Nedir yani?
Hepimiz “çıplak” doğarız…
Ve öğreniriz…
Hileyi de sevdayı da…
İçimizdeki zehri nasıl kusacağımızı öğretirler bize…
Nasıl döneceğimizi köşeyi…
Yaşadıklarımız!
Gördüklerimiz!
Tanıdıklarımız!
Hep öğretirler...
Kimi sürterek burnumuzu, kimi öperek alnımızı…
Doğduğumuz iklim öğretir, sığındığımız liman, uyandığımız şehir.
Çivisi çıkmış ülkeye benzeriz!
Boşuna değildir “coğrafya kader” lafı.
* * *
Hepimiz çıplak doğarız!
Çırılçıplak…
Temiz, saf, ılık…
Yaşadıkça kirlenir ve kirletiriz…
Parayı, hırsı, egoyu, yalanı ve talanı tanırız; aydınlığı ve zifiri karanlığı...
Çaresizlik içinde giyiniriz öğretileri…
Yüz katarız yüzümüze…
Yüzsüzlük katarız…
* * *
Evimizde öğretirler.
Sokakta unuturuz...
İçimiz acır, isyanımız büyür...
Ve umudumuz kanar çoğu zaman...
Bileniriz!
Eğriyle doğrunun ayırdını ararız...
Çirkefle denizin…
Kırılmış dallarına döneriz bir gövdenin…
Kabuklarımız dökülür.
Öğreniriz...
* * *
Çocukken, sabahın en güzel vakti, ekmek kokusunun geldiği andı!
Bir yudum çayla ıslanırdı boğazımız…
O boğazdan geçen her lokma berraktı…
Büyüdükçe…
Ve tanıdıkça hayatı…
İnsanı soludukça…
Şu kocaman çamur ormanında koştukça soluk soluğa, kırık camlarda yürüdükçe...
Hep o sabahlara adandım…
Tertemiz...
Onca öykünsek de…
“Ne kaybettik ki” dedim, günün sonunda...
* * *
Hepimiz “çıplak” doğarız…
Ve öğreniriz…
Sarılmayı da öğreniriz...
Reddetmeyi de...
Uyumaktır gerisi...