Neden olmasın?
Bu günlerde Kıbrıs konusu yeniden gündemin ön sıralarına yerleşti. Nereye gitsem şu soru ile karşılaşıyorum.
“Bu kez gerçekten çözülür mü?”
Benim verdiğim yanıt da hep aynı oluyor.
“Neden olmasın?”
Neredeyse benim yaşım kadar uzun bir zamandır devam eden Kıbrıs sorunu artık sona yaklaşıyor.
Ne bu ülke insanı, ne de dünya artık Kıbrıs sorunu ile beraber yaşamak istemiyor.
Kıbrıslı Türkler bu sorunun acılarını, sorunun başladığı 50 yıl öncesinden beri en yakıcı biçimde yaşıyorlar. Bu nedenle artık bıktılar, usandılar. Hatta iş o noktaya vardı artık insanımız “bir an önce ne olacaksa olsun, biz da bilelim ne yapacağımızı” diyor.
Kıbrıslı Rumlar bu sorunu daha çok 1974 sonrasında yaşamaya başladılar. 1974 öncesinde onlar rahat ve huzur içinde, hatta kendilerini adanın tek sahibi, Kıbrıslı Türkleri de “Ermeni, Maronit gibi azınlıklardan biraz daha fazla nüfusa sahip azınlık olarak” görüyorlardı.
1974 savaşında verdikleri kayıplar ve nüfusun önemli bölümünün herşeylerini geride bırakarak göç etmeleri nedeniyle Kıbrıslı Türklerin yıllardır yaşadığı acılarla Kıbrıslı Rumlar da yüzleşmeye başladılar.
Buna rağmen tarihin hiçbir döneminde Kıbrıslı Türkler kadar barışçı olamadılar.
Hep kendilerini haklı, Kıbrıslı Türkleri de haksız gördüler. Hep kendilerinin yaşadıklarını gerçek acı, Kıbrıslı Türkelrin yaşadıklarını da sıradan ve yapmacık acılar olarak gördüler.
Toplum olarak kendi geçmişleriyle yüzleşmeyi hiç düşünmediler. Yüzleşmeye ve empati yapmaya çalışanları da neredeyse afaroz ettiler.
Bu ortamda geldiğimiz Nisan 2004 referandumunda da Kıbrıslı Türklerin tarihi “Evet”ine karşılık, tarihi bir “Hayır” çıkardılar. Böylece çözüm bir başka bahara kaldı.
Nihayet 10 yıl sonra o bahar bize yeniden gülümsemeye başladı.
Bu kez işi şansa bırakmak yok. Bu kez iki taraftan da gerçek bir EVET çıkarmak için şimdiden kolları sıvamalıyız.
Bu kez işimiz 2004 referandumundan çok daha zordur. Bunu biliyorum. Halk ilgisiz görünüyor. Bunu da biliyorum. Ama bir şeyi daha biliyorum. Bu kez sessiz çoğunluk sandığa giderek evet demeye hazırdır. Hem de %65’den daha büyük bir çoğunlukla.
Davutoğlu’nun açıkladığı gibi 4 Kasım’da görüşmeler başlar mı? Bilemem. Ama 4 Kasım değilse, 8 Kasım, 8’i de olmazsa 18 Kasım’da mutlaka başlar diye düşünüyorum.
Çünkü işin aslı ne Kıbrıslı Türkler, ne de Kıbrıslı Rumlar kimsenin umurunda değil. Dünya, en başta da ABD, Kıbrıs sorunu için yeniden devreye girerken ilgilendiği tek şey doğu akdenizdeki doğal gaz ve petrol yataklarıdır. Özellikle de İsrail’in Münhasır Ekonomik Bölgesi, MEB’nde bulunan ve çıkarılmaya hazır olan doğal gaz.
Bu gaz ancak Türkiye üzerinden boru ile Avrupa pazarına taşınırsa ekonomik bir değer taşıyabilir. Bu nedenle Kıbrıs sorunu bir an önce çözülmeli ve Türkiye ile sorunlar bitirilmelidir.
Türkiye bunun farkındadır. Bu nedenle elbette kendisine de önemli katkıları olacak bu yeni gelişmeyi değerlendirecektir.
Doğu Akdeniz’de bu işi yapacak olan şirketler en başta ABD şirketleri olduğu için ve daha da önemlisi ABD için bölgedeki en önemli müttefik olan İsrail’i de ilgilendirdiği için olayın farkındadır.
ABD’nin bu bölgedeki en büyük rakibi ve aynı zamanda müttefiği olan AB de elbette sürecin farkındadır.
Kıbrıslı Türkler işin farkında olmasa bile artık bıkıp, usandığı ve her geçen gün toplum olarak biraz daha fazla eridiği için artık bitsin demektedir.
Geriye Kıbrıslı Rumlar kalıyor. Sanırım onlar hala hiçbirşeyin fakında değiller. Dahası sorunun çözümü ile birlikte ekonomik krizi aşmaları için çok önemli fırsat yakalayacaklarını bile daha tam anlamıyla kavrayabilmiş değiller.
Çünkü siyasi liderleri dün olduğu gibi, bugün de halka doğruları söylemiyorlar. Aksine tozpembe bir gözlük vererek dünyayı öyle seyrettirmeye çalışıyorlar.
Buna rağmen ben çözüm olur mu sorusuna “Neden olmasın?” demeye devam ediyorum.