Nilgün Güney: Resimdeki evrimim devam ediyor
Nilgün Güney: Resimdeki evrimim devam ediyor
Simge Çerkezoğlu
Babasının kızı tabiri sanırım ressam Nilgün Güney için çok uygun bir ifade olur. Neredeyse kendini bildi bileli resim yaptığını söyleyen Güney, bir ressamdan öte sanatın gücünü sosyal ve toplumsal olaylara dikkat çekmek için de kullanana bir sanatçı. Son olarak tedavileri devam eden, madde bağımlılığı sorunu olan gençlerle birlikte gerçekleştirdiği ‘Fırçalarla Hayata Dönüş’ projesiyle adından söz ettiren Güney’le hem bu gençleri hem de resmini konuştuk. Röportaj yapma arzusu ile girdiğim atölyeden resim kursuna gitme hevesiyle ayrıldım. Onu tanımaktan gençleri uyuşturucudan uzak tutmak için gösterdiği çabadan çok etkilendim.
“İSMET VEHİT GÜNEY’İN KIZI OLMAK GURUR VERİYOR”
Babası İsmet Vehit Güney’den etkilenerek ressam olmaya karar verdiğini söyleyen Nilgün Güney, küçük bir çocukken tüm babaların sürekli resim yaptığını sandığını söylüyor. Gülüyoruz.
“Evde bile babam sürekli resim yapıyordu. Zaten evde bir oda atölyeydi. Altı yaşımda onu resim yaparken izlediğimi hatırlıyorum. Elbette bir çocuğa bu ortam çok çekici gelirdi. Babamın boyaları karılaştırması, yeni renkler yaratması çok hoşuma giderdi. Bu denli doğal bir ortamda resme ilgi duymam kaçınılmazdı. Ben ilk başlarda herkesin babasının bu denli çok resim yaptığını sanırdım. Hayatım boyunca hiç başka bir meslek düşünmedim ve şuanda Mimar Sinan Üniversitesi olan o zamanki Devlet Güzel Sanatlar Akademisine girdim. Böylece profesyonel resim yaşamım başladı.
Kıbrıs için bu denli önemli bir ismi taşımanın kendisine çok fazla sorumluluk yüklediği düşüncemi kendisiyle paylaştığımda benimle aynı fikirde olduğunu öğreniyorum.
“Sorumluluk hissettim ama bu sorumluluğun altında ezilme hissetmedim. Ailemle hep gurur duydum. İkisi de eğitimli insanlardı. Bu toplum için çok şey yaptılar. İkisi de öğretmendi. Her zaman öğretmen çocuğu olarak da çok sorumluluk sahibi olmaya çalıştım. Bir sanatçının, İsmet Vehit Güney’in kızı olmak ise bana daha çok gurur ve onur veriyor.”
Resim tarzı hakkında da bilgi veren Güney, resimde gelişim ve değişiminin sürdüğünü de sözlerine ekliyor…
“Süreç içerisinde resimlerim değişiklikler gösterdi. Ben 1976 yılında okuldan mezun oldum ama resim yapmaktan hiç vazgeçmedim. 40 yıldır resim yapıyorum. Üniversitede grafik eğitimi aldım. Resimlerimde de ilk başta bunun etkileri daha fazla görülüyordu. Soyut figüratif resimler yaptım. Hep bir şeyleri soyutlama çabam vardı. Bu sanıyorum grafiğin etkisinden kaynaklanıyordu. Renk konusunda ise hem Kıbrıs’ın ışığının hem de grafik tasarımın etkisiyle canlı, parlak renkleri kullandım. Net renkleri seviyorum. Yaşadığımız coğrafyada da daima parlak bir ışık var. Gökyüzü neredeyse her gün mavidir. Donuk, mat ve gri tonları çok görmeyiz. Zamanla grafik etki yok olmadı ama resimsel elemanlara yöneldim. Daha serbest çizimler yapmaya, öğeler ve dokularla oynamaya başladım. Önceden hapsolan biçimlerim özgürleşti. Desenler birbirinin içine geçmeye başladı artık. Bu arada kolaj yapmayı da çok seviyorum. Tuval üzerinde farklı malzemeler kullanıyorum. Karton ve kâğıt üzerinde de çalışarak üzerine farklı, her tür malzemeler de yerleştirdiğim oluyor. Belki de bunun nedeni de grafiğin etkisidir. Zaten bugünkü Çağdaş Sanat’a baktığımızda da grafik ve resim iç içe geçmiş durumdadır. Tabii benim resimdeki bu evrimim hala devam ediyor. Bitmiyor.”
