Nefretin adını koymak
Nefretin adını koymak
Fezile Osum
[email protected]
Nefreti konuşmak, kullandığımız dil içerisinde alışılagelmiş, yer edinmiş çeşitli ifadeleri sorgulamak bugüne kadar Kıbrıslı Türk toplumunun çalışmayı veya tartışmayı pek tercih etmediği bir alan gibi gözüküyor. Geriye dönüp bakıldığında, özellikle Fasıl 154 Ceza Yasası’na ilişkin yapılan değişiklik önerisinin Meclis Genel Kurulu’nda görüşüldüğü süre zarfında yürütülen tartışmalar neticesinde nefret söylemine dair biraz daha düşünmemiz gerektiği ortaya çıkıyor. Bu sebeple öncelikle teorik anlamda birkaç saptama yapmak anlamlı olacaktır.
Nefret söylemi kavramı özellikle II. Dünya savaşının ardından Avrupa’da konuşulmaya başlanmış ve öncelikle ırkçı nefret, antisemitizm ve yabancı düşmanlığı açısından temellendirilmişti. Söz konusu kavrama ilişkin uluslararası hukuk bağlamında net bir tanım yapmak mümkün değil. Buna rağmen Avrupa Konseyi tarafından yapılan tanım, son yıllarda genel olarak kabul görmekte ve AİHM tarafından da kullanılmaktadır. Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu tarafından kabul edilen 1997 R(97) 20 sayılı tavsiye kararında nefret söylemi ‘yabancı düşmanlığı, ırkçı nefret, Yahudi düşmanlığı ve hoşgörüsüzlük temelli diğer nefret biçimlerini yayan, teşvik eden, savunan ya da haklı gösteren her tür ifade biçimi’ olarak tanımlanır. AİHM bu tanıma ek olarak, ‘demokratik bir toplumda hoşgörüsüzlüğe tahrik eden, hoşgörüsüzlüğü yayan, savunan veya mazur gösteren her türlü ifade’ şeklinde bir tanımlamada da bulunur . Ayrıca Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, nefret söyleminin medya tarafından yaygınlaştırılması durumunda, bunun daha zararlı sonuçlara sebep olunacağını da belirtir. Bu nedenle nefret söyleminin engellenebilmesi için medyaya büyük bir görev düştüğünü söylemek mümkündür.
Demokratik toplumlarda hoşgörü ve farklı kimliklere saygı esas alınması gerekirken, dillerimizde yer edinmiş iktidarın bazı söylemleri farklı ırktan, etnik kökenden, cinsel yönelimden olanı ötekileştirerek toplumda içerisinde istenmeyen bir konuma yerleştirir. Nefret söyleminin yöneltildiği kişiler toplum içerisinde dışlanır, yaratılan ‘biz’ ve ‘onlar’ tanımlamasının içinde belirli gruplara ‘toplumda sana yer yok’, ‘istenmiyorsun’ mesajı verilir. Bu gruplar pasifleştirilir ve susturulur. Bahsi geçen yöntemle iktidar, kendi düşüncesinden duruşundan farklı düşünenleri sessizleştirmeye başlar ve onların topluma katılım haklarını da ellerinden alır .
Dile getirilen sözler ve yayınlanan yazılar aracılığıyla nefret söylemini üreten çevreler, meselenin genellikle ifade özgürlüğü temelinde değerlendirilmesi gerektiğini belirtiyorlar . İfade özgürlüğü, bilindiği üzere insan hakları mücadelesinde elde edilmiş en önemli haklardan biri olarak, tarihin çeşitli dönemlerinde iktidar tarafından ölçüsüz bir şekilde kısıtlanmış, özellikle de basın emekçilerinin elinden alınmaya çalışılmıştır. İfade özgürlüğünün en güçlü savunucularından olan John Stuart Mill ‘Özgürlük Üzerine’ adlı kitabında, ifade özgürlüğünü toplumun içindeki azınlık - çoğunluk ilişkisi açısından ele alır. Bu noktadan hareketle iktidardaki görüşlere muhalif duran fikirlerin, tek kişi tarafından savunulmasına bakılmaksızın, özgürce dile getirilebilmesi gerektiğini söyler. Mill’e göre toplumdaki her bireyin aynı düşüncede olması, toplumun gelişmesini engelleyecek ve konformizmin yaygınlaştırılmasına neden olacak bir husustur. Bu bağlamda hiçbir zaman bir görüşün kesin doğru veya kesin yanlış olduğundan bahsedilemeyeceği için, farklı görüşlerin söylenmesini sağlamak topluma çeşitli faydalar sağlayacaktır. Mill bu faydaları belirtmek için çeşitli tezler ileri sürer. Buna göre öncelikle ifade özgürlüğü, sahip olduğumuz fikrin doğru olup olmadığını anlayabilmek için önemlidir. Kesin doğru diye bir şey olmadığına göre, kendi fikrimizin