Neyi Kutluyoruz?
Çeneni avuçlarının içine alıp/ duvara dalıp/ kalma! ./ Çeneni avuçlarının içine alma! ./ Kalk! /Pencereye gel! / Bak! /… Nazım Hikmet
Bir ‘’Emekçi Kadınlar Günü’’nü daha kutladık (!) güller ve karanfillerle…
Gece kulüplerinde satılan ve basında her gün teşhir edilen kadınların gölgesinde…
Öldürülen, şiddet gören kadınların varlığını bilmenin ama susmanın dayanılmaz atancıyla…
Bana göre 8 Mart bir ‘kutlama’ günü değil bir ‘mücadele’ günü olmalı ve yılın diğer günlerine de yayılmalı…
Günümüz dünyasında kadını yaralayan tüm gelenek ve görenekler, yasalar, cinsel istismar erkeği de dolaylı olarak yaralamıyor mu aslında? Kimdir mağdur kadın; erkeğin eşi, kızı, annesi ya da halası ve teyzesi değil midir?
Yapılan araştırmalara göre, dünya üzerindeki kadınlar yoksullaşıyor; yoksullar da kadınlaşıyor. Dünya yoksullarının %70'i kadın. Kadınların geliri dünya gelirinin onda biri; kadınlar dünyadaki tüm mal varlıklarının %1'ine sahip...
Hal böyle iken, Kadınlar Günü vesilesi ile sadece yılda bir kez kadın olmanın cefasına dair onca yazıyı okuyup dinlediği zaman sizce erkekler “Ohh iyi ki erkek doğdum” mu diyor?
DÜNYASAL ZİHNİYET SORUNU…
Peki, ama günümüz dünyasında nedir kadın olmak? Tek cümleyle özetleyebiliriz. “Daha fazla sorumluluk almak...” Yine tek bir cümle dünya nufusunun geri kalanın yani erkeklerin durumunu özetler aslında “Daha fazla güç sahibi olmak...”
Dünyada bir zihniyet sorunu var aslında... Bu sorun eğitimle, gelenek göreneklerle ve din dünyası ile bağlantılıdır. Ancak bu yalnız İslamiyette değil, tüm dinlerde böyle.
Nedir bu zihniyet, bu anlayış? Kadını kendinden aşağı, bir meta, adeta bir süs eşyası gibi görmek. Kadından yararlanmak, kadını sömürmek ve kadına karşı ayırımcılık yapmak...
Bu zihniyetin bir başka yüzü de, erkeğin kadın bedeni üzerinde kendinde hak görüyor olmasıdır. Erkek, aile içinde bırakın karısı, annesi ve kardeşini, giderek mahallenin, sokağın, kentin, ülkenin içinde, büyüyen daireler halinde, “ahlakını ve namusunu” kadın bedeni üzerinden kendi tekelinde, kendi hakkı olarak görmeye başlıyor. Erkek için burada önemli olan da zaten kadının değil, ailesinin, toplumun, mahallesinin “ahlak ve namusunu” korumak… İşte bu nedenle de, kendinde gördüğü bu yetki ve hakla; saldırganlaşıyor ve baskı kuruyor. Üstelik ancak böyle bir güç gösterisi ile kendi ahlakını koruduğuna inanıyor!.. Kadının beyni, bedeni, kafası, eti, canı, ruhu üzerine bir hegemonya kurulmak istenirken; erkek egemen sistemde bütün ahlak ve namusun kendi üzerinden sözüm ona korunmaya alındığına inandırılıyor. Halbuki şu ahlak ve namusu biraz da erkekler kendi benliklerinde korusa!...
EŞİTSİZLİK HER YERDE, HER ALANDA…
Dünyanın her yerinde kadınlara karşı bir eşitsizlik var. Ama uygar dediğimiz ülkelerde en azından ayrımcılığın bilincine varıldığı için, eşit olmanın gerekliliğine dair büyük bir inanç ve bu konuda ciddi bir çaba var. Uygar dediğimiz ülkelerde devletler, hükümetler, üniversiteler, bilim insanları bu çabada ortaklık yapıyorlar. Siz buna ister “pozitif ayrımcılık”, ister “ayırımcılığa karşı çıkmak” adını takın, daha güzel bir yarını yaşamak isteyen “uygar” dünya bu konuda birleşiyor.