“SON DÖNEMLERDE BİR FİKİR ÜZERİNDEN RESİMLER ÜRETİYORUM”
Nilgün Güney’in konularına baktığımızda ise sosyolojik ve psikolojik konuların izleriyle karşılaşıyoruz. Kıbrıs’ın Kayıplarına ilişkin çalışması ise kuşkusuz bunların en unutulmazı…
“İlk başta kendim üzerimden toplumdaki diğer kadınlara ulaşmak gibi bir çabam vardı. Kıbrıslı bir kadın olarak iki savaşı da yaşayan biri olarak geçirdiğim travmalar üzerinden portremsi ama soyut, kimliği belirsiz kadınlar resmettim. Bu kadınların geçmişinde hem iyi hem de kötü şeyler var. Yüzdeki ifadelerde ise keder ağır basıyor. Yine de bu resimlerde çok fazla renk de var. Kırmızılar, yeşiller, sarılar… Tabii bu durum zıtlığı da beraberinde getiriyor. Hüzne zıt, canlı renkler, hayatın kendisi. Hayatta da ne kadar acı ve hüzün olsa da umut ve güzellikler her zaman vardır ve onlara ulaşabiliriz. Bende tamamen bir nihilizm, umutsuzluk durumu yok. Resimlerim de öyle. Son dönemlerde ise daha çok bir fikir üzerinden resimler üretiyorum. Atölyemde benimle çalışan öğrencilerimle birlikte bir concept belirliyoruz. Konuyu belirledikten sonra, seçtiğimiz konu üzerinden okumalar yapıyoruz. Kafka ile ilgili bir sergimiz ve Lefkoşa konulu sergimiz de bunlardan bazıları. Kayıp Şahıslarla ilgili sergimiz de çok büyük bir sergi oldu. Neredeyse bir yıl kayıpları olan ailelerle görüşerek bu resimleri çizdik. Kazılara katıldık. İki toplumlu bir sergiydi. Ziyaret edenleri de bizi de çok etkiledi.”
“FIRÇALARLA HAYATA DÖNÜŞ”
Son olarak tedavileri devam eden uyuşturucu sorunu olan gençlerle birlikte çalışan Güney, bu proje hakkında bilgi veriyor.
“Bu çalışma bir workshop gibi oldu. Fırçalarla Hayata Dönüş ismiyle kısa sürede hayata geçti. Proje Başbakanlık Uyuşturucuyla Mücadele Komisyonu Başkanı Hasan Karaokçu’nun fikriydi. Çok güzel bir çalışma oldu. Gençlerle birlikte, bu atölyede çalıştık. Onların bir kısmı ilk kez resim yapıyordu. Hepsi pırıl pırıl çocuklar. Sadece bir hata yapıp yanlış yollara sapmışlar ilgiye ve sevgiye ihtiyaçları var. Aslında toplumsal açıdan onlar da başka bir şekilde kayıplar. Bu gençler yaşayan ama görmezden geldiğimiz, kayıplarımız. Çok değerli bir çalışma oldu. Önümüzdeki günlerde de Mağusa’da aynı sergiyi tekrarlayacağız. Şimdi bu gençler hayatlarını yeniden toparlamak için çaba gösteriyor, okullarını tekrar bitirmek için dıştan sınavlara katılıyorlar. Umarım onları topluma yeniden kazandırabilir, aramıza kabul ederiz.”
Bu projeyi konuşurken aklıma Güney’in uzun zamandır devam eden resim kursları geliyor. Cadıkazanı Cafe’nin içindeki atölyeyi görünce ben de bu kurslara yazılma düşüncesine kapılıyorum.
“Kurslarım yılardır devam ediyor. Herkesle tek tek ilgileniyorum. Beş kişiden fazla kişiyle kurs yapmıyorum. O nedenle isteyen istediği zaman kurslara dâhil olup ayrılabiliyor. Aynı anda başlayan kişiler bile aynı ilerlemeyi göstermiyor. Herkesin kendine göre farklı algıları var. Yazın haftada bir gün, kışın haftanın iki günü kurslarımız oluyor.”
“İSTİYORUM Kİ EĞİTİMLİ HERKES SANATTAN ANLASIN”
Nilgün Güney bir röportajında, “bir toplumun ne kadar derin düşünebildiğini, ne kadar sınırlarını aşıp özgürleşebildiğini, ne kadar yaratıcı olabildiğini gerçekten sıradan ve tekdüze olamayan yaşamın zenginliğini o toplumda üretilen sanatın ortaya koyduğunu” söylüyordu. Bunun üzerine kendisinden bizdeki sanatın durumunu değerlendirmesini istiyorum. Yine çok gülüyor.
“Bireysel olarak bakarsak sanatçılarımızın çok iyi düzeyde olduğunu söyleyebiliriz. Fakat bununla toplumdaki sanat düzeyi bir türlü örtüşmüyor. Bu durum da sanatın olmadığı algısını yaratıyor. Oysa sanatımız iyi noktadadır. Çok değerli sanatçılarımız var. Yurt dışında çok önemli projelere imza atmaktalar ve kendilerini buralarda var ediyorlar. Fakat bizim toplumumuzun içinde var olamıyorlar. Bu noktada en çok eleştirdiğim konu eğitim sistemimizdir. Çocuklarımıza yeterince sanat eğitimi vermiyoruz. Onları sanattan haberdar edemiyoruz. Elbette biz insanlara sanatı öğretmezsek, onların sanata ilgi duymalarını da bekleyemeyiz. Suçlu toplum değil. İnsan bilmediği şeyi isteyemez. Sanatçılarımız kendini dünya ile eş zamanlı güncellerken, kitleler onları anlayamıyor. Sanat çok küçük bir azınlığın ilgi duyduğu bir şey olmaktan öteye gidemiyor. Sanatı anlayan bir kesimimiz var ama bu çok yetersiz. İstiyorum ki eğitimli herkes sanattan anlasın. Sanatçı olmasa bile içinde sanat ihtiyacıyla yaşasın.”