kardeşi "abla biz Aleviyiz" açıklaması yaptı...
“İki Tutam Saç-Dersim'in Kayıp Kızları” belgesel filmimizin kahramanlarından Fatma ile Huriye konuşmamış olsalardı ve biz o filmi yapmamış olsaydık muhtemelen Dersim’in Kayıp Kızları bilinmeyecek ve Dersim Tertelesi kamusal alanda bu kadar kapsamlı konuşulmayacaktı...
Bu nedenle Fatma ve Huriye'nin öyküleri resmi tarih yazımını/söylemini yıkan ve yeni tarih yazımının koşullarının oluşmasında çok önemli birer belge niteliğindedir...
Tarih bu belgeleri kaydetti... Birey ve toplum olarak onlara minnettarız...”
(ARTI GERÇEK – 14.2.2022)
BİR KİTAP
“Dersim’in Kayıp Kızları...”
Nezahat ve Kazım Gündoğan’ın “Dersim’in Kayıp Kızları” başlıklı kitabının tanıtım yazısında şöyle deniliyor:
“Nezahat ve Kazım Gündoğan, yıllarca uğraşarak, sebatla, Dersim’in bu kayıp kızlarının izini sürdüler. Kendileriyle, yakınlarıyla konuştular. Bu kitapta, yüzü aşkın ‘vaka’ yer alıyor: Ailesinden, kökünden koparılmış insanların çile dolu hikâyelerinden parçalar… Annelerin çocuklarından, hatta bazen kendilerinden sakladıkları sırların hikâyeleri…
“Kız kardeşim 2-3 yaşlarındaydı. Adı Xece (Hacer). Bizi Ovacık’ta toplamış kafileler halinde Hozat üzerinden Elazığ’a götürüyorlardı. Yüzlerce belki binlerce insan. Yara bere içinde, aç susuz, perişan. Ben 13 yaşlarındaydım. Her şeyi bugün gibi hatırlıyorum. Subaylar güzel kız çocukları almak istiyorlardı. Kız kardeşim çok güzeldi. Bir subay kız kardeşimi annemden zorla almak istedi. Annem vermedi. Pertek köprüsüne geldiğimizde orada mola verildi. Aynı subay tekrar geldi ve annemden zorla aldı. Ağladı. Ne yaptıysa aldı. ‘Evlatlık alacağım. Ona bakacağım,’ dedi subay. Sadece kız kardeşim alınmadı tabii. Çok kız çocuğu alındı. Aynı zamanda amcamın kızı da alınıp götürülüyor. Amcamın kızının adı Tege idi.”
Xece’nin, Tege’nin başına gelenler ‘münferit olay’ değil. 1937/1938 “Tunceli Harekatı”ndan sonra çok sayıda kız çocuk ailelerinden alındı – kimisi zaten anne babasız kalmıştı. Yatılı okullara verildiler, bazıları da subaylara veya bürokratlara evlatlık olarak teslim edildi. Aslında 1926’dan 1950’ye kadar değişen yoğunluklarla süren bu uygulama, Dersim kırımının vahim cephelerinden biridir.
Nezahat ve Kazım Gündoğan, yıllarca uğraşarak, sebatla, Dersim’in bu kayıp kızlarının izini sürdüler. Kendileriyle, yakınlarıyla konuştular. Bu kitapta, yüzü aşkın ‘vaka’ yer alıyor: Ailesinden, kökünden koparılmış insanların çile dolu hikâyelerinden parçalar… Annelerin çocuklarından, hatta bazen kendilerinden sakladıkları sırların hikâyeleri…”
NEZAHAT GÜNDOĞAN, KİTAPLA İLGİLİ NELER ANLATMIŞTI?
Nezahat Gündoğan, “Dersim’in Kayıp Kızları” kitabının yazarlarından biri olarak 2019’da verdiği bir röportajda özetle şöyle konuşmuştu:
SORU: 1926 yılında Koç uşağı aşireti mensubu 83 kadın ve kızın Kayseri’ye sürgüne gönderildiği bir Amerikan gazetesinde yer almıştı. Dersimlilerin “Tertelê Çêneku” (Kızlar Kırımı) dediği kızların askerler tarafından zorla alınarak götürülmesi ve sizin çevrenizde de yaygın olduğunu öğrendiğimiz “Dersim’in kayıp kızları”nın peşine düşmeniz ne zaman başladı?
NEZAHAT GÜNDOĞAN: Tarihçiler Dersim meselesini devletin yalana dayalı belgeleriyle yazdı yıllarca. Yalan üzerine kurulu resmi tarih anlayışıyla… Katliamı yapan devletin birer memuru gibi çalıştılar. Bu anlamda katliamı yapanlar kadar suçludur çoğu… “Kimsesiz çocuklar” meselesini hiçbir tarihçi bilmiyordu. Tam tersine onlar bizden öğrendi bu meseleyi. Biz “Dersim’in kayıp kızları” araştırmasını yapmamış olsaydık Dersim soykırımının en önemli kriterlerinden biri bilinmeyecekti… Amerikan NYT gazetesinde yer alan haber çocukların asimilasyonunun da 1926 yılından itibaren başladığını gösteriyor. Bu politikayı kitabımızda genişçe anlattık.
