Nicholas Panayi;“Belleğimiz olmadan biz hiçiz”
“Bizler aslında belleğimiz olmadan yaşayamayız. Şimdi kendini düşün, her şeyi unuttuğunu… Kimsin, nerede doğdun, neler yaptın, neler yaşadın, adın ne, etrafındaki insanlar kim… Sen bunları hatırlamadıktan sonra var olmazsın…”
Simge Çerkezoğlu
Günümüzün en yaygın hastalıklarından biri Alzheimer… Kıbrıslı Rum sanatçı Nicholas Panayi de annesinin on üç yıl mücadele ettiği bu hastalıktan yola çıkarak hazırladığı ‘Ana Bellek’ sergisiyle, ziyaretçilerinin tam kalbine dokunuyor. İnsanı sarsıyor, kendine getiriyor. Hastalıkla edilen mücadeleden yola çıkarak ne denli aynı olduğumuza vurgu yapıyor. “Her insan sevmek, sevilmek ister” derken yaşadıklarının hayata bakış açısını ve sanatını nasıl etkilediğini samimiyetle, hiç çekinmeden anlatıyor. 5 Kasım Salı gününe dek ARUCAD Art Space’de devam eden sergi görülmeye değer…
“Savaşın bende ve toplumlarda yarattığı acılara odaklandım”
Kıbrıslı sanatçı Nicholas Panayi çocukluktan bu yana sanatçı olmanın hayali ile büyüdüğünü anlatıyor. Anne ve babasının müzisyen olmasından etkilendiğini kabul etse de müzisyen olmayı hiç arzu etmediğini gülümseyerek açıklıyor.
“1961 yılında Lefkoşa’da dünyaya geldim. Annem ve babamın müzisyen olmasında sanatçı olmamın etkisi büyüktür. Onların müziğe büyük yeteneği vardı fakat ben asla müzik eğitimi almak istemedim. Kendimi bir odaya kapatıp gün boyu bir enstrümanla çalışmak zorunda olma fikri bana çok sıkıcı geldi. Böylece resim yapmanın daha ilginç olabileceğini fark ettim. Bunu gerçekleştirmeyi de ilk olarak Prag Güzel Sanatlar Akademisi’nde aldığım üniversite bursu ile başardım. Yedi yıl Prag’da yaşadım. Akademik eğitimimi sanatın farklı ifade biçimleri ile birleştirdim. Çok iyi bir eğitim almıştım, Prag zengin kültüre sahip bir ülkeydi. İnsan figürü üzerine çalışmaya başladım, zaman içinde insanların düşüncelerine, acılarına odaklandım. Sanırım 1974 savaşı ergen bir genç olarak beni çok etkiledi. Savaşın bende ve toplumlarda yarattığı acılara odaklandım. Tüm bunlar da benim adeta imzama dönüştü. Zaman içinde dünyada yaşananlara da odaklandım, tamamen manevi duygular üzerinde başladım. Her insan bir bedenden çok daha fazlasıydı. Onları anlamaya çalıştım. Bunun için çok çaba sarf ettim. İnsanda çok fazla gücün ve güzelliğin olduğunun farkına vardım, bunlara sahip insan neden acı çeker diye düşünmeye başladım. Çalışmalarımda hep bu soruna yoğunlaştım. Tüm bunların içinde bir umut arayışına girdim. Ne kadar acı olursa olsun, umudun da var olduğunu keşfettim. Çalışmalarımda çizimlerim yanında ışığı da sıklıkla kullanmaya başladım. İnsanın içindeki aydınlığı anlatmaya çalıştım. Derinlerde var olan, gördüklerimizden daha fazlasını ortaya çıkarmaya çalıştım. Her insanın içinde ışık vardı bu çok önemliydi.”
Şu anda tamamen sanatla uğraşan, Lefkoşa’daki sanat atölyesinde dersler veren Nicholas, bugüne kadar yaptığı çalışmalarını da kısaca özetliyor.
“Prag’da ve Kıbrıs’ta üniversitelerde bir süre ders verdim ancak gençler değil ama üniversitenin akademik gerekliliklerinin yaratıcılığıma gölge düşürdüğünü fark ederek bundan vaz geçtim. Şimdi kendi atölyemde çalışıyorum ve sadece genç sanatçılara özel dersler vermeyi tercih ediyorum. Sade bir yaşam sürüyorum. Bu güne kadar Kıbrıs’ın güneyinde ve dünyanın pek çok farklı noktasında sergiler açtım. Otuza yakın sergim olmuştur bugüne kadar, inanın sayısından dahi emin değilim. Cenevre’de gerçekleşen Art Air 2005’te ikincilik ödülü kazandım. Bunun yanında Floransa, Kahire ve Pekin bienallerinde Kıbrıs’ı temsili ettim. Paris’te UNESCO’nun merkez ofisinde sergi açtım.”
