New York ve konfederasyon ‘üfürüğü’
New York diplomasi trafiği, yakın gelecekte bir üçlü Kıbrıs zirvesi yapılacağına ilişkin verilen güçlü mesajlarla geride kaldı.
Kıbrıs sorununun her iki yetkili tarafı da Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri ile gerçekleştirdikleri ayrı ayrı görüşmelerin ardından yaptıkları açıklamalarda, çözümün federasyondan geçtiğinin altını çizdi.
Bu son derece önemlidir ve Guterres’in Ekim ayında liderleri bir araya getireceğine yönelik verdiği olumlu sinyal, tarafların yapıcı tutumlarıyla desteklenmeli ve sürecin yeniden canlanabilmesi adına bir zemine dönüştürülmelidir.
Türkiye ise 3’lü görüşme öncesinde, BM’nin de hazır bulunacağı bir garantörler toplantısı talep etmekte, yani olası sürecin referans şartlarının belirlenmesi prosedürüne, bizzat belirleyici taraf olarak dahil olmayı istemektedir.
TC Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun, son olarak yine New York’ta, ‘federasyon için 50 yıl müzakere ettik ama bir sonuç çıkmadı’ diyerek, ‘federasyon konuşmanın bir ölü doğum olacağı’ mesajını vermeye çalışması, 5’li zirve öncesinde bir liderler zirvesinin, ne denli hayati bir önem taşıdığının açık gerekçesidir.
Süreç, federasyonun saha dışı bırakılmaya çalışılacağı bir garantörler toplantısıyla sekteye uğratılmamalı; referans şartlarını belirlemek, sadece Kıbrıslı tarafların, yani Anastasiades ve Akıncı’nın inisiyatifinde kalmalıdır.
Bir yandan Rum liderliğini, ‘ne istediğini bilmiyor, önce ne istediğine karar vermeli’ diyerek eleştirirken, diğer yandan kendi tezlerimizde yalpalayan bir tutum içerisinde olamayız.
Bir yanda Akıncı, BM parametreleri ile uyumlu bir biçimde, federasyon dışındaki bir modelin çözüm zemini olamayacağını konusundaki ısrarını sürdürürken, diğer yanda Çavuşoğlu bu modele leke çalmaya devam ediyor, daha da fenası, Çavuşoğlu’nun Kıbrıs’taki mızıkacılarının biri üstü kapalı, diğeri ise artık açık açık, ‘konfederasyon’ notalarını üflüyor.
Dışişleri Bakanı Özersay New York’ta yaptığı ‘paralel’ temaslarda ‘federasyon bitmiştir’ diyor…
Başbakan Tatar, aynı vakitlerde Kıbrıs’tan ses veriyor; kadife ayrılık diyor, iki devlet diyor, Kosova modelinden bahsediyor (ki Kosova modelinin şu anda Balkanlar’ın göbeğinde patlamaya hazır bir dinamite dönüşmek üzere olduğunun sanırım farkında değil)…
Tüm bu kakafoninin yanı sıra, şimdi önümüzde bir de kuyruğuna kırk tilki bağlanan ve yakın gelecekte başımızı ağrıtacağı kesin olan Maraş meselemiz var.
İnce ayar hesaplarla gündeme oturtulan sözde Maraş açılımı (gaspın nihayileştirilmesi projesi de diyebiliriz), Rum tarafınca Güvenlik Konseyi gündemine taşınıyor.
Rum lider New York’ta yaptığı açıklamada, BM Güvenlik Konseyi’nin Maraş’la ilgili 550 ve 789 sayılı kararlarının yeniden teyidi için başvuruda bulunacaklarını söyledi. Konsey başkanlığının, ilgili kararların uygulanmasına yönelik bir açıklama yapmasının beklendiği de Rum kaynakları tarafından ifade ediliyor.
Kuşku yok ki, Nisan ayında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi, yukarıda çizilen tablonun önemli ayaklarından biri.
Seçim hesapları, bir kez daha Kıbrıslı Türkler’in geleceğine ilişkin hesapların önünde yürüyor.
Adanın ve çocuklarının geleceğiyle ilgili gaile taşıyan tüm siyasi ve sivil unsurların, meselenin, sarayın ötesini göremeyen, ya da sarayın ötesiyle bir işi olmayan politikacıların kısa vadeli çıkar hesaplarıyla, bizim dışımızdaki diğer tüm aktörlerin uzun vadeli egemenlik ve enerji hesaplarına teslim edilemeyecek kadar önemli olduğunu görebilen tüm çevrelerin, bir kez daha güçlü bir inisiyatif üstlenme vakti geldi de geçiyor artık.
Aksi halde hüsran, yine en çok bizedir.