doğruluğunu test edebilmemiz için karşı görüşlere her zaman açık olmamız gerekir. Diğer yandan demokratik bir toplumda ifade özgürlüğü iktidarın sorgulanması için elzemdir. Vatandaşların demokrasiye etkin katılımını sağlamak, ona dair görüşlerini veya eleştirilerini belirtmeleri gerekir. Ayrıca belirtilen görüş yanlış olsa dahi, bu doğru olan görüşün daha da güçlenmesini sağlayacaktır. Mill bir fikri baştan doğru veya yanlış kabul etmemizin, bizlerin gündelik ihtiyaçlarına karşılık cevap vermeyeceğini, seçme özgürlüğünü kısıtlayacağını ve bir insan olarak kendi düşüncemizi ortaya çıkarmamızı zayıflatacağını, hatta yok edebileceğini savunmuştur. Tüm bu nedenlerden dolayı ifade özgürlüğünün benimsenmesi, toplumların ilerlemesi için gereklidir ve ölçüsüz bir şekilde kısıtlanmasına göz yumulamayacak bir haktır . Ne var ki, ifade özgürlüğünün arkasına saklanıp toplum içerisinde nefret söylemi içeren ifadelerin yayılabileceğini savunanlar, ifade özgürlüğünün ‘kırmızı çizgi’sini oluşturan nefret söylemi kavramını düşünmekten uzak durmaktadırlar.
Mill yukarıda belirtilen tezlerine ek olarak, bu özgürlüğün başkalarının haklarını ihlal edebilecek noktaya ulaşmaması gerektiğinin altını çizer. Yani ifade özgürlüğünün kullanılması, başka bir kişinin haklarını ihlâl etme tehlikesini oluşturması halinde, ifade özgürlüğü sınırlandırılmalıdır. Burada önemli olan, bahsi edilen ‘zarar’ın ne anlama geldiği noktasıdır. Kimilerine göre zarar görmek yalnızca karşıt olduğu görüşü okumak/duymak olduğu gibi, kimilerine göre de bundan daha fazlası gerekmektedir. Zarar fiziksel bir şey midir? Yoksa toplumun içerisindeki demokratik değerlerle, hoşgörüyü azaltma tehlikesi oluşturan söylemler de ‘zarar’ tanımı içerisinde yer alabilir mi? Zararın tanımını düşünürken, nefret söylemlerinin nefret suçlarına neden olabileceğini; yani psikolojik etki yanında fiziksel zararlara da yol açabileceği unutmamak gerekir. Tabi ki her nefret söyleminin, nefret suçu ile sonuçlanacağını söylemek de mümkün değildir.
Kıbrıslı Türk Toplumu ve Nefret Söylemi
Kıbrıs’ın kuzeyinde, Kıbrıslı Rumlara ve Türkiye kökenli insanlara dair ‘pis gavurlar’, ‘gavurların hepsi milliyetçidir’, ‘gavurlar bizleri sevmez zaten’, ‘garasakallar geldiler, adamızı mahvettiler’ şeklinde yapılan tanımlamaları sıklıkla işitmek mümkün. Etnik ırkçılığın ve etnik kökene dayalı ayrımcılığın normalleştirildiği böyle bir ortamda, ırkçılığın adını koyabilmek ve topluma pompalanan ırkçı nefret söylemlerine karşı duruş sergilemek bazılarımız tarafından erken yaşlarda öğrenilebiliyor. Ancak kendi deneyimlerim üzerinden değerlendirdiğimde, geçen zaman bana nefretin yalnızca etnik köken veya ırk ayrımcılığından ibaret olmadığını gösterdi. Küçük yaşlardan itibaren ‘kadın dediğin…’, ‘hanım kızlar…’ kelimeleriyle başlayan ve erkekler tarafından tanımlanan, kadınlara biçilen rol ve görevleri belirten cümleleri çevreden duyuyordum. Tanımlamalar o dönemlerde pek bir şey ifade etmese de, belirtilen rol ve görevlere uymayan, itaat etmeyen ve hayatı farklı kalıplarda yaşayan kadınlara karşı sarf edilen küfürleri işitince, derin bir korkuya ve endişe kaplıyordu içimi. Belirli kadınlara karşı edilen lafları, bu kelimelerin altında yatan derin nefreti ve öfkeyi hissetmek, gözümü çok korkutuyordu. Kadınlara ‘or…’, ‘sokak kadını’ ‘histerik’ gibi tanımlanmalar yapılıyor, onlar toplumun kadınlara yüklediği görevlere itaat etmedikleri için aşağılanıyorlardı. Bu da beraberinde bir korku dünyası yaratılmasına neden oluyordu. Bunu duyan kadınlar nefret edilmemek için artık ne hareketlerine özgürce karar verebiliyor, ne de hayatlarını sorgulayabiliyorlardı. Nefret edilmekten korktukları için yalnız olduklarında dahi kendi düşüncelerini bastırıyor, sözlerini hep içerilerine atıyor, diledikleri yerlere diledikleri kişilerle gidemiyor ve çevrelerine karşı güven sorunları yaşıyorlardı.
