Neydi ki halimiz ?
Geçtiğimiz hafta sonu ülkemizdeki ekonomik örgütlerce düzenlenen “Birleşik Federal Kıbrıs’ta Kıbrıs Türk Ekonomisi ve Ekonomik Beklentiler Paneli”, iş dünyasının çözüme yönelik görüşlerini dile getirmesi bakımından önemliydi. En genelde, çözüme olumlu bakan çevrelerin, bıçağın kemiğe dayandığı şu günlerde daha bir ciddiyetle gelişmeleri ele alması, sağlıklı bir durum. Çünkü içinde bulunduğumuz durumun gerçek fotoğrafı ancak bu dönemlerde daha iyi gözlemlenebiliyor. Dolayısıyla tartışmalar her zamankinden çok daha gerçekçi bir zeminde yapılabiliyor.
2004’te yaşanan büyük evet-hayır travmasının ardından, Avrupa Komisyonu’nun Kıbrıslı Türklerin ekonomik gelişmesine dönük öngördüğü Yeşil Hat Tüzüğünün tatmin edici olmayan dar kapsamı yanında oldukça önemli olan Doğrudan Ticaret Tüzüğünün Kıbrıslı Rum yöneticiler tarafından engellenmesi, Kıbrıslı Türk iş dünyasını ağırlıklı olarak Türkiye ekseni üzerinden girişimde bulunmaya, iş yapmaya yöneltti.
12 yıl önce büyük bir ekonomik ve sosyal kapasite olarak değerlendirilen AB alanı bugün, verilen siyasi sözlerin yerine getirilmemesi nedeniyle, değil ekonomik çevreler, Kıbrıslı Türk toplumunca da büyük bir soru işaretine dönüştü. Her şeye rağmen, küçük ölçeği ile küresel dünya pazarına açılmak, Kıbrıslı Türk sermayesi için ciddi bir konu.
Örneğin dünden bugüne Türk firmalarından elde ettikleri bayiliklerin, “kendi ifadeleri ile -vahşi kapitalist- ortamda” ellerinden kayıp gitmesinden endişe duyuyor iş dünyası.
Yıllarca ekonomik akıl, ekonominin kendi özgül işleyişi, serbest piyasa ekonomisi diye “ders” veren çevreler aniden, ne olacak halimiz diyorlar? Haklı ama eksik bir soru.
Neydi ki halimiz ?
KKTC’deki sürdürülemez sosyo ekonomik düzenin temelinde yatan Kıbrıs sorunu çözülmedikçe bu ve benzeri kaygılar, hem sürekli gündemimizde kalacak hem de, var olan çarpık düzenin yeniden üretilmesine dönük gayretler zemin kazanmaya devam edecek. En temelde bu bakış açısı üzerinde artık bir hemfikirlik yaratmamız gerekiyor. Milliyetçi reflekslerle hareket edip siyasi şov yapanları dikkate almıyorum.
Ancak farklı görüşte olanlara bu sürdürülemez ortamda, toplum projeniz nedir, diye sormamız gerekiyor. Bu toplumu daha ne kadar maceranızda sürükleyeceksiniz…Buyurun anlatın.
Çözüm yanlısı cephenin ortaya koyduğu yaklaşıma alternatif bir proje var ise, bunun toplumca bilinmesi gerekiyor. İlginçtir, son yıllarda toplumsal analizde sınıfta kalan bir kısım sol anlayış, topluma siyaseten sirayet etmeye başlamıştır. Bu sol zihniyete göre neredeyse KKTC bünyesinde büyük dönüşüm yapmak mümkündür, ve bütün mesele “evkafın su meselesi”dir. Toplumsal analizden yoksun ve dünün deneyimini yok sayan bir sol anlayışın toplumu olsa olsa tekrarın girdabına iteceği açıktır.
Temel sorunun, Kıbrıs Sorunu olduğu, 21. yüzyılda dünyaya entegre olmayan bir siyasi-ekonomik ve sosyal düzenin gelişme şansının olamayacağı -ya da çok az olacağı- açıktır. Çözümsüzlüğün, sosyo ekonomik düzeni ve kamu alanını sürekli olarak gerilettiği de bir gerçektir. Demokratik sistem yanılsaması ise, bir toplumu boydan boya saran bir kurgudan ibarettir. Ülkedeki sorunları salt ekonomik düzleme indirgemek, toplumsal dönüşümün sadece bir boyutunu ele almaktır. Ve hiçbir ekonomik sistem, sosyal, siyasal hatta kültürel unsurlardan bağımsız kendini var edemez.
Neoliberal düşünce bize demokrasi “olduğu kadar olsun”, toplumsal düzen “değişebildiği kadar değişsin” yeter ki ekonomi işlesin diyor. Son zamanlarda, utanç verici bir şekilde toplumun siyasi haklarının fazla olduğu söylemlerinin gündeme gelmesini de dikkate alarak bunun “orta demokrasi" tuzağı ( orta sınıf değil ) olduğunu not edelim. Neo-liberalizm zaten ekonomik işleyiş adına siyasi hakları budamaya çalışan bir sistem. Ülkenizde paralel iktidar yapısı varmış, on binlerce askerin sürekli gölgesi altındaymışsınız, ateşkes varmış, toplumsal erk sivil otoritede değilmiş... yeter ki ekonomi iyi olsun maaşları ödeyebilelim... Böyle olmaz, olamaz. Bu ortam, ekonomiyi her düzeyde etkiler, belirler.
Dolayısıyla demokratik dönüşüm ve buna bağlı siyasal program ekonomik indirgemecilikle ele alınamaz.
Bugün ülkemizde çalışan arasındaki ekonomik denklik, göç yasası ile kamudaki düzene darbe vurmuş, çalışanlar arası ciddi bir ikilik yaratmıştır.
Yine kamu çalışanı asgari ücretli arasındaki fark da bir uçuruma, ekonomik adaletsizliğe dönüşmüştür.
Daha az alana, daha mağdur olana örneğin 13. maaş almayan üzerinden, asgari ücret üzerinden denklik yaratmaya çalışmak, bunu düşünmek sol siyasetin ekonomik sefaleti olur. Burada mesele asgari ücreti, yaşam standartlarını yükseltecek düzeyde öngörebilmektir. Büyük kayıt dışılığı önlemek, adil vergi sistemi ve ekonomik açılımı sağlayabilmektir.
Bugün hükümetin hiçbir şeyi doğru dürüst denetleyemediği, yolsuzluğun diz boyu olduğu, kamunun hantallığından dolayı etkin hizmet veremediği bir ortamda bazı sendikaların toplumsal öncelikleri yok sayıp, salt kendi üyesinin çıkarlarına odaklanan iktidar oyunları da hazin bir durumdur.
Dolayısıyla, siyaset ve ekonomik düzenin baştan sona tartışılmaya ihtiyacı vardır. Can acıtıcı bir şekilde…
KKTC’de en zor konu, bugünün koşullarında kısa zamanda salt kendi iç dinamiklerimizle, “halk iradesine bağlı” değişimin sağlanmasıdır. Bu teslimiyet ya da felaket tellallığı değildir, gerçek durumdur.
Kıbrıslı Türkler dünyayı yakalamak isterse bunun adı istikrar, Avrupa Birliği ve çözüm olur.
Biz kısa vadede, kendi işimizi yapar, değişimi yaratırız gibi bir düşüncesi olan varsa, bu sosyolojik alanda bunu nasıl yapacağını topluma anlatmakla sorumludur.