1. YAZARLAR

  2. Tacan Reynar

  3. NEREDE YANLIŞ YAPIYORUZ?
Tacan Reynar

Tacan Reynar

NEREDE YANLIŞ YAPIYORUZ?

A+A-

Halil Karapaşaoğlu artık özgür. Tek bir farkla, Askeri Mahkeme’nin verdiği para cezasını ödemediği için artık sicilinde hapis yatmış biri olarak özgür. Bu gerçek acı olmakla birlikte, bu ülkenin ilerici, demokrat ve insan hakları mücadelesi için çaba sarf eden herkese ayrıca üzerinde düşünülmesi adına bazı imkanlar da yaratıyor. Elbette vicdani ret hakkının halen tanınmamış olmasının bir utanç olduğu gerçeği de değişmiyor.

Dönüp tüm bu süreci toparlamak, medyada yer alan haberleri doğru okumak ve nihayetinde de yanıldığımız noktaları açıklığa kavuşturmak gerek. Süreci doğru değerlendirirsek, insan hakları mücadelesi için elimizde hem bir okuma pratiği hem de yol haritası olur.

Aslında ne oldu? 

Daha önce 2013 yılında Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararda da ifade edildiği gibi bu hakkın iç hukukumuza dahil edilmesi daha sonra uluslararası yargı organlarında yargılanmamızı ve ceza almamızı önlemek için gerekli iken, üzerinden bu kadar yıl geçmiş olmasına rağmen yasa çıkmadı, yasama yani meclis görevini yapmadı. Şu anda hükümette olan dört partinin oy talep ederken bir seçim taahhüdü olarak bunu programlarına yazdıklarını da unutmayalım. Bu açıdan dört partinin de “taahhüt”lerini yerine getirmesi gerekir, getiremiyorsa da bunu şeffaflık gereği toplumla paylaşması, seçmenlerini yanıltmaması gerekir. Geçen bu süreçte birçok olayda yaşadığımız gibi her şeyin önüne parti rozetini koyanların söz konusu olan insan hakları mücadelesi ise, partili olmayı bir kenara bırakıp bu mücadeleye etkin destek sağlaması beklenir ki, maalesef bunu yeterince göremedik. Sürece en fazla zarar veren bu “direnç” oldu.

Askeri Mahkeme henüz kararını vermeden aylar önce yasanın derhal hazırlanması gerektiği, aksi halde Halil gibi daha birçok kişinin bu hakkı kullanamadığından ötürü hapislik cezası ile yüz yüze olduğu uyarılmasına rağmen, bu uyarı da dikkate alınmadı. Halil, Askeri Mahkeme’de yargılandı ve para cezası aldı, kendisine para cezasını ödemesi için süre verildi, ödememesi halinde de 20 gün hapis yatacağı karara bağlandı. Bakıldığında bu ceza diğer benzeri suçlarla karşılaştırıldığında fazla bir ceza değil. Ama söz konusu olan bir insan hakkının kullanımı ise ve bunun eksikliğini Anayasa Mahkemesi de belirtiyorsa cezayı bir daha düşünmek gerekiyor. Mahkeme para cezası yerine Halil’i kefalete de bağlayabilirdi ancak o zaman da hakkın kullanımının mahkeme kararı ile belli bir süre (örneğin üç yıl) kısıtlanması söz konusu olacaktı ki bu da doğru olmazdı. Kefalet senedinin imzalanmaması durumunda da yine hapislik cezası kaçınılmazdı. Fakat Askeri Mahkeme, tüm bu süreci dikkate alıp sembolik bir ceza da takdir edebilirdi. Sonuç itibariyle öyle ya da böyle Halil yargılandı, suçunu kabul etti, mahkeme ceza takdir etti.

3 Ocak’ta açıklanan karar sonrası para cezasını ödemek için tanınan süre 10 gün olmasına rağmen bu konuda bir yasa taslağı çalışması olduğu 7 Ocak’ta resmi olarak netlik kazandı ve bu tarihte kamuoyunun bilgisine sunuldu. Yasa taslağı sadece ana 3 madde ve 1 geçici maddeden oluşuyor. Üzerinde yıllarca düşünülen taslak aslında bakılırsa sadece bu kadar. Ancak bu taslak elbette Halil için geçerli değildi, çünkü geçici maddeye bile bakıldığında cezası kesinleşmiş “mahkum”lar için bu yasa taslağı bir çare öngörmüyordu. Yine yapılan uyarılar dinlenmedi, hatta şahsen daha önce örneklerini gördüğümüz gibi ivedilikle Halil için Özel Af Yasası çıkarılması gerektiğini ifade etmeme rağmen, “elbette” bu da dikkate alınmadı. Hatta bazı siyasiler yasa tasarısına o kadar popülist yaklaştılar ki bu tasarının Halil’i kurtaracağını bile söyleyebildiler. Günün sonunda Halil, o dökülen, içinden her daim pis kokuların geldiği cezaevinin kapısından içeriye girmek zorunda bırakıldı.

