Nikos Anastasiadis.Şimdi de “KKTC’nin” Velinimeti
Türkiye veya yabancı ülkeden biriyle evlenmiş olan Kıbrıslı Türklerin çocuklarına kimlik vermek için özel listelerde beklettiler ama Jho Low’u, vatandaş yaptılar, para karşılığında pasaport dağıttılar
Kostas Konstantinou
Geleceğin tarihçileri Kıbrıs tarihinde “Nikos Anastasiadis ve pasaportlar” başlıklı bölümü kaleme alırken nasıl bir tepki verecekler bilemem.
Kesin olan tek şey, tarihçinin şu noktaları kayda geçirmesi gerekliliğidir: Bir yandan diğer toplumun liderinin pasaportunu -süresi bitmiş de olsa- iptal eden Bakanlar Kurulu’na başkanlık ederken, öte yandan aranan suçlulara, hırsızlara, ayrıcalıklık gruplara ve pek çok kişiye pasaport verilmesini onaylayan bir kişiden söz ediyoruz.
Hatta laik bir devlette imzasıyla poligami –yani çok eşliliği - yasallaştırmış olan ilk cumhurbaşkanından bahsediyoruz. Suudi Arabistanlının iki eşine ayrı prosedürler uygulanarak -tek bir prosedürle iki eşine birden pasaport vermek yasadışı olurdu- vatandaşlık verilmişti.
Tesadüfe bakınız, Cumhurbaşkanı Anastasidis, “dostu” olarak tanımladığı bu Suudi Arabistanlıyı, kritik vatandaşlık verme sürecinde tanımıyormuş. Heyhat, bu kişiyi henüz tanışmadığını iddia ettiği zamandan bir yıl öncesi tarihli -hem de Cumhurbaşkanlığında- misafir ettiği fotoğrafı basında ifşa edilince fikrini değiştirdi. Nihayetinde, önceden bir tanışıklıkları varmış… Yine tesadüfe bakınız, bu dostu, karısıyla, kızlarıyla, damatlarıyla ve torunlarıyla Şeyseller’de tatil yapmaları için ona uçaklar bahşediyordu.
Ne diyorduk, geleceğin tarihçisinin yüzündeki ifadeyi düşünüyorum. Gerçi bu deyim genellikle tarihçinin değil, tarihin neyi nasıl yazacağını varsaymak için kullanılır ama olsun. Biz yine de tahayyül edelim. Gelecekte bu bölüm üzerinde araştırma yapmakta olan tarihçilerden birisinin yüzünün aldığı ifadeyi düşünelim. Gözünüzde canlandırabildiniz mi?
Pek tabii, keşke sorun sadece bundan ibaret olsaydı. Sorun ve sorunun özü, suç örgütü Hrisi Avgi’nin buradaki çırakları ELAM’ın yaptığı açıklamada görülebilir. ELAM, Nikos Anastasiadis’in uyguladığı pasaport iptali kararının kendi önerisi olduğunu hatırlattı. Ve gerçekten de öyledir…
Aslında, bir gün darbe veya darbe benzeri bir şey olmaksızın ELAM’ın iktidara “akıl” vereceği, demokratik olarak seçilmiş bir hükümette bunu göreceğimiz söylenseydi, kimse, muhtemelen bizatihi Nikos Anastasiadis dahi böyle bir şeye inanmazdı.
Öte yandan, ilk sekiz yılda özel işlerini -kendi ofisinin ve arkadaşlarının işlerinden bahsediyorum- cumhurbaşkanı olarak halleden Nikos Anastasiadis’in, Cumhurbaşkanlığı seçimleri için kalan sürede DİSİ’nin kendi günlerindeki oy oranındaki hasarı elinden geldiğince onarmaya çalıştığı ve bu çerçevede olabildiğince fanatikleştirme popülistleşme sularına girmek suretiyle aşırı sağın ve diğer geriye kalan sığ alanların sularında balık avladığı gün gibi açıktır.
Ve maalesef, Kıbrıs açısından Nikos Anastasiadis bunu yapabiliyor. Belki de herkesten iyi yapabiliyor.
Mesele, Ankara’nın projelerini ileriye götürmek suretiyle, söz konusu devletin, hatta doğrudan kendi toplumunun ve tüm Kıbrıslıların çıkarlarının aleyhine çalıştığı kanıtlanmış bir kişi olan Tatar’ın pasaportunun iptal edilmesinin gerekliliği değildir. Mesele, bunun neden yapıldığı ve nelere yol açacağıdır.
