NERDE KALMIŞTIK DEVAM EDELİM…
Geçtiğimiz hafta Perşembe gün yani 15 Aralık’ta yayımlanan bir önceki yazımdaki ilgili paragrafı içerik olarak anımsatmak adına yeniden paylaşmak için alıntı yaparak başlamayı yararlı görüyorum. “Kıbrıs Türk halkı, uzun zaman İngiliz sömürgesi
Geçtiğimiz hafta Perşembe gün yani 15 Aralık’ta yayımlanan bir önceki yazımdaki ilgili paragrafı içerik olarak anımsatmak adına yeniden paylaşmak için alıntı yaparak başlamayı yararlı görüyorum. “Kıbrıs Türk halkı, uzun zaman İngiliz sömürgesi olmanın açmazları ile sonra da uzun zaman Kıbrıs’lı Rum’ların dayatmacı, hegemonyacı, ve kimliksizleştirme uğraşları ile mücadele etmenin yoğunluğundan ve kuşkusuz ki toplumlar arası çatışmaların ağırlığından sonra yorgundur ama tutarlılıkla da kendi çok kültürlü kimliğine sahip çıkmıştır. Buraya dek her şey normal ve salında, bir toplumun geçirdiği var oluş aşamalarından. İşte tam da bu “var oluş” dediğimiz şey içinde tehlike de başlıyor; hem bu cümleyi hem de kendimce nedenlerini yazacağım ama önce manzarayı netleştirmek adına birkaç saptama daha yapmayı faydalı buluyorum”
Var olmak nedir? Kendi tanımını da içinde taşıyan bir söz öbeği aslında var olmak. Kendini tüm unsurlarıyla yaşatmak ve korumakla ilgili. Var olmak adına ve varlığımızı sürdürmek adına kendimizi nereden ve nasıl bir bakış açısıyla tanımlıyorsak; sürdürülebilir bir var oluş yapısalını da aynı duruş üstünden tanımlamak gerekir ki kanımca bu da yetmez ve bunun ölçütlerinin de belirgin ve anlaşılır olması önemlidir. Çünkü bu bıçak sırtı olgunun nerede ve kimlerin fikrinde nasıl sapmalara uğrayabileceği nasıl çarpıtılarak koşullara uygunlaştırılabileceğini saptamak da ön görmek de olası değildir. En uç örneklere baktığımızda (ki şimdi bize uç ve inanılmaz gelen bu örnekler dünya tarihinde yaşanmıştır ve pek çok insanın yok oluşuna zemin hazırlamıştır) Hitler’in çıkış noktalarından biri kendi halkına, (Halktan kasıt Almanlardır.) iş olanaklarının ve iş ortamlarının kısıtlı olması, Almanların işsizlik sıkıntılarıyla boğuşmasıdır. Bu tutum kuşkusuz ki masum ve halktan yana olarak yorumlanmış olmalı ki halk da buna destek vererek Hitler’i ve ekibini kayıtsız koşulsuz iktidara taşımıştır; iktidarda tutmuştur ve politikalarını da desteklemiştir. Genel anlamda sol görüşün ve evrensel sosyalist değerlerin reddettiği “kökten milliyetçilik” aslında “ırkçılığa” yol veren ve buna ortam oluşturan pek çok değerleri içinde taşıdığı için reddedilmektedir. Yoksa bir insanın kendi halkını, ülkesini, değerlerini sevmemesi düşünülemez. Memleket sevgisi bütünlüklüdür; bunun içinde dil birliği, kültür birliği, yazınsal özdeşimler, sözlü paylaşımlar, duygu birliği gibi çok çeşitli yapısal taşlar yer alır. Bunlar bizi “Millî” değerlerimize saygılı, koruyucu, aktarımcı ve yaşatma taraftarı yapıyorsa biz insan haklarına gereken değeri vererek “Millî birlik ruhunu” kendimizde yaşatan olarak dik durabiliriz. Ancak bu dik duruş başka halkların varlıklarını ve başka kültürlerin farklılıklarını reddeden değil tam aksi tüm farklı inanç, kültür ve halkları kucaklayan, tüm dünya halklarının kardeşliğini temel ve hedef alan bir ideolojik ve hümanist bir duruştur.
Diğer türlüsünde ne olur? İşte şimdilerde yüksek sesle ifade etmeye çalıştığımız tam da bu noktada yapılabilecek yanlışların, radikal milliyetçiliği körükleyerek ırkçı denebilecek söylemlere ve eylemlere alt yapı oluşturmasıdır. Bunun sonu da toplum yangınıdır ve her yangında olduğu gibi sosyolojik yangınlarda da hasar büyük olur! Göçmenler, kaçak işçiler, insan kaçakçılığı, fuhuş ve kadın ticareti, farklı etnik yapılar vs. vs. Örnekleri artırmak olasıdır; bu örnekler bazında yapılabilecek şey bir şekilde ve bir nedenle burada olanlara yönelik tedbir alıp bu sorunun kaynağını ve devamlılığını önlemek midir yoksa insan öğesini dikkate almadan ucuz politikalarla ırkçılığı körükleyen ve sorunun özüne inmeden Kıbrıslı-Türkiyeli ayrıştırmasını sürekli olarak besleyen ve özünde emeğe değil ucuz iş gücünden kazanacağı paraya değer veren ve bunu da sözde milliyetçilik adı altında yapan kesimlerin ekmeğine bal süren politikalar mıdır? Yoksa madem buradalar gücümüz de yetmez madem, o zaman aşağılarız hırsımızı alırız demek midir? Yoksa şimdiki durumu her kesimdeki insan için “önce insan” diyerek yola çıkıp geçerli, tutarlı ve işlevsel devlet politikaları üreterek hem kendi var oluşumuzu hem de diğer unsurların varlığını koruyabilecek sistemler yaratmak mıdır?
Bu bir tercih olamaz! Gidilmesi gereken yol belliyken biri size “nereden gidelim” diye soruyorsa bunun altında vardır bir bit yeniği diye düşünmek gerek! Yıllardır alttan alta bizim gibi çok kültürlü yapılarda yaşamayı bilen ve mutlu olan halka, radikal milliyetçilik öğretilmeye çalışılıyorsa… Bunun altında da vardır bir bit yeniği diye düşünmek gerek!
Bu konuya Perşembe gün de devam edeceğiz…