Ardından aslında Askeri Mahkeme’de suçu “kabul beyanı” (mitigation) yapıldığı için, istinafa da beraat için değil, ceza takdirinin hatalı olduğu ve düşürülmesi gerekçesiyle başvuruldu. Eskiden askeri subayların oturduğu ancak yapılan değişiklikle artık Yüksek Mahkeme yargıçlarının oturum yaptığı “KKTC Güvenlik Kuvvetleri Askeri Yargıtay”ı alt mahkeme kararının alternatif olarak verilen hapislik cezasının süresini uzun bularak 20 günden 3 güne düşürdü ve Halil o gün serbest kaldı. Cezasını çekti ve serbest kaldı, hem de ne kadar enteresandır ki yattığı süre ceza süresi olarak yeterli görüldü. Hukukçu meslektaşlar bilirler, bu alışıldık bir durum değil. Üstelik basından okuduğumuz kadarıyla (henüz karar yayınlanmadı) Askeri Yargıtay’ın alt mahkeme kararını “yasa tasarısını dikkate almadığı için” cezayı fahiş bulduğu da yazıldı. Olaya alt mahkeme açısından bakıldığında, üzerinde düşünülmesi gereken hususun, 7 Ocak’ta resmen Meclis’in resmi internet sitesinde yayınlanan tasarıyı, 3 Ocak’ta karar veren alt mahkeme yargıcının nasıl dikkate alacağıdır? Bugüne kadar hangi olayda bir suç ile ilgili Meclis’te “yasa tasarısı” var diye, mahkemeler ceza indirime gittiler? Doğru oturup, doğru konuşalım. Mahkemeler ceza verirken mevzuatı dikkate alırlar, henüz tasarı halinde olan çalışmaları değil. Ceza takdiri açısından Yargıtay’ın dayandığı hususun doğru bir gerekçe olarak kabul edilmesi mümkün değil. Elbette Yargıtay oluşan tepkileri anlayışla karşılayarak, özellikle yargı kurumu üzerinde oluşan baskıyı hafifletmek amacıyla ceza indirimine gitmiş olabilir. Bakıldığında bu olayda çeşitli defalar vicdani ret hakkının tanınması gerektiği ile ilgili açık tavır alan Yargı’nın sadece üzerine düşen görevi yaptığı, eleştirilecek bazı noktalar olmakla beraber, mevzuatı uyguladığı görülecektir. Esas “kabahatli” kurumun yasama olduğu gerçeğini hiçbir zaman göz ardı edemeyiz. Sonuçta mahkemelerde yargıçlar huzurlarındaki mevzuat ile bağlıdırlar, takdir ise vicdani kanaate göre yapılır.

Yargıtay kararı sonrasında aynı gün serbest kalan Halil, cezaevine götürüldü, çıkış işlemleri yapıldı ve serbest kaldı. 

Peki bu bir zafer midir?

Şöyle ters bir okuma yapalım. Afrika davalarında mahkeme gazeteyi mahkum ederse ve istinafa gidilirse ve burada ceza düşürülürse, bu zafer sayılır mı? Suçun kabulü ile verilen cezanın fahiş olduğu düşüncesiyle (ki haklı bir düşünce) başvurulan istinaf, alternatif cezayı 3 güne düşürdü, beraat olmadı ve vicdani ret hakkı halen yok. 

Halil’i Yargıtay’ın son kararı ile özgürlüğüne kavuşturanlar bugüne kadar bu konuda çok etkin mücadele vermiş olan Vicdani Ret İnisiyatifi ve Sn.Murat Kanatlı’nın başını çektiği yurtsever insanlar oldu. Bu cezanın düşürülmesi için sosyal baskının ne kadar önemli olduğunu göstermesi açısından elbette bir başarıdır. Ancak vardığımız yer adalet değildir.

Bizi kendi kurdukları kurulu düzen içerisinde en temel insan haklarından mahrum edenler, bu düzenin içinde insan hakları için mücadele eden insanlara meşruiyetlerini ispatlamak için umut kırıntıları dağıtarak yanılmamızı sağlamaya çalışıyorlar. Mücadelenin kapsamlı olması gerektiğini, sorunun rejim sorunu olduğunu, geçici 10. madde ile askeri vesayet altında, alt yönetim olarak idare edildiğimizi ve çoğunlukla irademizin hiçe sayıldığını görmezden geldiğimiz vakit, özetle körleşirsek, yozlaşırsak ve çözülürsek yol alamayacağız. 

Düzenin adaletsizliği içinde bize “bahşedilen” kırıntıları toplayıp elbette mutlu olabiliriz, elbette “yaşasın adalet”, “işte adalet yerini buldu”, hatta “yaşasın KKTC” naraları da atabiliriz, onlar başarır, biz bir sonraki aşamada daha az kırıntı topladığımıza seviniriz. 

İnsan hakları mücadelesi azla yetinilerek kazanılamaz. Mutluluktan havalara uçmak yerine, nasılları, nedenleri doğru okumak, varacağımız yolun sonunda daha adil bir düzen için mücadeleyi yükseltmek gerek.

Vicdani retçilerin o sanık kutusuna girmesi için bilgisayarda celpname hazırlanmadığı gün, cezaevi kapısının açılmadığı ve o karanlığa Haliller atılmadığı gün, işte o gün, zafer olacak.

Halil özgürlüğüne kavuştu ancak tüm vicdani retçiler gibi halen mahkum.

Hepimiz gibi,

bu rejimde, 

mahkum.

İnsan hakları mücadelesi için, dayanışarak ve daha fazla örgütlenerek, adaleti aramaya devam !

 

Bu yazı toplam 2100 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar