Nikolaos Stelya; Tekrarlayalım: Tek suçlu Eroğlu değil
Konuk Yazar
Nikolaos Stelya
Uzun zamandan sonra tekrardan hatırlatmak gereği duyuyoruz: Kıbrıs Müzakerelerindeki durağanlığın tek sorumlusu Kıbrıs Türk toplumunun lideri Derviş Eroğlu değildir. Ortak Metnin açıklanmasından bugün dek geçen süreçte gündeme gelen tıkanıklığın tüm sorumluluğunu Kıbrıs Türk tarafına ve Ankara’ya yüklemek kolaycılığa kaçmaktan başka bir şey değildir.
‘Eroğlu Taksim politikasının neferidir, çözüm istemez’, demek bugün Kıbrıs’ta büyük yapısal sorunlardan çıkış arayanların yükünü hafifletmez. Netice itibariyle, Kıbrıs Müzakereleri, bugün 2003-2004 döneminde Annan Planı’nı destekleyen Mehmet Ali Talat’ın bıraktığı noktadan pek ileriye gitmemiştir. Talat devrinin sonunda gün yüzüne gelen tıkanıklık bugün de güncelliğini korumaya devam etmektedir.
Geçtiğimiz Pazar günü dost Kudret Özersay ile gerçekleştirdiğimiz söyleyişinin akislerini Rum tarafında takip ederken, yukarıdaki noktanın altını bir kez daha çizme gereksinimi duydum. Geçtiğimiz hafta Kıbrıs Türk tarafının müzakerecisiyle Kıbrıs Sorunu’nun özünü ilgilendiren oldukça keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Bu mülakat Yeşil Hattın her iki tarafında da büyük yankı buldu. Rum tarafında röportaj ‘Türk tarafının barış perspektifi iki kurucu devlete dayanan federal çözümdür’ nüktesiyle öne çıktı.
Rum kesiminde röportajı ilgiyle okuyanların yanı sıra, röportaj nedeniyle büyük bir gerginlik içerisine girenler de oldu. Milletçi kanat ‘Türk tarafı federasyon istemez’ argümanını yineleme gereksinimi duyarken, liberal kanattan mülakat ile ilgili hiç beklemediğimiz bir tepki ile karşılaştık.
Kathimerini gazetesinde yayınlanan bir köşe yazısıyla, bir yazar gerek röportajımızın içeriğini gerekse de bendenizi deyim yerindeyse topa tuttu. Rum yazara göre, ‘kurucu devlet’ ile ilgili tüm tartışmalar yersiz. Bu tartışmayı röportajımızın gündemine alışımızla Kıbrıs Sorununu anlamadığımızı belli etmiş olduk. Eleştiriyi dile getiren yazara göre, ‘kurucu devlet’ kavramı gerek Ortak Metin’de gerekse de müzakerelerde çoktan açıklığa kavuşturulmuş olan bir konu. Kendisi bu konuya yüzeysel ve terminolojik olarak bir açıklık getirirken, konunun içeriğine girmemeyi yeğliyor. Yazısını bitirirken de, keşke Niko Stelya bu gibi gereksiz bir konu ile zaman harcayacağına bizlere iki taraf arasındaki uzlaşmaları ve zıtlaşmaları gösterseydi vurgusu ile neticelendiriyor.
İnsan bu noktada ister istemez sormak gereksinimi duyuyor? Türkçe ve Yunanca metinlerde çok farklı bir şekilde çevrilen ‘kurucu devlet’ kavramı önemsiz bir konu mudur? Bundan birkaç gün önce, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın vurguladığı ‘iki devletli federal çözüm’ şiarının hiç mi bir önemi yoktur? ‘Founding state’ kavramı Türkçe’ye ‘kurucu devlet’ olarak çevrilirken Yunanca’ya neden ısrarla ‘συνιστών κρατίδιο (kurucu devletçik)’ olarak çevrilir? Bu ısrarın ardında ne yatmaktadır? Dahası, Ocak ayında Radikal gazetesine verdiği mülakatta Rum tarafının müzakerecisi Andreas Mavroyannis hangi nedenden dolayı ‘kurucu devlet’ teriminin üstünü çizip, ısrarla ‘kurucu vilayet’ terimini kullanmıştır?
Belki sorulması gereken en nitelikli nokta şu: Kıbrıslılar, özellikle eski jenerasyon –dinazor politikacılar ve sözde fikir insanları- neden kendi kendilerini oyalamayı yeğlerler? Gerçeğe sırtını dönmek bir teselliden ibaret değil ise, nedir?
Bugün gelinen noktada, bu adanın genç, aydın nüfusu Kıbrıs Sorununun tanımını doğru ve soğukkanlı bir şekilde ortaya koyma hakkına sahiptir. Aslında sorununun özü, daha doğrusu müzakere masasındaki uçurumun rengi çok açıktır. Kıbrıs Türk liderliği ısrarla 1983 Anayasası ile kurulan devlet otoritesinin önemini vurgulayıp, federal anlaşmayı bu vurgu perspektifinde ele almaktadır. Son 31 yılda uluslararası arenada tanınamayan KKTC’nin, federal bir yapı vasıtasıyla dış dünya ile tanışması ve ortaklık kurması bu perspektifinin ana prensibidir.
Kıbrıs Rum tarafı yukarıdaki perspektifi tamamıyla ret etmekle kalmayıp, Kıbrıs Türk toplumunun geniş kesimlerinin kabullenmekte zorlanacağı perspektifleri gündeme taşımaktadır. Ortak Metin kabul edilirken, Cumhurbaşkanı Anastasiadis ısrarla yabancı uzmanlardan şu sorunun cevabını aramıştır: Olası bir anlaşma sonrası Kıbrıs Cumhuriyeti var olmaya devam edecek mi? Anastasiadis bu soruya olumlu yanıt alır almaz Ortak Metne imzasını atmıştır. Başka bir deyişle –Kıbrıslı bir deyişle- Rum tarafının gailesi Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bir federasyona dönüşmesidir.
Gelinen noktada, Kıbrıs Sorununun teferruatlarıyla beraber –toprak, harita, mal, mülk, yönetim v.s.- iki taraf sorunun özüne ilişkin olarak çok farklı düşünceleri gündeme taşımaktadırlar. Ne yazık ki, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluş döneminde yapılan hatalar bugün de tekrarlanmaktadır. O dönem, Kıbrıs Rum tarafı yeni cumhuriyeti üniter bir yapı olarak ele alırken, Kıbrıs Türk liderliği bu yapıya çok farklı bir şekilde yaklaşmış ve dananın kuyruğu bu yüzden kopmuştur. Ne yazık ki hatalardan sonuç çıkarmama ustalığını kimseye kaptırmama konusundaki kararlılığımızı korumaya devam etmekteyiz.