“Çalışmalarımda bedeni kendime model edindim”
Çalışmalarında daha çok figürlere yoğunlaştığını söyleyen sanatçı zaman içinde bunu ışık oyunları, videolar ve müzikle zenginleştirdiğini sözlerine ekliyor.
“Figürlerle başlayan sanatsal çalışmalarım zaman içinde çok farklı bakış açıları kazandı. Video, müzik, ışık, fotoğrafla zenginleşti. Fakat esas olarak hep insan, insanın düşünceleri etrafında yoğunlaştım. Özellikle de insanın maneviyatına yoğunlaştım, tüm bunları yaparken de bedeni kendime model edindim.”
“Alzheimer’in insana verdiği zarar hayata olan bakış açımı çok etkiledi”
Bir araya gelme nedenimiz geçtiğimiz hafta Lefkoşa’da ARUCAD Art Space’de açılan Ana Bellek sergisi… Bu sergi beni öyle derinden etkiledi ki, anlatması zor…
“Bu sergi annemin Alzheimer hastalığından etkilenerek hazırladığım bir sergi. Annem 13 yıl boyunca bu hastalıkla mücadele etti. Elbette hastalığı ortaya çıktığı andan itibaren hayat sadece annem için değil, tüm ailemiz için değişti. Ben aslında bu hastalığın beni, sanatımı nasıl etkilediğini anlattım. Süreç boyunca çalışmak bunları içimden atmak bana terapi oldu. Böylece hafıza üzerine çalışmaya başladım. İnsan hafızasının bu hastalıkla nasıl zarar gördüğünü anlatmaya çalıştım. Acı çekiyordum, depresyondaydım ama güçlü olmalıydım. İnsan varoluşunu geçmişe borçlu olan tek canlı. Bizi biz yapan değerleri, hatıraları, yaşanmışlıkları hatırlamadıktan sonra bir bitkiden, bir hayvandan ne farkımız kalır ki. Bu yüzden değil midir ölümden kaçışımız, hep genç, hep sağlıklı olma çabamız. Çünkü bizler düşünebiliyoruz. Bu hastalığın hafıza, konuşma, hareketlilik gibi bedensel hareketler üzerine yavaş yavaş verdiği zarar hayata olan bakış açımı çok etkiledi. Sergiyi yapma nedenim insanın beden hareketliliği, duygusal ve ruhsal koordinasyonun zor durumlarda dahi korunması gerektiğini, insani değerlerinin önemini anlatmaktı. Bu sergi ilk olarak daha kapsamlı bir biçimde güney Lefkoşa’da açıldı. Şimdi de kuzeyde bir sergi açmanın heyecanını yaşıyorum.”
Sergiyi gezerken, içeriğinden konuşuyoruz. Baktığım her eserde Nicholas’ın adeta iç dünyasını görüyorum. Sadece sergi gezmiyor onun iç dünyasına yolculuk ediyorum.
“Serginin önemli parçalarından biri işittiğiniz bu müzik, piyano. Annemin üniversite yıllarında Londra’da yaptığı bir kayıt. Bunu kendisi çalıyor. Ona dair çektiğim bir video da serginin parçası. Bu videoda sadece ellerini görüyoruz ama artık yaşlılık dönemleri tabii. Müziğe pek reaksiyonu yok ama ellerindeki hareketi gözlemlediğinizde bile içinde duygusal bir tepki, uyum saklı. Işık öğeleri de sergide kullandığım detaylar arasında, gördüğünüz bu küplerle insanın içinde sakladığı aydınlığa vurgu yapıyorum. Küpler de benim çektiğim fotoğraflardan oluşuyor. Dünyanın farklı yerlerinde çektiğim bu fotoğrafların ortak yanı yüzeylerinin yıpranmış, eskimiş olması. Bu da Alzheimer olduğumuzda hafızamızın yıpranması, anıların silikleşmesini, insanların kimliklerinin zihnimizde kayboluşunu sembolize ediyor. Bu hastalığa yakalanan insanlar biliyorsunuz zaman zaman hiçbir şey olmamış gibi hatırlarlar. İşte o bir an da bu küplerde yanıp sönen ışıklarla canlandırılıyor. Hafızamız her şeyi unutmuş olsa da biz hala kişisel hikâyemizle özel bir bireyiz demeye çalışıyor. Elbette tüm bu çalışmalarımın içinde pek çok semboller yer alıyor. Ayrıca annemin hastalanmadan önceki ve sonraki portreleri de resmimdeki çalışmalarım arasında. Sonuçta benim sergi ile amacım pozitif mesajlar vermek. Şartlar ne kadar zorlu olsa da bununla başa çıkabileceğimizi anlatmak.”