Ve aslında kadının dünyadaki mağduriyeti demokrasi temsiliyeti ve yönetim kadrolarındaki yerinin en az yüzde elliye çıkması ile çözülebilecektir. Bügün dünya nufusunun yarısı kadın olsa da; kadın dünya genelinde meclislerde ortalama yüzde 18.8 temsiliyetle temsil edilmektedir. Ruanda’da yüzde 56.3, Güney Afrika’da yüzde 44.5, Irak’ta yüzde 25.5, İngiltere yüzde 19.5, Türkiye yüzde 9.1 ve KKTC yüzde 2.
Kuzey Kıbrıs’ta kadınların iş gücüne katılabilme oranı yüzde 36.2. Bu da emek piyasalarında çalışanların sadece yüzde 36.2’sinin kadın olduğunu gösterir. Geriye kalanı erkektir. Kadınlar neredeyse erkeklerin yarısı kadar çalışabiliyor. Kayıt dışı çalışma yaşamında ise kadının gerek emek, gerekse bedensel sömürüsünün çok yüksek olduğunu biliyoruz.
Kadın dili, kadınca söylem ve eylem politikada yok denecek kadar az... Günümüzde siyasi partilere egemen güçlü bir “lider” sultası var. Bu sultanın sahipleri de, iktidarı ve gücü kolay kolay paylaşacak gibi görünmüyorlar. Kadının bu gücü kırabilmesi için erkeklerden çok daha fazla çalışması gerekir. Halbuki; kadın, çoğu zaman politikada lider olmak yerine ailesinin geleceği ile ilgileniyor. Ailesinin sosyal güvenliğine, ekonomik refahına, evinin idaresine ve çocuklarının eğitimine odaklanıyor.
DAHA İYİ BİR DÜNYA İÇİN…
Kadın dilinin, kadınca söylemin en etkili kullanılabilecek yerlerden biri olan medyada da durum farklı değil. Kadın yazarlar yine çok az... Medyada kadına karşı şiddet haberlerine bir bakınız. Bunlar çoğu zaman kadınlar sömürülerek ve hedef haline getirilerek veriliyor.
Terazisi bozuk şu dünyada ve ülkemizde toplumun yarısını oluşturan kadınlar hak ettikleri yerde değiller elbette. Ancak bilmeliyiz ki, her kadının bir yanı kadın ise, diğer bir yanı da erkektir. Tıpkı her erkeğin bir yanının kadın, bir yanının da erkek olduğu gibi... Erkek ya da kadın hepimiz insanız sonuçta ve tıpkı kadının içindeki erkek mutsuzsa kadın mutlu olamayacağı gibi; erkeğin içindeki kadın da mutlu olmadıkça erkek de mutlu olamaz. Yani toplumun yarısı mutsuzsa; diğer yarısının da mutlu olmasına olanak yoktur.
Daha iyi bir dünya için, erkek ve kadın, sorumluluk ve gücü eşit bölüşmeyi öğrenmek zorundadır.
Ben, bu duygularla geçtiğimiz hafta yaşanan ve gerçekten de adamız adına özellikle Kıbrıs Türk Tabipler Birliği’nin ve KAYAD’ın yaptığı çalış taylarla dolu dolu geçen ‘KADINLAR GÜNÜ’ nün tüm toplum adına bir büyük ‘MÜCADELE’ gününe dönüşmesini umuyorum.
Bu hafta 14 Mart Tıp Haftası. Tüm meslektaşlarımın bayramını kutlarken yine içimde engelleyemediğim bir burukluk yaşıyorum. Bu 14 Mart Tıp Haftasında da tıpkı diğerleri gibi 30 yıldır çözemediğimiz ve sürekli katlanıp büyüyen sorunlarımızı anlatıp duracağız. Kendimizi tekrar etmenin yorgunluğuyla…