New York’tan Cenevre’ye Fırsatlar ve Tehditler...
Liderler yine New York yolcusu. 17 Mayıs’ta tıkanan müzakere sürecinde tıkanıklığın aşılması için Eide’nin mekik diplomasisi de çare olmayınca BM Genel Sekreteri liderleri New York’a akşam yemeğine davet etti.
Önümüzdeki Pazar akşamı yenecek akşam yemeği bahanesiyle müzakerelerdeki tıkanıklık aşılmaya çabalanacak.
Aşılabilir mi?
Şimdiden kestirmek olanaksız. Ama benim beklentim kısmen aşılacağı yönündedir. Aksi halde liderler bu kadar uzun yolculuk yaparak bir akşam yemeği için ta New York’a gitmezlerdi.
BM Genel Sekreteri de bu kadar işinin arasında bütün işlerini erteleyerek küçücük adamızın uzlaşmayı beceremeyen liderleriyle akşam yemeği yemezdi diye düşünüyorum.
Kıbrıs sorununda özellikle 17 Mayıs’tan bu yana gelişmeleri ve açıklamaları dikkatli biçimde takip ederek okuduğumuzda son aşamaya çok yaklaştığımızı görüyoruz.
Bu son aşama gerçek liderlik gerektiren aşamadır. Artık bütün konular konuşulmuş, tarafların pozisyonları net olarak ortaya çıkmış, yakınlaşmalar ve ayrılık noktaları bir kenara not edilmiş ve ciddi, kararlı bir al-ver süreci ile sonuçlanmak üzere beklemektedir.
Şimdi görev liderlerindir. Ya cesur liderlik yaparak adım atacaklar ve noktayı koyacaklar, ya da yaklaşan seçimleri düşünerek pısırık davranacak ve çözüm karşıtlarına göz kırparak oy devşirmeye çalışacaklar.
Bu aşama önceden mutabık kalındığı üzere Cenevre’de devam edecek. O nedenle Genel Sekreter New York’ta liderlerden Cenevre müzakereleri için tarih saptamalarını isteyecek.
Bence iki lider de çöküşün sorumluluğunu almamak için önşartsız Cenevre’ye gitmeyi kabul edecek. Muhtemelen Cenevre’de masaya önce Anastasiadis’in dediği gibi Güvenlik ve Garantiler gelecek ve garantörlerin de katılımıyla bu başlıkta bütün taraflardan esneklik beklenecek.
Ama Anastasiadis’in dediği gibi bu başlık aşılırsa öteki konulara geçilmesi yerine Akıncı’nın dediği gibi bütün konular paket halinde ele alınacak. Böylece bütün konularda al-ver ile sonuca gidilmeye çalışılacak.
Başarılır mı?
Bunu şimdiden kimse bilemez. Ama sert bir kopuştan çok daha iyi sonuçlar alınabileceği bir ortam oluşabilir. Hatta keskin bir kopuş yerine kısa süreli bir erteleme, ya da bazı konuların “komite’ye havale edilerek” koparmada rolantiye alınabilir.
Benim asıl üzerinde durmak istediğim bizi bekleye tehlikelerdir.
Birincisi Doğu Akdeniz’de sular yeniden ısınıyor. 13 Temmuz’da Total şirketi 6.ıncı parselde sondaj çalışmalarına başlayacak. Bilindiği gibi bu parselle ilgili Türkiye’nin talepleri var. Sanırım bu kez 9.uncu parseldeki sondajdan daha farklı bir yaklaşım göreceğiz.
Gerginlik mutlaka tırmacak ama boyutunun ne olacağını şimdiden bilemeyiz. En kötüsüne hazırlıklı olmalıyız. Eide de bu konuda uyarılarını yapmıştır. Rum tarafından şiddetli tepki alan Eide’nin bu açıklaması BM sözcüsüne de soruldu. Ancak sözcü bu konuda yorum yapmak istemedi. Sanırım Eide ile çelişmekten korktuğu için değil, aynı görüşte olduğu için suskun kalmayı yeğledi.
İkinci büyük tehlike de BM artık 50 yıldan fazla süren ve hala bir çözüm bulunamayan Kıbrıs sorunundan usandı, bıktı. Bu nedenle bu defa da olmazsa ne haliniz varsa görün diyerek ilgi alanını dünyanın başka bölgelerine çevirecektir. Bu da statükonun tamamen kökleşmesini sağlamaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Son bir not. Akıncı son dönemlerde çözüm karşıtlarının sürekli seslendirdiği “çözüm olmazsa biz kendi yolumuza gideriz” cümlesini sıkça tekrarlamaktadır.. Seçim döneminde statükoyu yıkacağını söyleyen bir liderin statükonun bekçiliğine soyunmasına da bir anlam veremiyorum.