Nefret öyle güçlüydü ki, yıllarca Türklerle yaşadığı için Kürt olduğunu söyleyemeyen Fatma gibiydi hikâyesi, ailesi bir erkeğe âşık olduğunu öğrenirse ne tepki gösterir diye her düşündüğünde yüreği sıkışan Mehmet gibiydi. Nefret öyle güçlüydü ki, bir Türkiye göçmeni Kader’in Kıbrıslılara hikâyesini anlatmasına izin vermiyordu. Çünkü kriminalize edildiği için her defasında potansiyel suçlu damgası yemekten bezmişti artık. Ve nefret o kadar içimize işlemişti ki; yakın geçmişimizde, eski bakan ülkede tecavüz suçunun arttığı söylendiği zaman “Kimse sokağa çıkmazsa sorun çözülür, gerizekalılar” diyebilmiş, yine bir siyasetçi “Gece kulüplerini kapatalım da 40.000 asker bizi mi halletsin?” diye sorabilmiş, kız kardeşimiz Doğuş’un okuduğu yeminden sonra ‘Or.. bir türlü değil’ sözü edilebilmişti. En acısı bu kelimeleri söyleyenler kendilerinde bu cüreti görebiliyorlardı.
Tüm bu anlatılanlar ışığında, ifade özgürlüğünün nefret söylemi içeren açıklamalar için, sınırsız bir şekilde uygulanabilen bir hak olduğunu söylemek mümkün değil. Toplumdaki güç ilişkilerini yok sayanlar, iktidarın söylemler üzerine kurulduğunu görmezden gelen, içi boş hak iddiaları peşinden koşanlar, yalnızca belirli hakları istismar etmeye, kendi lehlerine çekmeye çalışabilirler. Nefretin toplum barışının önündeki en büyük engel olduğunu, toplumun içerisindeki belirli kesimlerin sırf iktidarın nefreti nedeniyle senelerce sessizliğe büründüklerini görememek ve ifade özgürlüğünün arkasına saklanmak yalnızca nefretin meşrulaştırılmasına hizmet edebilir. Bu nedenle senelerce ötelenen kesimlerin sessiz çığlıklarına sağır kalmak, başkalarının kendilerini ifade etme hakkını ve ‘ben de buradayım’ deme özgürlüğünü ellerinden almak anlamına gelir. İlaveten, nefret söyleminin nefret suçlarına gittiği yerlerde nefrete maruz kalan kesimlerin yaşam haklarının ellerinden alınmasına yol açar. Söylemlerin altındaki nefreti ortaya çıkarmak, her daim nefretin adını koyabilmek, bizlerin bu dönemden sonraki en öncelikli eylemlerinden olmalı. Bu nedenle nefretin adını koymaktan kaçınan kesimler artık bizleri durdurmamalı. Herkesin kendini ifade edebilmesi, ifade özgürlüğünün yalnızca iktidarın dilinden konuşanların hakkı olmasını durdurmak için nefret söylemini konuşmaya başlamak artık bizler için kaçınılmazdır.
--------------------------------------
Gündüz v Turkey, başvuru no.35071/97, paragraf no.40
Tartışmalı Bir Kavram: Nefret Söylemi, Yasemin İnceoğlu
Nefret Suçlarında Medyanın Sorumluluğu: ‘ Ya sev ya terk et ya da…’, Yasemin İnceoğlu & Ceren Sözeri
Nefret İçerikli İfadeler, İfade Özgürlüğü ve Uluslararası Hukuk, Ulaş Karan
‘Özgürlük Üzerine’ II. Kısım, John Stuart Mill