“Belleğimiz yoksa biz de yokuz”
Kıbrıs’ta daha önce Alzheimer üzerine açılan sergi olmasa da Nicholas dünya genelinde sanatçıların hafıza konusuna hayli zihin yorduğuna vurgu yapıyor. Sergiye neden ‘ana bellek’ ismini verdiğini de bu bağlamda açıklıyor.
“Dünyada hastalıklara dair yapılan sergiler var, özellikle de hafıza üzerine çalışan sanatçılar çok fazla. Hafıza sadece bu hastalıktan öte pek çok anlamı içinde barındıran bir kavram. Sanatçılar için de çok katmanlı bir konu. Ben de Alzheimer’den yola çıkarak aslında hafıza konusuna değindim. Sergiye ana bellek ismini verme nedenim belleğimizi, hafızamızı annemiz gibi düşünmem. Bizler aslında belleğimiz olmadan yaşayamayız. Şimdi kendini düşün, her şeyi unuttuğunu… Kimsin, nerede doğdun, neler yaptın, neler yaşadın, adın ne, etrafındaki insanlar kim… Sen bunları hatırlamadıktan sonra var olmazsın… Nasıl ki dünyaya gelirken bize can vermesi için annemize ihtiyaç duyuyorsak, dünyaya geldikten sonra da aslında belleğimiz annemizin yerini arıyor. Bize hayat veriyor. O nedenle de belleğimizi anne ile tanımlıyorum.”
“Hepimiz sevmek ve sevilmek istiyoruz aslında”
Nicholas aslında bu sergi ile ne denli ortak duygular, dertler, tasalar, kaygılar içinde boğuştuğumuzu bize göstermeye çalışıyor. Satır arasında kimsenin, kimseden bir farkı yok şu dünyada diyor.
“Dünyadaki tüm hastalıkların kaynağı bence yaşadığımız trajediler. Hem toplumsal trajedilerimiz var, yaşadığımız savaş ve çatışmalar gibi hem de ailevi trajedilerimiz. Bugün baktığınızda pek çok evli çiftin bir ev içinde mutsuz olduğunu görüyorsunuz. Birlikteler ama birlikte değiller. Boşanma oranları çok yüksek, evliliğe, aileye olan inanç yıkılmış durumda… Şiddet her zaman bilemesek de aslında yaygın bir sorun. Tüm bunlar bizi önce bireysel sonra toplumsal olarak hasta eden durumlar. Bizim birey olarak önce nasıl, neyle kimle, mutlu olacağımızı bulmamız gerekiyor. Bana sorarsanız mutluluğun sırrı kendini bulmaktan geçiyor. Daha sonra diğer şeyleri yapmak gerekiyor. Çoğu zaman rutine kapılıp, hayatı sorgulamıyoruz, güzellikleri de kaçırıyoruz. Kıbrıslı Türk sanatseverlerin sergiye olan ilgisinden çok mutluyum. Çok ilgi gösterdiler, anlamaya çalıştılar, amacım da buydu. Yaptığım çalışmalarla herkesin kalbine dokunmak istedim. Aslında dertlerimizin ne denli ortak olduğunu anlatmaya çalıştım… Hepimizin dinden, dilden, ırktan bağımsız olarak iki gözü, bir burnu, iki kolu, iki ayağı olan insanlar olduğumuzu, hayatta aynı dertlerle boğuştuğumuzu, sevmek ve sevilmek istediğimizi, aslında tüm sınırların yapay olduğunu, bizlerin yarattığını anlatmak istedim. Bunu da gösterdiğime inanıyorum. Irkçılıktan, milliyetçilikten, bizi ayrıştıran şeylerden kaçarak, biraz da çaba göstererek birbirimizi anlayabileceğimizi göstermek istedim. İnsanlar dursun ve biraz düşünsün istedim çünkü düşündüğümüz taktirde zaten tüm bunların anlamsızlığını fark edebileceğimize inandım.”