1. YAZARLAR

  2. Tayfun Çağra

  3. Neyin kutlaması!
Tayfun Çağra

Tayfun Çağra

Neyin kutlaması!

A+A-

20 Temmuz’u kutladı Kıbrıs’ın kuzeyi…
Güneyinde ise anmalar vardı…
Oysa ki bir savaştı 74’teki…
Neyin kutlamasıdır 45 senedir?
İki tarafta da ölüler var o günde…
Babasız kalan çocuklar, eşsiz kalan kadınlar, evlatsız kalan ana-babalar…
Can korkusu, ne olacağını bilememek, yatağın altında düşen bombalardan, atılan kurşunlardan saklanma garipliği…
15-16 yaşından büyük erkeklerin silah altında insan öldürmeye gönderilmesi, esirlik…

***

Kıbrıs’ın güneyinde Kıbrıslırumların “kazandım” dediği, Kıbrıslıtürklerin “kaybettim” dediği bir savaş…
Kıbrıs’ın kuzeyinde ise tersi…
“Savaşta kazanmak” ne demekse!

***

Limasol’da hastane bahçesinde toplanan aileler…
Yaşlı dedemin aceleyle evden çıkmak durumunda kalmasından dolayı çıplak ayaklarına başka bir yere esirliğe gidecek abimin ayağından çıkarıp verdiği ayakkabılar…
Ben 11 yaşımda… 16 yaşından sonraki evin erkekleri esir iken o esaret altında daha fazla dayanamayan dedemin ölümü…
Yine o durumda süren cenaze işleri… Eve gidip gelen komşular, tanıdıklar… Süregelen travmanın etkisiyle dudağımda beliren gülümsemeler… Anlamsız, garip, traji-komik bir durum…

***

Elde kalanlarla evde pişen ve izin verildiği kadar eşlere, oğullara götürülen yemekler… Günler, aylar süren esirlik koşulları…
Esaret, yoksulluk…
Bazı ailelerin daha erken, bizim gibi bazı ailelerin da daha geç katıldıkları BM’nin (o zamanki deyimimizle UN’ların) kurduğu kamplara göç… Kışın soğuğunda, çamurunda çadırlarda yaşam…
Çocukluk haliyle orada aranan mutluluk, annelerin yıkılmaz durumları…

***

Kıbrıs’ın kuzeyinde “kazanıldığı” söylenen savaş vardı ya… Esir değişimleri başladı. Esir tutulan erkekler değiştirdi önce taraflarını… Sonra aileler taşındı önce Türkiye’ye askeri uçaklarla, sonra da Mağusa Limanı’ndan Kıbrıs’a…
Kavuştu aileler uzun süredir hasret kaldıkları, durumlarının ne olduğunu merakla bekledikleri ailenin diğer bireylerine…
Yeni bir hayat başlamak zorundaydı başka bir yerde… Savaşın getirdiği pis bir olgu, ganimet de çoktan başlamıştı memlekette…
Ganimetle zengin olanlar ve gururunu korumak durumunda hissedenler… Yine de Kıbrıslırumlardan kalan evlere sığınma gereği… Aynı şekilde diğer tarafa geçen Kıbrıslırumların da bizim evlere yerleşmek durumunda kalmaları gibi…

***

Kutluyoruz bu günlerde… Neyi?
20 Temmuz’u.
Neden?
Toprak alındı diye mi?
Bilmem kaçıncı ‘Türk Cumhuriyeti’ kuruldu diye mi?
Türkiye buraya nüfus taşıdı diye mi?
Mecburen ekonomik protokol imzalayıp para akışını sürdürüyoruz diye mi?
Kendi kendimizi yönetemediğimiz için mi?
Babalarımız, oğullarımız, kocalarımız öldü diye mi?
Göçmenler olarak doğduğumuz yerleri terk ettiğimiz için mi?
Anıları bırakıp geldik diye mi?
Esir olduk diye mi?
Çadırlarda yaşamak durumunda kaldık diye mi?
Neyin kutlaması bu?

 


 

Tavla teslim gidiyoruz…

Ekonomik ve Mali İşbirliği Protokolü nihayet imzalandı. Hemen de 750 milyonluk kaynağın ilk dilimi serbest bırakıldı. Bu kaynak serbestliği İlahiyat Koleji’ne koordinatör atanmasıyla ilgili olabilir. Çünkü biliyorsunuz Eğitim Bakanımız Çavuşoğlu da geçtiğimiz günlerde eğitimle ilgili bir protokol imzalamış ve bu protokolde da İlahiyat Koleji’ne Türkiye’den koordinatör atanması yer almıştı. Hani önceki eğitim bakanı Özyiğit’in hükümet bozulduktan sonra “bizden İlahiyat Koleji’nin devrini istemişlerdi ama karşı çıktık” açıklaması gelmişti hatırlayacağınız gibi… Randevu da alamamıştı, Protokol da imzalanamamıştı. Şimdi koordinatör olunca kaynak da mı geldi! Bu kadar basit veya tam tersi bu kadar önemli bir konu muydu bu okul! Mutlaka bu kadarcık da değil Protokolün imzalanması ve kaynağın serbest bırakılmasının nedeni ama nedenlerden birinin bu olması da, yani İlahiyat Koleji’nin ‘devri’ gibi bir nedenin olması bile içimi ürpertiyor. Erdoğan’ın Yardımcısı Oktay’ın gençleri Türkiye’deki kamplara katılmaya davet etmesi de tüyler ürperten bir gelişme… “Spor, sanat ve kültürel etkinlikler” şeklinde açıklıyor Oktay kampların formatını ama ne gibi etkinlikler yapıldığını sık sık duyuyoruz medyada, sosyal medyada… Benim bir türlü anlam veremediğim, hazmedemediğim ise; Bizim Başbakan, Bakan dediklerimizin bu kadar tavla teslim gidebilmeleri… “Ben parayı alabildim” diyebilmek uğruna gençlerimizi başka yaşam biçimlerine teslim edebilmek. Bize uymayan, istemediğimiz. Bu insanlar bizi yönetiyor ne yazık ki!

 


Şafak nöbetleri de işe yaramıyor artık!

Tayyip Erdoğan’a hakaret ettiği gerekçesiyle Zuhal Olcay’ın 11 aylık hapis kararı Yargıtay Ceza Dairesi tarafından onanmış. Oysa ki Zuhal Olcay, daha birkaç yıl önce bizim millilerin şafak nöbetine gelip konser vermişti! Bu nöbet ile ceza kararını bağdaştıramadım doğrusu!.. Demek ki oralarda bulunmak da kurtarmıyor artık!..


Anket

Dünya Bankası bir anket sonucu açıkladı geçenlerde ve Kıbrıslı Rumların %67’sinin, Kıbrıslı Türklerin %78’inin liderlerin üzerinde uzlaşacakları bir plana olumlu oy verebileceklerini saptamış. Eğer öyleyse liderler daha ne duruyorlar! Guterres’e çağrı yaptı Akıncı beşli konferans için, Anastasiadis destek verdi, Guterres “siz uzlaşın da sonra” dedi ama toplumlar çoktan hazırmış, baksanıza…


 


Aslında insanlar seni hayal kırıklığına uğratmıyor. Sadece sen, yanlış insanlar üzerinde hayal kuruyorsun.

Montaigne

Bu yazı toplam 2607 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar