1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Neoliberalizmin Cumhurbaşkanlığı seçimi
Neoliberalizmin Cumhurbaşkanlığı seçimi

Neoliberalizmin Cumhurbaşkanlığı seçimi

Neoliberalizmin Cumhurbaşkanlığı seçimi

A+A-


Mustafa Öngün
[email protected]

Birçok yerde olduğu gibi buralarda da neoliberalizmi ekonomi politikalarıyla sınırlı bir sistem olarak anlama eğilimindeyiz. Ancak neoliberalizm sadece ekonomi politikalarından oluşan bir ideoloji değil, aynı zamanda belli bir kültür ve insan anlayışı. Tam da bu yüzden herhangi bir ekonomi politikası silsilesinden çok daha kapsamlı ve derin bir ideoloji. Dahası bir kültür ve insan anlayışı olarak neoliberalizm, bizim cumhurbaşkanlığı seçimlerine de damgasını vurmuş durumda. Bunu anlatmaya neoliberalizmin bir kültür ve insan anlayışı olarak göz ardı edilen kısmını irdeleyerek başlayalım. Bir kültür ve insan anlayışı olarak neoliberalizm, her şeyden önce asosyal insanı idealize eder; insanı toplumsal değerler taşıyabilecek bir varlık olarak düşünmez. Neoliberalizmde insan, bireysel ekonomik çıkarlarını tatmin etme dışında herhangi bir amacı olmayan bir varlık olarak tasarlanır.

Ancak burada önemli olan, bu insan kavrayışından ziyade, anlayışın beraberinde getirdiği bir diğer husustur. İnsanı bu şekilde anlayan bir ideoloji, aynı zamanda insanı toplumsal adalet ve eşitlik gibi değerleri dert etmeyen veya edemeyen bir varlık olarak da düşünür. Sadece düşünmekle da kalmaz; aynı zamanda bu tasarıyı bireyselcilik, yobazlık, özelleştirme gibi bir takım kültürel normlar ve politikalarla hayata geçirir.

Neoliberal İnsan ve Kamusal Alan

Burada, daha önce sıkça değinilen bu normlar ve politikaları irdelemek yerine, bu politikaların özünde yer alan insan anlayışının kamusal alana nasıl etki ettiği üzerine bir iki şey söylemek istiyorum. Özellikle bu konuya değinme sebebim, birazdan da açıklayacağım gibi, bu meselenin yaşadığımız seçim süreciyle alakalı olması. Bilindiği üzere Habermas (Kamusal Alanın Yapısal Dönüşümü adlı çalışmasında), kamusal alanı, bireylerin kamusal meseleleri eleştirel bir biçimde tartışmak amacıyla bir araya gelmeleri olarak tanımlıyordu. Yine Habermas’a göre, modern toplumlarda günlük sohbetler, kafeler, meydanlar ve özellikle de medya aracılığı ile kamusal meselelerin eleştirel açıdan değerlendirilmeye başlanması, kamusal alanı meydana getirmiştir. Gerçek ve yozlaşmamış bir kamusal alanda yurttaşlar toplum için iyi, adaletli ve eşit olanı tartışır ve bu tartışmaların sonucunda iktidar üzerinde belli bir baskı oluşturur. Habermas için kamusal alan ve onun oluşturduğu bu baskı eşitlikçi, adaletli ve demokratik bir toplumun olmazsa olmaz koşullarından birisidir.

Habermas bunu açık bir şekilde dile getirmese de gerçek bir kamusal alan, insanla ilgili bazı varsayımlar üzerine de kurulmak durumundadır. Kamusal alanı oluşturabilecek olan insan, toplumsaldır; yani toplumsal adaleti ve eşitliği kendine dert edinebilen ve bu uğurda mücadele verebilen bir varlıktır. Buradan baktığımızda, bu tip insanın gelişmesine izin vermeyen toplumsal koşullar, kamusal alanın yozlaşmasını ve bunun sonucunda demokrasinin ortadan kalkmasını da beraberinde getirebilir. Neoliberalizmin yukarda bahsedilen insan anlayışı işte bu noktada devreye girmekte ve kamusal alanı hiç olmadığı kadar yozlaştırmaktadır diyebiliriz. Çünkü neoliberal ideolojinin hâkim olduğu bir toplumda ne medyada, ne de günlük tartışmalarda eşitliği ve adaleti hangi politikaların sağlayacağı tartışılmaz. Tartışılan en önemli unsur, ekonominin nasıl büyüyeceğidir. Bunun en hayati mesele olmasının sebebi ise şudur: Ekonomi büyürse, birey – esas derdi olan – bireysel çıkarlarını daha kolay ve etkili şekilde tatmin edecektir. Ekonomik büyüme dışında tartışılan bir diğer şey ise siyasetçilerin kişisel özellikleridir. Yani X adayın, eşitlik ve adalet üzerine politikalarından çok, o adayın liderlik özelliklerinin olup olmadığı, nasıl bir karaktere sahip olduğu, genç mi, yaşlı mı olduğu gibi meseleler tartışıla gelir.