Neden yapıldığını önceki satırlarda gördük. Neden yapıldığına, kendi hareketsizliği ve Cumhurbaşkanının başka işleriyle meşgul olması karşısında Mağusa’ya yönelik Türk tehditlerinin hayata geçirilmesi hususunda Ankara ile dalga geçip “izlenim yaratma hareketleri” ve “havai fişek şovu”… olarak nitelendirmeyi tercih eden bir hükümetin açmazı da eklenebilir.
Maraş’taki yollar onarılmaya başlayana kadar Tatar ve Ankara’nın böyle bir hamleyi ileriye götüreceklerine ihtimal vermedikleri gayet açıktı. Gerçi yollar onarılmaya başladığında da inanmıyorlardı bence, ama neyse…
Hal böyleyken, tüm bunların hayata geçirilmesi karşısında, belki de Güvenlik Konseyi’ndeki olumlu tutumu ve AB’nin verdiği tepki karşısında cesaretlenen hükümettekiler, toplumun bu yaygaracı -artık ne kadar değeri kalmışsa kalsın- kesimini tatmin etmek adına daha gösterişli bir hamlede bulunmanın lazım geldiğine karar verdiler.
Ve bu pasaport işine giriştiler. Tabii bu giriştikleri iş kadar, 1960 devletinin gasp edilmesi zihniyeti doğrultusundaki Türk iddialarını güçlendiren başka bir şey yoktur. Keza, bu hamlede bulunurken, hiçbir Kıbrıslı Rum’un, örneğin 1974 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin demokratik rejiminin devrilmesinde belirleyici rol oynamış kişilerin pasaportu iptal edilmiyor. Oysa rejimin devrilmesi, toprağın neredeyse yarısının kaybına ve Türkiye’ye hediye edilmesine yol açmıştı. Tatar ve Ankara bugün, bu hediyeyle oynuyor.
Heyhat… Bu belirleyici rol oynayan kişilerden bazıları Cumhurbaşkanına pek yakındı. Pasaport satanların pasaportlarının alındıklarını da görmedik. Kendisi, artık Avrupa vatandaşlığı anlamına gelen bu pasaportların verilmesi ile ilgili AB tarafından yapılan protestolara cevaben AB’deki tüm ortaklarına çıkarları doğrultusunda hareket ettikleri eleştirisini yöneltmişti!
Henüz bitmedi. Tam da şimdi başladık. Kıbrıs, Anastasiadis günlerindeki siyasi menfaat ve yolsuzluğun bedelini gelecekte çok pahalıya ödeyecek. Avrupa Birliği tarafından bize yönelik süreç başlamıştır. Vergi ödeyenler bu skandalı ve skandalın artıklarını ödeyeceklerdir.
Ve ülke de bu bedeli ödeyecektir. Pasaportların iptali hususunda gece gündüz eleştirilecekler. Bir yandan Türkiye veya yabancı ülkeden biriyle evlenmiş olan Kıbrıslı Türklerin çocuklarına kimlik vermek için bu çocukları yıllarca özel listelerde bekleterek Bakanlar Kurulu kararına muhtaç bırakırken, diğer yandan Jho Low’u, vatandaş yaptılar, para karşılığında pasaport dağıttılar…
Cumhurbaşkanı’nın dostlarının ikinci eşlerine ve pek tabii Doğu Avrupa mafyalarına da pasaport sunarak Kıbrıslı Türkleri ikinci sınıf vatandaşa çevirdiler… İşte bu argümanlarla Tatar ve Ankara, kendi siyasetini yükseltecek.
Nikos Anastasiadis’in artık vicdan kaybından mustarip olduğu açıktır. Evet, vicdan. Bilinç değil. Bilinci vardır. Daha önce de söyledik, bilinci gayet yerindedir. Bu sebeple, hayıflanacak bir durumdan değil, sefillikten söz etmemiz lazımdır. Ve utançtan…
* (Çeviri: Çağdaş Polili / Bu yazı ilk kez Politis gazetesinde yayınlanmış ve özgün çevirisi yazarın izniyle YENİDÜZEN’de paylaşılmıştır.)