Biz 2005 yılında genel anlamda Dersim katliamına dair çalışma başlattık. Kayıp kızlar ise bu çalışmanın içinde 2007 yılında ortaya çıktı. Biz de bilmiyorduk bu meseleyi. Araştırma sürecinde “Kadınlara ve çocuklara ne yapıldı?” sorusu üzerinde durarak aldığımız yanıtlarla böyle bir sorunun var olduğu sonucuna vardık. Çünkü soykırım kriterlerinden biri de, bir topluluğun çocuklarını zorla başka bir topluluğa nakletmektir. O güne kadar bizim de “isyan” olarak bildiğimiz Dersim meselesinin bir isyan olmadığının sonucuna vardık… 2009 yılında bu çalışma medyada yer aldığında Dersim henüz tartışılmıyordu. Deyim yerindeyse 72 yıl boyunca susan Dersim’in kayıp kızları konuşmaya başladı ve Dersim davasının dünyaya duyurulmasının önünü açtılar…
SORU: Dönemin başbakanı Celal Bayar ile Orgeneral Kâzım Orbay başta olmak üzere birçok üst rütbeli subay, “vatani vazife” olarak mı alıyor kızları himayesine? Buradan amaçlanan nedir?
NEZAHAT GÜNDOĞAN: Her rütbeli bir ya da birkaç kız alarak onları evlerde Türkleştirecek, Sünnileştirecek. Bu bir devlet politikası. Tek tek askerlerin işi değil. Dolayısıyla yaratmak istedikleri ulus devletin birer parçası haline getirilmek istenen ötekiler… Gerek Bayar, gerekse Orbay’ın evindeki kızların ve yüzlerce kızın akıbetini çok genişçe anlattık, araştırdık ve inceledik…
SORU: Dersim köylerini at sırtında dolaşarak “dağ çiçeklerini” toplayan Sıdıka Avar’ın “medenileştirme”de rolü ve işlevi ne olmuştur?
NEZAHAT GÜNDOĞAN: Devlet Türk ve Türkçü (Türk İslam sentezi) olmayan herkesi asimile etmek için çok kapsamlı planlar yapıyor. Bunlardan biri de kurdukları okullardır. Gerek yatılı bölge okulları, halkevleri, Türk ocakları vs. hepsi devletin ideolojik aygıtları olarak işlevlendirilmiştir. Dersim katliamı başlamadan önce Kürt, Zaza ve Kızılbaş çocuklarının öz Türk kültürüne kazandırılması için kararlar alınır. Elazığ Kız Enstitüsü yatılı bölümü Dersimli kız çocukları için açılır. Önceleri asker zoruyla kızlar bu okula getirilir. Birkaç yıl sonra da Sıdıka Avar müdire olarak gelir ve kendini “Türk misyoneri” olarak tanımlar. Gerçekten de tam bir misyoner olarak görev yapar. Devletin önüne koyduğu görevleri harfiyen uygulayan bir misyoner… Dersimlileri “ilkel, vahşi” olarak, kendilerini de “medeni” ve medeniyetin temsilcisi olarak görür… Medeniyet denilen şey açık, vahşi bir asimilasyon ve kapitalist değerler sistemidir…
SORU: Dersim’in kayıp erkek çocuklarının akıbeti ne oldu?
NEZAHAT GÜNDOĞAN: Devlet erkek çocukları potansiyel tehlike olarak görüyor. Büyük kısmı katlediliyor. Kurtulanlar ise sürgüne gönderiliyor. Öte yandan bu araştırma kapsamında erkek çocukların da kayıp olduğunu ve hâlâ aileleri tarafından arandığını da öğrendik. Ancak önemli bir kısmının öksüzler yurduna verildiğini tespit etmiş durumdayız. Bunlardan bazılarıyla görüşmeler de yaparak bunlara dair öykülere yer verdik kitabımızda…
SORU: Okurlara son olarak söylemek istedikleriniz?
Şunun altını çizmek istiyoruz: Dersim sadece Dersimlilerin sorunu değildir. İnsanlığın ortak sorunu ve davasıdır. Herkesin resmi tarih yalanlarını bir yana bırakarak gerçekleri araştırması ve yüzleşmesi gerekiyor. Özellikle Dersim 37–38 harekâtında görev almış kişilerin çocukları ve torunları, yakınları bildiklerini paylaşmalı bizimle, çıkıp anlatmalı duyduklarını ve bildiklerini… Hem kendi kişisel tarihleri hem de toplumsal tarihleriyle yüzleşmekten korkmamak gerekiyor. İnsan olmanın ve demokrat olmanın asgari ölçüleridir bunlar…
*** Röportajın tümü şu link’ten okunabilir:
https://dersimturki.wordpress.com/2019/06/05/dersimin-kayip-kizlari/
(Dersim’in Kayıp Kızları “Tertele Çeneku” / Yazarlar: Nezahat Gündoğan-Kazım Gündoğan / İnceleme-Araştırma / İletişim Yayınları / 1. Baskı 2012 / 608 Sayfa)