Neoliberalizmin terörü !
Tüm dünyayı güvensiz bir hale getiren şiddet olaylarının sebebini anlamak için sadece dinler ve mezhepler arası bir değerlendirmede bulunmamız bizi doğru bir sonuca ulaştırır mı? Özellikle Suriye’de 5 yıldır bitmeyen iç savaş, Ortadoğu’yu kemiren mezhepsel yıkım, Ukrayna’daki savaş ve pek tabii ki Avrupa’ya sıçrayınca ‘gündem’ olan terörün neoliberal politikalar ile ilgisi nedir? Dünya siyasetine bugün yön veren ‘güçlü’ ülkelerin sınır ötesi ekonomik ve siyasi hedeflerinin/çıkarlarının, çok uluslu şirketlerin yeni pazar arayışının bugün yaşanan yıkımda rolü nedir?..
Çok değil, 5 yıl önce bir özgürlük ve halk hareketi olarak başlayan, ardından da karşı devrimler sonucu kendi insanını umursamayan bir yıkım ile sona eren Arap Baharı’nın Suriye’deki tezahürü de çok farklı başlamadı. Laik ve özellikle sol ideolojiyi benimsemiş insanlar tarafından Esad ailesinin yıllar süren otokratik yönetimine karşı şiddet içermeyen protestolar ile başlayan, bugün 300 binden fazla insanın yaşamını kaybettiği, milyonlarca insanın mülteci edildiği, gelecek jenerasyonları da etkileyecek büyük ölçekli bir travmaya dönüşen Suriye iç savaşı sonrası ortaya çıka(rıla)n ISİD gibi örgütler evet bugün tüm insanlık için bir tehdit.
Gayet açıktır ki, hayatımızın her alanına sirayet eden ve adına terör denilen şiddeti, bugünün dünya siyasetinde önemli bir rolü olan global kapitalist ilişkilerden, kendini 21. Yüzyıl sömürge imparatorluğu gibi gören ülkelerin başka ülkelerin iç siyasetinde özne olma gailesinden, neoliberal politikalar ile yaratılan eşitsizlik ve tahakkümden bağımsız düşünemeyiz.
1940’lı yılların başında yükselen milliyetçi hareket sonrası 1946 yılında Fransa’dan bağımsızlığını kazanan Suriye’nin son 46 yılına bu noktada kritik bir okuma yapmak gerekiyor. 1970 yılında Suriye Başbakanı, 1971 yılından ölüm yılı olan 2000 yılına kadar da Suriye Devlet Başkanı olarak görev yapan Hafız Esad, Reese Erlich’in ‘Inside Syria’ isimli kitabında da altını çizdiği gibi bilindik sosyalist retorikleri kullanıp devlet kapitalizmi yaratmıştır. Yıllarca kendi mezhepinin (Alevi) tahakkümü altında elit bir zengin kesim yaratıp toplumun geri kalanını açlığa mahkum eden, Körfez Savaşı’nda bölgesel rakibi Saddam Hüseyin’in devrilmesi için ABD’ye destek veren, yarattığı otokratik rejim ile laik sol kesimlere nefes aldırmayan, Sunni İslam tarikatların gelişmesinin zeminini hazırlayan Hafız Esad’ın bu tavırlarını göz ardı etmek bugün Suriye’de yaşananları tam anlamı ile kavrayamamamıza sebep olacaktır. Hafız Esad’ın ölmesinin ardından babasının yerine geçen Beşar Esad ise özellikle özelleştirme furyası ile Rus ve çok uluslu şirketler için Suriye’yi bir cazibe merkezi haline getirmiştir. Devletin elini birçok alandan çekerek, özelleştirmeler ile elit ve zengin azınlığın zenginliğine zenginlik katan Beşar Esad’ın Suriyesinde, 2011’de ayaklanmalar başlamadan önce yüzde 20 oranındaki işsizlik ve nüfusun yüzde 44’ünün açlık sınırında yaşaması, yaşanan iç savaşa sebep unsurları kavramak adına önemli donelerdir.
Evet, kristal bir avize gibi berraktır ki, bugünün dünyasında neoliberalizm toplumsal ve küresel şiddete eklemlenmiştir. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Dergisi tarafından Mart 2009’da yayınlanan İktidarın Dönüştüren Çehresi: Neoliberalizm, Şiddet ve Kurumsal Siyasetin Tasfiyesi isimli makalede de belirtildiği gibi şiddet artık neoliberalizmin müttefiğidir.
Makalede ifade edildiği gibi; “Neoliberalizm suçtan arındırılmış bir toplum tahayyül etmez; zira sürdürülebilirliği düzen değil düzensizliğin, huzur değil huzursuzluğun sürekliliğine bağlıdır”. Evet ahlaki bir tahakküm problemi olarak kabul edilen neoliberalizm, sürdürülebilir değildir ve son yıllarda sürekli olarak içsel krizler ile baş etmek zorundadır. Neoliberalizm bu krizleri kendi lehine çevirirken sosyal patlamaların yani göçlerin, şiddetin, iç savaşların, açlığın yaratılması kaçınılmazdır. Yine aynı makalede vurgulandığı gibi neoliberalizm, bugün ihtiyaç duyulduğu oranda kendi iradesi ile suni krizler tetikleyecek mekanizmalar üretecek kadar yetkinleşmiştir.
Yazımın başında altını çizdiğim gibi terörün bugün spesifik bir toprak parçası üzerinde vuku bulmamasına sebep olan unsurları sadece dinsel ve mezhepsel bir zeminde alırsak çok büyük bir hata yapmış oluruz.
Berlin Duvarı’nın yıkılması ile sona eren Soğuk Savaş sonrası iki kutuplu dünya ‘tek kutuplu’ bir dünyaya evirildi. “Nasıl bir sol? Ne kadar sol?” başlıklı yazımda da belirttiğim gibi Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile son 25 yıldır sosyalist ideoloji, kapitalizmin güdümündeki kitle iletişim aygıtları ile özgürlük karşıtlığı, totalitarizm olarak sunuldu... Kapitalizmin, insanı, toplumu, ekolojiyi tüketip, parayı yücelten prensiplerine rağmen, kendini pazarlamasındaki başarısı ile yıllar yılı insanlığın gözü boyandı. Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile kendini var etmek, yeni pazarlar açmak, büyümek ve tüm dünya kaynaklarını sömürmek isteyen bugünün “sömürge imparatorlukları” için yeni bir “düşman” yaratılmak zorundaydı ve bu düşmanın adına “sosyalizm” yerine artık adına “terörizm” denildi. Bugünün dünyasının paylaşımı ve savaşları için de bahane hazırdı: “terörü yok etmek”. Her savaşta biçimi değişen fakat özü aynı kalan böl-yönet politikaları ile bir başka sekteryan bölünme/oluşum yaratıldı. Saddam bitti, El Kaide ortaya çıktı, El Kaide bitti ISİD ortaya çıktı. Görünen o ki Suriye’nin paylaşımının ardından ISİD de bitecek... Ama dünyadaki eşitsizlik, tahakküm bitmedikçe şiddet sona ermeyecek. Dünya tarihinde tek bir savaş daha yaşanmasa dahi sona ermeyecek çünkü yoksul kılmak da yapısal bir şiddettir... Ömür boyu süren bir şiddet !..