Bu durumun vahim sonuçlarından bir tanesi ise kamusal alanın çöküşüdür. Adaletten, eşitlikten çok kendi ekonomik çıkarlarının tatminini veya siyasetçilerin kişisel özelliklerini tartışan insanlar topluluğu, Habermas’ın anladığı anlamda kamusal alanı oluşturamaz. Diğer bir ifadeyle, neoliberal insan anlayışı ile şekillenmiş bir toplum, kamusal meseleleri kapsamlı ve eleştirel biçimde tartışmaz. Aksine, kişilerin özellikleri, bireysel sorunların bireysel ilişkilerle nasıl çözüleceği gibi gerçek anlamda politik olmayan konuları tartışa durur. Nitekim Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşadığımız Cumhurbaşkanlığı seçimi süreci, bunun canlı bir örneği haline gelmiştir. 2000’li yıllarda oluşturulmuş olan kamusal alan, bugün yaşadığımız süreçle bir çöküş aşamasına gelmiştir.

Bu noktada anlatmak istediğim Cumhurbaşkanı adaylarının hepsinin aynı olduğu değildir. Tabi ki adaylar arasında farklılıklar vardır ve bazı adaylar diğerlerinden daha iyidir. Ancak kamusal alana baktığımızda yaşanan süreç yukarda bahsettiğim neoliberal anlayışın kamusal alana hâkim olduğunu bize göstermektedir. Neden mi? Bunu kısaca Kıbrıs sorununu ele alarak anlatmaya çalışayım.

Neoliberalizmin Cumhurbaşkanlığı Seçimi 

2004 döneminde gerek yüz yüze sohbetlerde, gerekse medyada; güç paylaşımı, toprak, mülk, devlet yapısı, güvenlik gibi Kıbrıs Sorunu’nun özünü oluşturan meselelerin eleştirel bakış açısıyla tartışıldığı dönemleri hepimiz hatırlıyoruzdur. Bu dönemde adeta uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimi profesörleri topluluğuna dönüşmüştük. Her yaştan insan, medya aracılığı ile toplumun genelini ilgilendiren Kıbrıs Sorunu’nu adalet, eşitlik gibi değerler üzerinden değerlendirme seferberliğine girişmişti. Siyasi eşitlik, toprak, mülk ve devlet yapısı gibi meseleler neredeyse herkesin her alanda gündeminde yer alıyordu. Bu durum belki de ilk defa güçlü bir kamusal alan yaratmıştı.
Şimdi o dönemi bugün ile karşılaştırdığımızda, neredeyse tam tersi bir durumla karşı karşıyayız. Adayların neredeyse hepsi Kıbrıs Sorununa çözüm bulma iddiasında, ancak bu sorunun çözümüne yönelik içerikli bir tartışma söz konusu değil. Kamusal alanı oluşturacak sorular karşımızda durmakta ancak ne biz, ne de adaylar bu konuları tartışmaya tenezzül etmemektedir: Kıbrıs sorununun çözümüne bizi yaklaştıracak somut adımlar ve fikirler nelerdir? Güç paylaşımı, toprak, federal devlet yapısı ve kültürü gibi meselelerde ne gibi adımlar atmaya hazırız? Bütünlüklü çözüme ulaşmadan, spor, enerji, Maraş gibi konularda Rum tarafıyla ne tür somut işbirlikleri öngörülmektedir? Bugün Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kamusal alanı oluşturabilecek bu sorulara cevap vermek yerine, biz bambaşka bir yol izlemeyi tercih ediyoruz. Adayların kişisel özelliklerine, yaşlarına, geçmişte kimleri kızdırdıklarına, cinsiyetlerine ve bunun gibi özellerine bakıyoruz.

Geçenlerde neredeyse bütün adayların katıldığı televizyon programına dair sosyal medyada yapılan yorumlara bile bakarsanız, bunu açık bir şekilde görebilirsiniz. Yapılan yorumların neredeyse tümü adayların bu tip özellikleri ile ilgiliydi. Birisi çok “dinamik”, bir diğeri çok “pozitif”, birisi “agresif” bir diğeri ise “bilgisiz” veya “kibirli” gibi yorumlar programdan sonra havada uçuştu. Belki ben gözden kaçırmışımdır, ancak Kıbrıs Sorunu ile ilgili eşitlik ve adalete dayalı somut, içerikli herhangi bir siyaset, program sonrasında tartışılmadı. Kısacası, yorumlara baktığımızda eşitliği, adaleti ve toplumu dert edinen bireyler yerine, başka unsurları dikkate alan insan profilleri görmemek elde değil. Bütün bunlar da seçim sürecinin; toplum, adalet ve eşitlik gailesi olmayan neoliberal insan anlayışı içerisinde gerçekleştiğini göstermektedir. Uzun lafın kısası benim diyeceğim o ki, bu seçim sürecine bir isim takmak gerekse, ben, Neoliberalizmin Cumhurbaşkanlığı seçimi ismini takardım.

Bu haber toplam 1896 defa okunmuştur
Gaile 312. Sayısı

Gaile 312. Sayısı